Tarih, Kahramanları Asanlar Tarafından Yazılır(dı)
By Konuk Yazar on Ara 4, 2011 in Aleviler, atatürkçülük, CHP, dersim, Kemalizm, Kürtler
Ülkemizde bir mesele kamuoyuna düşmeyegörsün. Gazetelerde, internet sitelerinde, sosyal medyada, siyasette, TV haberlerinde aynı mesele hiç olmadığı kadar konuşulur, yazılır, çizilir ve ardından sanki böyle bir şey hiç konuşulmamış gibi unutulmaya yüz tutar. Başörtüsü meselesinde, Kürt meselesinde, darbeler meselesinde ve son olarak Dersim meselesinde şahit olduğumuz gibi bir mesele kamuoyu takipçileri o meseleden bıkıncaya kadar kamuoyunu meşgul eder fakat yine çözüme kavuşturulmadan yüzüstü bırakılır. Dersim meselesi de çözümsüz bırakılarak unutulur mu bilmiyorum. Fakat yakın döneme kadar ‘formel tarih’ retoriğini aşacak düzeyde geçmişle yüzleşme adına girişilen çabaları, bu güne kadar konuşulması bile tabu sayılan konuların konuşulmasını mümkün kıldığı ve algılarda müspet manada bir dönüşüme sebebiyet verdiği için bir gelişme olarak görmek gerekir.
Son günlerde Dersim meselesi hiç olmadığı kadar konuşulmaya başlandı. CHP Dersim milletvekili Hüseyin Aygün’ün bir gazeteye verdiği mülakatın ve ardından Başbakan’ın Devlet adına özür dilemesi gibi siyasi tarihimizde hiç alışık olmadığımız şekilde geçmişe dönük devlet hatalarıyla yüzleşme pratiğinin etkisiyle Dersim Meselesi ilk defa bu boyutta kamuoyunu meşgul etmeye başladı.
İşkence ve asimilasyonların kavurduğu bu esmer coğrafya insanının on yıllardır haykırıp da kimselere duyuramadığı bu katliam gerçeğini, katliamdan birinci dereceden sorumlu olan partinin bugünkü Dersimli bir milletvekilinin bir demecinden ve Başbakan’ın özründen sonra tüm kamuoyunca konuşulmaya başladığına şahit oluyoruz bu günlerde.
Kim bilebilirdi ki CHP’nin altı okunu kalbine yiyen Dersim Alevilerinin oyları vesilesiyle seçilen Hüseyin Aygün’ün (resmi tarih tarafından tabiri caizse tarihin çöplüğüne gönderilerek kırk kilitli kırk kapıyla üzeri örtülen Dersim Meselesi ile ilgili) konuşmasının, CHP de deprem etkisi yaratabileceğini…
Belki feraset sahibi birileri böyle bir öngörüde bulunmuştur, haklarını yemeyelim.
Fakat öngörülemez olan ve ironik olan şudur ki katliamın kamuoyunda tartışılmasını sağlayan demeci veren kişi, katliamı gerçekleştiren CHP’nin ailesi katliam mağduru olan bugünkü bir milletvekili.
Birçok liberal/solcu/demokrat/İslamcı, 12 eylül seçimlerinde Dersimlileri, CHP’ye oy vermeleri üzerine “celladına aşık olmakla” nitelendirmişti. Görünen o ki Dersimliler hayırlı bir iş yapmış. Seçtikleri milletvekili BDP’den ya da başka bir sol partiden olsaydı dahi yaşamış oldukları katliam kamuoyunda bu derece şiddetli tartışılmazdı. Zira bu mesele bu kesim tarafından on yıllardır dile getiriliyor fakat kamuoyuna mal edilemiyordu.
Ceket ve Şapka Cumhuriyeti
Son tartışmaların kaynağı olan demecin etkisi de gösteriyor ki bizim Cumhuriyet, artık zamanın ruhunu taşıyamayacak derecede sembollerle süslenmiş içi boş bir Cumhuriyettir. Sembollerle süslenmiştir çünkü çağdaşlaşmayan halkını yeri geldiğinde kanun uygulansın diye mezarından çıkarıp asan, yeri geldiğinde ise çağdaş kıyafetlerle süsleyerek idam sehpalarında asan bir Cumhuriyet’tir bizimkisi.
Şapka takmadı diye İstiklal Mahkemeleri’nce yargılanan sanığın, idam edilmeden önce eceliyle ölmesi üzerine, ‘gereği düşünüldü’ heyetinin ‘mezarından çıkarılıp tekrar asılmasına’ yollu bir karar verebildiğini biliyoruz.
Sembollerle süslenmiş çağdaş Cumhuriyet, asıl manasını ortaya seren benzer pratikleri muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde de sergilemişti.
Dersim katliamının sembol ismi Seyit Rıza’nın idam ediliş şekli Cumhuriyet’in sembolik düzeyde kalan çağdaşlaşmasına güzel bir örnek teşkil etmektedir:
Katliam ve işgalin ardından Seyit Rıza yakalanmış ve kafasındaki sarık çıkarılarak yerine fötr şapka takılmıştı. Ceket giydirilmiş ve medenileştirilmişti!
Şapka ve ceket Cumhuriyeti, Necip Fazıl’ın değimiyle ‘Cesetleri değil, manaları idam eden tarihin’ sahibi Cumhuriyet, ceketle ve fötr şapkayla ‘medenileştirdiği’ Seyit Rıza’yı asarak, bizlere rejimin pratiklerinin asıl ehemmiyetini hatırlatan şifreyi yüksek sesle bir kez daha haykırmıştı:
‘Biz Çağdaşlaşmak istemeyen gericileri çağdaşlaştırır öyle asarız.’
Kahramanları Asanların Tarihi ‘Tarih’ Olurken
Her zaman ‘çıbanbaşı’ olarak muamele görmüş olan Dersim, bir ameliye ile ‘kökünden kazındı’ ve on binlerce insanın ölmesi, binlercesinin ise sürgüne gönderilmesiyle sona eren bir manevra olarak tarihe geçti. Resmi değil tabii, reel tarihe.
İmparatorluk kalıntısı bir toprak parçası üzerine ve önceki imparatorluktan kalan tüm siyasi ve kültürel bağlara sünger çekmiş bir sistem üzerine bina edilmiş olan modern-ulus devletin içerisinde modernleştirme ve tek tipleştirme uğruna yüz binlerce insan bu şekilde katledilmiş ve yine yüz binlercesi bu şekilde asli bağlarından koparılmak suretiyle sürgünlere tabi tutularak asimile edilmiştir.
Uğruna insanların katledildiği, hayatların karartıldığı, ocakların söndürüldüğü ulus-devlet yaratma sürecinde, resmi tarih aracılığıyla her ne kadar geçmişin kanlı sayfaları süngerlenmeye çalışılsa da gerçekleri öğrenmek için bir ‘tık’ın bile yeterli olduğu bu bilgi çağında, geçmişte nelerin yaşanmış olduğu konusunu merak eden halklardan artık hiçbir şey saklanamamaktadır. Yeri gelir bir ‘tıkla’ olur bu, yeri gelir bir demeçle.
Artık şeffaflık, sert esen bir fırtına gibi önüne geleni içine katarak ilerliyor ve devlet merkezli ulus-devlet anlayışını bertaraf eden bu pratikle birlikte toplumu ya da bireyi merkeze alan sistemlerin vücut bulması kaçınılmazlığını dayatıyor.
Artık ‘hayali cemaat’ler yaratan ulus-devletlerin son kullanma tarihi geçiyor ve globalleşmeyi vazeden bilgi çağı vicdanlara çekilen sınırları yerle bir ediyor.
İnsanlar artık sorgulamaya başlıyor. Gerçeklerin hiç de kendilerine anlatıldığı gibi olmadığını öğrenen insanlar artık sorular sormaya başlıyor:
Türkiye Cumhuriyeti’nin Tarih Kitapları’nda, bu ve hakkında mürekkeplerin yetiştirilemeyeceği kadar yazı yazılabilecek bir konu olan Dersim Katliamı’ndan neden bahsedilmez?
Neden toplam nüfusu 100 bin olan Dersim’in ölen 70 bin insanından, 70 bin hikayeden, Seyit Rıza’nın asılması olayından bahsedilmez?
Neden Dersimlilerin idam sehpalarında “Evlad-ı Kerbelayık, ayıptır, zulümdür cinayettir…” deyip kendilerini asmak zorunda kaldıklardan, annelerinin entarileri altına saklanarak, üzerlerine kurşun ve bombalar yağdırılırken göğüslere bastırılarak yaşatılmış çocuklardan, süngülerle karnı deşilen hamile kadınlardan, çocukların kan akan Munzur deresinde cesetler altından ezildiklerinden bahsedilmez?
1915’lerden, 6-7 Eylül’lerden, tüm mallarına el konulup ceplerinde en fazla 20 dolar bırakılan Rumlar’ın sürgün edilmesinden, ölüm sebebi şapka takmamak modern olmamak olanlardan, tek çare olarak isyana yönlendirilen Kürtlerden, Fail-i Meçhullerden 27 Mayıslardan, 12 Eylüllerden, Diyarbakır cezaevinden… neden bahsedilmez?
Sonra, tüm bu soruları art arda dizen insanlar, bunlara verilebilecek tek bir cevabın olduğuna ve bu cevabın da, resmi tarihlerin özünü faş eden bir cümlede, Cesur Yürek filminin giriş kısmında benzer sorulara verilen cevapta gizli olduğuna kanaat getirirler:
“Çünkü tarih, kahramanları asanlar tarafından yazılır.”
1 Yorum
Yazan:mer'A-kıl Tarih: Ara 4, 2011 | Reply
Nedense başlık bana yaralı hayvanların etinin yenilemez leş olmasının(mındar) önüne geçmek için kesilmesini hatırlattı.
Bazıları için de bazı insanlar, mevcut gücü telef olmadan devşirebilmek için biran önce kesilip yenilmesi gereken yaralı hayvanlar gibi(ki yaralı hayvanın nasıl saldırganlaşacağı bilinemez). Aksi takdirde sadece bir formaliteyi yerine getirmek istendiği için eceliyle ölen birinin mezarından çıkarıp asıldığı iddia edilmiş olur o kadar.
Asılanlar ne kahramanlar ne de vatan haini değiller. Yazıda ifade edildiği gibi bugün bir “tık” ile kahraman denilenlerin kahraman, hain denilenlerin de hain olmadıklarını öğrenmek mümkün. Amma velakin toplum kahraman ve hain görmek istediği sürece onlardan üreten isimsiz üreticiler de bir tık mesafesinde olacaktır.
Ogün Samast birilerinin bayrak önünde birlikte poz verdiği bir kahraman, Atilla Yayla da birilerinin “haini” veya tam aksi…
Kendisine gerçek olarak sunulana vakıf olabilmek için soru sorabilen insanların kahramanlarının yada hainlerinin olması mümkün değil. Bugün ne yazık ki konuşulamaz denilen konuların etrafına örülen ve aşılması gereken tek engel ne yazık ki sadece dikte edilmek istenen resmi ideolojiye uygun olarak düzenlenmiş kanuni yaptırımlar değil.Hain ve kahraman savrulmalarıyla konular konuşulup tartışılamıyor bile.
Elde kılıç göğüs göğüse can pahasına meydanlarda savaşılan zamana ait mottoya uygun bir zihniyetle tarihin, asılan kahramanlardan ve hainlerden ibaret olduğu “sorgusuz sualsiz” kabul edildiği sürece resmi ya da gayri resmi tarih yazmak isteyen gönüllü cephe savunucuları da olacaktır;
Asılarak öldürülenler kahramandırlar. = Tarih, kahramanları asanlar tarafından yazılır.
İnsanları inandıklarından vazgeçirmek, onları bir şeye inandırmaktan daha zordur.
Kahramanlar üzerinden düşünmeyi düşündürten bu yazı için zihninize sağlık 🙂