Yeni Kapitalizm Kültürü (Richard Sennett)
By Arif Selim Aydın on Ara 3, 2011 in Ekonomi, Kapitalizm, Kitap Sohbeti, Liberal Totalitarizm, Liberalizm, Toplum
Richard Sennett‘in “Yeni Kapitalizm Kültürü” kitabı, Yale Üniversitesinde etik, siyaset ve ekonomi konularında yaptığı konuşmalarına dayanak teşkil eden notlarının derlendiği bir eser. İnce olması küçümsenmesine sebep olabilir, ancak bu tam aksine onun kıymetini arttırıyor. Başlı başına uzunca bir makale konusu olabilecek çok sıkı ve özgün tespitlerini çok çarpıcı birkaç cümle ile özetleyebilen Sennett, hiç sıkmadan ve yormadan nasıl sosyoloji yapılabileceğinin örneklerini veren bir yazar. Akademik incelemelerin tatsız tuzsuz soğuk dilinin aksine, edebi ve akıcı bir üsluba sahip. Güçlü bir anlatımı var. Zaten çalışmalarına bakınca üç tane de roman yazmış, çok üretken bir yazar olduğunu görüyoruz.
Biraz yakından bakmak için eğildiğimiz kitap hakkında şunu en baştan belirtmeliyiz ki, “yeni kapitalizm” adlandırması bizi yanıltmasın: ‘Yeni’ tabiri, yeni olanın eskisinden köklü bir kopuşla bambaşka, yepyeni bir kapitalizm türüne evirildiği anlamına gelmiyor. Sadece kapitalizmin kendini sürekli kılabilmesi yeteneğinin bir tezahürü olarak, onun yeni bir safhasına girdiğini ifade etmekte bu tanımlama. Diğer bir adı da “örgütsüz kapitalizm” olan yeni kapitalizme, esnek üretim anlayışı çerçevesinde, sadece zaman öyle icap ettirdiği için iş ve çalışma hayatının yeniden düzenlenmesidir diyebiliriz. Özünde değişen pek bir şey yok kısaca. Yüksek kar, sınırsız sermaye birikimi, verimlik, rekabet gibi kapitalciliğin en asli itkileri oldukları yerde öylece durmaya devam ediyor.
Kitapta yeni kapitalizmin dönüştürdüğü kurumların/iş hayatının doğurduğu yeni kültür ortamında, bireylerin karşılaştıkları psikolojik ve ahlaki sorunlar analiz edilmiş. Sennett, 1970’lerden sonrasına tarihlenen bu kurumsal değişim devranını ve akabinde olanları mercek altına almaya şu soruyu sorarak başlıyor: “İçinde yaşadıkları kurumlar parçalanırken insanları hangi değerler ve pratikler bir arada tutabilir?” Ancak bu sorunun cevabının tamamının sadece bu kitabında olmadığını söylemeliyim. Aynı konuda yazılmış bir diğer kitabı “Karakter Aşınması”nda yazar, deneysel çalışmalarla daha sistematik ve detaylı bir biçimde yeni kapitalizmde işin kişilik üzerindeki etkilerini irdeliyor. Bu açıdan birbirini tamamlayan çalışmalar.
Her iki kitabın sayfalarını çevirdikçe, hemen her düzeyde birçok özel şirket çalışanı tanıdıklarımın derinden yaşadıkları kıstırılmışlık, kapana kısılmışlık ve huzursuzluk hissini daha iyi anlamaya başladım. Onları yıpratan korku ve kaygılarının kaynağı hakkında fikir edindim.
***
Yeni kapitalizm kültüründe kurumların geçirdikleri değişimi çözümlemeden evvel Sennett, Weber’in “demir kafes” olarak isimlendirdiği bürokrasinin bir resmini sunuyor okuyucuya. 19. yüzyılın ortalarından itibaren şirketler, askeri örgütlenme modellerini uygulayarak nispi bir istikrar sağladılar. Bu modelde herkesin rütbesi, unvanı, tanımlanmış bir görevi ve yetkileri bulunmakta. Sivil toplumun militaristleşmesi süreci toplumların uysallaştırılmasında çok yararlı bir işlev gördü. Toplumsal hiyerarşide bir konumu olduğuna inandırılan işçi, kendini hiçbir yere oturtamayan işçiye göre çok daha az tehlikelidir. Ussallaştırılmış bürokraside mevkisi tanımlanmış birey, uysallaştırılmış bireydir. Toplumsal kapitalizm olarak adlandırılabilecek şeyin kurucu politikası işte buydu. Bunun en önemli faydası da bürokrasinin piyasaların istikrarsızlığı önünde bir engel olmasıydı. Çünkü karın sürekli kılınmasının yolu istikrardan geçiyordu.
Yeni ekonomi bu bürokratik hapishanenin parmaklıklarının koparılmasıyla insanların daha özgür olacağı iddiasını taşıyordu. Oysa örgütsüz kapitalizmde kurumlar yeniden yapılandırılırken merkezileşmiş iktidar da yeniden biçimlendirildi. Merkez ile çevre arasında bürokratik olmayan bir hiyerarşinin kurulmasıyla otorite zayıflatılmış gibi görünse de, aslında iktidarın gücü azalmadı. İktidar sadece daha az görünür oldu, perde ardına gizlendi; elbette gelişen teknoloji sayesinde.
Göz göze diz dize temasın yerini iletişim teknolojilerinin de gelişmesiyle daha dolaylı, ‘ses’siz, emir veren ve alanın gittikçe muğlâklaştığı bir örgüt biçimi aldı. Yeni şirket tasarımında işçi-yönetici-işveren arasındaki mesafe de sürekli arttırıldı. Otorite ve denetimin niteliği de değişti. Bürokrasinin katı emir komuta zinciriyle organize edilmiş şirketlerine karşılık, esnek çalışma yaşamının özgürlüğü arttırdığı yanılsaması oluşturuldu.
Çoğu zaman bilgisayar ekranlarından yürütülüyor iş yaşamı. Şirket içindeki hemen hemen tüm ilişkiler ve iletişim bilgisayar ekranından sağlanıyor. Bürokrasinin aşılmaz duvarlarını yıkmak iddiasındaki yeni esnek şirket türleri, teknolojiden, aşılması imkânsız koskoca bir duvar ördü. Sağır, kör ama elleri ayakları sizi sımsıkı tutan canlı bir varlıkla karşı karşıyayız adeta. Size sadece iş emirleri yağıyor bilgisayarlarınızdan ya da akıllı cep telefonlarınızdan.
“Kim bu yeni yönetici?” sorunuza tam cevap alamadan onun yerine bir başkasının geçmesi çok muhtemel. Ekranın diğer tarafında size iş paslayan, talebinize onay veren ya da reddeden kişi belki her gün otobüste, durakta ya da bir kafede karşılaştığınız biri. Ama birbirinizi tanımıyorsunuz. George Soros’un dediği gibi “insanlar ilişki kurmak yerine işlem tesis ediyorlar artık.” Kendisini seveceğiniz ya da kendisinden nefret edeceğiniz biri bile yok ortada. Belli bir şahıs değil çünkü o. Önceden açık açık tanımlanmış işlem protokolünün bir parçası sadece. Herkes gibi, bugün var yarın yok.
***
Eski kurumsal yapıların yıkılıp da yerine esnek örgütlerin ikame edilmesi Sennet’e göre üç toplumsal eksikliğe yol açmıştır: işçiler arası enformel güvenin azalması, düşük kurumsal sadakat ve kurumsal bilginin zayıflaması.
İstikrar, güven ve dayanışma duygularını yitirmekle yüz yüze çalışanlar. İş arkadaşlığı gerçek bir arkadaşlık değil çoğu zaman. Bu durumdan yakınan pek çok insan tanıdım. Başkaca ortamlarda tanışma imkânı olsa iyi dost olabilecek insanlar, şirket içi rekabetin acımasızlığı içinde gizli rakiplere dönüşebiliyorlar. Davranışlarda sunilikten, gülüşlerde sahtelikten, takdir ve övgülerdeki samimiyetsizlikten muzdarip, çalışanlar.
Toplumsal güven ve istikrar büyük yaralar aldı. Sıkı fıkı ömürlük dostluklara fırsat olmuyor. Örneğin bir bankanın herhangi bir şubesine üç sene arayla baktığınızda çoğu personelinin değişmiş olduğunu görürsünüz. Ya yerleri değişmiştir, ya da işten ayrılmışlardır. Kimse bir diğerinin yaşam öyküsünün bütününe şahitlik edemiyor. Böylelikle deneyim ve değer birikimi ve bunların aktarılmasına da imkân bulamıyor insanlar; bir anlatı oluşturamıyorlar. Esneklik, beraberinde kişisel ve toplumsal bütünlüğün ciddi derecede tahribatını getirdi. İlişkiler kırılganlaştı. İstikrarsızlık ve güvensizlik bireylerin ruhlarında kök saldığında, bütüncül ve dengeli bir kimlik ve karakter oluşumu zorlaşmakta.
***
Bu yeni kültür ortamı makbul/ideal insan tipini de değiştirdi. İnsanlara, kendilerini sürekli yenilemeleri, potansiyellerini arttırmaları salık veriliyor. Bu kurala uymayanlara yer yok. Hızlı değişim karşısında bir sabitesi, bilhassa ahlaki bir sabitesi olan insanların bu yeni iş hayatında uzun süre ayakta kalma şansları yok. İçine doğru derinleşebilen, sorgulayabilen, ilkeli ve kararlı bir biçimde belli değerler bütününün limanına demir atmış kişiler çabucak elenirler. Yeni tür makbul/ideal insan, yeniliğe açık olabilmeli, değişime ayak uydurabilmeli, risk alabilmeli ve en önemlisi bağımlı olmamalı. Sadakat fazlasıyla romantik ve irrasyonel bir tavır; hem işçi hem işveren açısından. Kendini bütünüyle adamak zihinsel ve toplumsal hareketliliğe ters.
Çocukluğundan itibaren, kulağına, vakar, tevazu, teenni, sadakat, vefa, diğerkâmlık vb. güzel ahlak umdeleri fısıldanan bir kişinin bu yeni kültürde ömrü uzun olmuyor. Sahipleri, ortakları, yöneticileri, zikredilen bu ahlakları içselleştirdiklerini iddia eden insanlardan müteşekkil olsa dahi, şirketin menfaati, yani karlılığı, büyümesi söz konusu olunca, tiksindirici bir riyakârlık ve taklitçi bir bilgiçlikle size “realist” yüzlerini gösterebiliyorlar.
Genç insanların karakter oluşumu sırasında, iş dünyasında kariyer yapmak için risk almak gerekliliği vurgulanır oldu. Üniversitelerde verilen eğitimi de genelde öğrencileri risk almanın başarıya giden yolda vazgeçilmez olduğuna ikna etmek yönünde. Bir öğrenci, memurluğu aklından geçiriyorsa şayet, karakteri hakkındaki yargının korkak, uyuşuk, riski sevmeyen, güvenlik arayışı içinde, zayıf iradeli vs. şeklinde olacağından çekinerek bunu ifade bile edemez. Makbul/ideal tip girgin ve atak olandır, memurluğu tercih eden değil. Kriz dönemlerinde bunun tersine eğilimler gözlenmesi ayrı bir tartışma konusu.
***
Yeni kapitalizmde yetenek algısında da önemli değişimler meydana geldi. İstikrarsızlık ve sürekli değişim yeteneklerinizin kısa sürede demode olmasına yol açıyor. Bunun doğurduğu sonuç ise insanların tedirgin bir ruh hali içinde “işe yaramazlık kâbusu” yaşamaları. Bu kâbus ilk kez kentleşmeyle beraber ortaya çıktı. Toprağından koparılmış insanın kentlerde karşılaştığı ilk sorunlardan biri bu işe yaramazlık kâbusuydu. Herkes vasıfsız işçiydi. Eğitimle bir yetenek elde etmek, uzunca bir süre en önemli hedef olarak bu sınıf arasında rağbet gördü.
Bugün de iyi bir eğitime rağmen bir kez kazanılan herhangi bir beceri bir ömür boyunca istihdam edilmenizi, işsiz kalmamanızı garanti etmiyor hala. Yeteneksizleşip ıskartaya çıkarılmak kâbusu sona ermiş değil henüz. İşe yaramazlık kâbusunu modern bir tehdit olarak şekillendiren üç kuvvet var yazara göre: küresel emek arzı, otomasyon ve yaşlanmanın yönetimi.
Esnek örgütlenme biçiminde firmaların dünyada emeğin ucuz bir köşesine kolaylıkla konuşlanabilmesi, kendi ülkesindeki eğitimli işçinin yeteneklerini boşa çıkartabiliyor. Otomasyon, ya da makineleşme ise bu kâbusu besleyip büyüten en önemli etken bence. Bir işin ustası, onu el emeği göz nuruyla en iyi yapan kişi iken, makineleşmenin yaygınlaşması ile beraber, artık sadece o makineyi kullanabilen, hangi tuşun, düğmenin ne işe yaradığını bilen insan oldu. İnsanın yerine makinenin istihdam edilebilmesi işe yaramazlık endişesini daha da pekiştirdi.
Yaşlanma ise bir diğer yetenek yitimi sebebi. Esnek örgütlenme biçiminde bireylerin istihdamını daim kılabilmesi piyasanın değişen koşullarına kendilerini uyarlama yeteneklerine bağlı. Yaşlandıkça bu esneklik ve kıvraklık kaybolur. Tecrübe birikimi de artık eskisi kadar önemli değil. Çünkü tecrübenin değeri, istikrarlı ve çalışanı ile uzun süre beraber yürüyebilen bir kurum türünün varlığını gerektirir. Üstelik taze becerileri ucuza satın almak eskisini eğitmeye yeğlenir genellikle.
***
Yeni kapitalizm kültürünün tüketim olgusu üzerinden farklılaşan bir yönü de var: Marka tutkunluğu… Bu tutkuyu besleyip sürdüren, kişinin tahayyülünde kurduğu benliğin asla tamamlanamamasıdır. Kişi alış veriş merkezleri arasında mekik dokur. Birbirinden çok az ayrı olan eşyaları satın almakla doyum arar. Satın alır, kullanır; kullandıkça tutkusu zayıflar. Gardırobu ağzına kadar doluyken insana giyecek pek bir şeyinin kalmadığını düşündüren hissin elektriği buradan geliyor.
Sahip olduktan sonra sönen şevkinin bütünüyle kaybolmadan yeniden harlanmasını sağlanır. Reklam işte burada devreye girer. Reklamcılık insanların arzularını biçimlendirir ve sahip oldukları ile hiçbir zaman tatmin olmamış hissetmeleri sağlanır. Evet, tüketici kesinlikle bütünüyle tatmin olmamalıdır; buna izin verilmez. Ancak tatminsizliğinin bir gün sona erebileceğine dair inancının da ayakta kalması gerekli. Hem bir koşuşturma/harcama hem de için için hissedilen bir eksiklik/tamamlanmamışlık.
Tüketici masum bir kurban değildir burada. İmaj oluşturma/markalaştırma çabasında üreten ve tüketen el ele vermiştir çünkü. Tüketime ve dolayısıyla üretime hız kazandıran gücün kaynağı burasıdır. Markalaşma, reklam, moda… Nefsimizle/zaaflarımızla işbirliği halinde hareket edip, tüketirken aslında kendi kendimizi tüketmemize neden oluyorlar. Köleliğin en hakiki hali budur bence…
***
Yazıyı Richard Sennett’in kitabı hakkındaki kendi özet yorumuyla bitirelim. “Yeni kapitalizmin havarileri üç konuyu -iş, yetenek, tüketim- kendi ele alış biçimlerinin modern topluma daha fazla özgürlük kattığını iddia ediyor. Bu insanlarla aramdaki çekişme onların ‘yeni’ yorumunun doğru olup olmadığı konusunda değil; kurumlar, beceriler ve tüketim kalıpları gerçekten değişti. Benim iddiam, bu değişmelerin insanları özgürlüğe kavuşturmadığı.”
Konuyla ilgili destekleyici birkaç okuma:
Karakter Aşınması ( Richard Sennett)
http://sbe.dpu.edu.tr/21/17.pdf
http://www.sbe.deu.edu.tr/dergi/cilt10.say%C4%B11/10.1%20ayta%C3%A7%20ilhan.pdf
… Liberal totalitarizm üzerine biraz okumak için…
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
1 Trackback(s)