Silkiniyorum, ayağa kalkıyorum, direniyorum, başkaldırıyorum!
By Fatma Sancak on Ara 7, 2011 in Filistin
“Ona söyle, ona ordudan bahset, ona ordudan gurur duymasını söyle. Ona ölü kızların ailesinden bahset, ona onların isimlerini söyle neden olmasın, ona söyle [ki] tüm dünya biliyor o neden bilmesin [ki]? Ona orada ölü bebekler olduğunu söyle, bebekleri görmüş mü? Ona utanacak hiçbir şeyinin olmadığını söyle. Ona bunu kendi kendilerine yaptıklarını söyle. Ona, insanlar kendileri için üzülsünler diye kendi çocuklarının öldürülmelerini istediklerini söyle, ona onlar için üzülmüyorum de, ona onlar için üzülmemesini söyle, ona üzünülmesi gerekenin bizler olduğumuzu söyle, ona bize acı çekmekten bahsedemeyeceklerini söyle. Ona şimdi bizim demir yumruk olduğumuzu söyle, ona bunun savaş sis perdesi olduğunu söyle, ona güvende olana kadar onları öldürmeyi bırakmayacağımızı söyle, ona ölü polisi gördüğümde güldüğüm de, ona onların şimdi yıkıntılarda yaşayan hayvanlar olduğunu söyle, ona onları [tümden] yok etmiş olsak üzülmeyeceğim de, sadece dünya bizden nefret ederdi, ona eğer dünya bizden nefret etse umursamam de, ona bizim daha iyi kinciler olduğumuzu söyle, ona bizim seçilmiş insanlar olduğumuzu söyle, ona de ki onların bir çocuğunu kanlar içinde görüyorum ve ne hissediyorum? Ona bu [çocuk] o değil diye mutlu hissettiğimi söyle.”*
* Yedi Yahudi Çocuk: Gazze için bir Piyes (Seven Jewish Children: A Play for Gaza)İngiliz oyun yazarı Caryl Churchill tarafından 2009 yılında yazılmış bir oyundur.
İntifada, bir direnişin adıdır. Dünyanın en güçlü ve en acımasız ordularından birinin teknoloji harikası(!) silahlarına karşı bir halkın çocuklarıyla başlayan, bir direnişin adıdır.
İntifada, zalimlerle mazlumların savaşı, füzelerin karşısında Filistin taşlarının konulduğu bir direnişin adıdır. Çocukların direnişidir, intifada.
Tek kanallı günlere düşen bir unutulmaz anıdır; acıdır bendeki yeri. Televizyon ekranında, gözümün önünden iki iri asker geçer, aralarına sıkıştırdıkları yüzünden kan sızan Filistinli bir çocuğu sürükleyerek götürdükleri bir dağ eteği, o çocuğun, o çocukların kollarını Filistin’in taşlarıyla kırıyorlardı. Yakalayıp götürdükleri o çocukların kollarını ve ince parmaklarını iki taş arasında eziyorlardı. Düştü mü kulağınıza feryat eden bir çocuk çığlığı, doldu mu yürekleriniz, yüreğinizden gözlerinize Filistin’den akan bir çift nehir yerleşti mi? Okudunuz mu kelimeleri, yaşadınız mı o anı? Onların yaşamı kelimeler olmadan yaşanıyor, kelimeler olmadan.
Nicedir yazmak istiyorum, Filistin’i… Filistin deyince, yazmak nedir ki? Oturduğum yerden, dokunduğum tuşlarla bir Filistin yazmak ağır geliyor bana. Yüreğimin halkı Filistin her dakika yanıyor ve acıyorken tüm dünya susmuşken bir kaç kelime düşmek o ülke için benim için utançtan fazla bir şey değil. Yaşayamıyorken Filistin, kadın ve çocuk ve hatta erkek, yazıyor olmak utanç. Filistin taşlarla direnirken, oturduğum yerden sadece yazıyor olmak… Taşların can kesildiği bir zamanda taş atamadığım, taş olduğum, taşlaştığım için iğreniyorum kendimden. Filistin derken, yazmak dediğim nedir ki?
Uzun zaman, yıllar geçiyor belki. Herkesin yaşamı değişiyor, dünyaca değişiyoruz ve hatta gelişiyoruz sadece bizler yaşıyoruz bu gelişmeyi ve değişmeyi. Filistin halen yanıyor, Filistin için gelişme susmayan silahların sesleri arasında asla uyulmayacak ‘ ateş kes ‘ yalanlarından geçiyor. Filistin için gelişme, ölümlere ölüm eklemekten geçiyor. Her şey, herkes değişiyor çok kanallı zamanlara geçiyoruz, ben yine yakalıyorum o ekranda bir Filistin acısı; insanlığın körlüğünde yine aynı askerler, yıllar geçmiş, her şey değişmiş bir tek Filistin ve Filistin’in çocuklarının katilleri değişmemiş. O katiller yine bir annenin çığlığı, feryadı arasında, o annenin kollarından kopartarak götürüyorlar o çocuğu, ağlıyor, direniyor, katiller bu kez neresi olduğunu bilmediğim bir yere sürükleyerek götürüyorlar o çocuğu. Nereye gittiğini bilemediğim bir çocuğun başına neler gelebileceğini biliyorum; işkence. Taş atan bir çocuğun korkan yüreğini hissediyorum içimde, nasıl bir acıdır, nasıl acıtır? Yıkıldım yine kendime bile dokunamayacak kadar yıkık… Ben yıkıldıkça, dünya kör ve sağır kaldıkça yıkılmıyor, tükenmiyor Filistin, insanlarına insan ekliyor. Çocuklar bereketleniyor, kutsal Filistin toprağında, ölüm bitmektir oysaki Filistin’de ölüm çoğalmaktan geçiyor, biz bitiyoruz, insanlığımız bitiyor, Filistin taş atan çocuklarıyla bereketleniyor, Filistin direniyor, silkiniyor, ayağa kalkıyor, emekleyen çocukların yürümeye doğru ilk adımları direniş, Filistinli çocukların ilk adımı: İntifada! Biz çürüdükçe onlar yeşeriyor. Filistin duymazlığımıza rağmen tüm gücüyle, onuruyla direniyor.
1. İntifada 1987 Aralık ayı… İşgalci israil’in öldürdüğü 6 Filistin çocuk için direniyor Filistin. İşgalci israil yıldırma yöntemlerine yenilerini ekliyor silahlar susuyor, zulüm susmuyor. Şiddet başlıyor, kol kırma, kemik kırma, dipçikleme, baş ve karın ezmeye başlıyor, işgalci israil’in zalim katilleri, kendilerine asker diyorlar, öldürmeye programlı bu robotlar topluyorlar yüreğimin halkının çocuklarını.
2. İntifada 2000 Eylül ayı… Çocuk katillerinin emir vericisi ariel şaronun Kudüs’te Müslümanların kutsal mekânı Haremüsşerif’i ziyaretiyle başlar. şaron, provokasyona, tahrike gelir, istediğini de alır.
1948’de başlayan Filistin yok etme projesinde işgalci israil durdurak bilmeden, dünyanın gözleri önünde katline ve yok etme projesine devam etti. Bugüne yani 28-29 Eylül 2. İntifada’nın yıldönümüne geldiğimizde işgalin 60. yılında elimizde öldürülmüş binlerce insan üstelik çoğunluğu savaşmadığı halde yatağında, okulunun bahçesinde katledilmiş çocukların acısı ve unuttuğumuz Filistin’den başkası yok. Bir de yüreğine eğilip dokunamadığımız insanların içimize yerleşmiş, bekleyişlerine sessiz kalmamızdan kaynaklı vicdansızlığımız. Taşlara bakarken taşlaştığımızı hissetmeyişimize yakın bir donukluk bizdeki sessiz kalış.
2. İntifada’nın yıl dönümüne yakın bir gün Kudüs’ten yeni dönmüş bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Benim içim zaten yukarıda yazıklarımla dolu. O anlatıyor ben dinlemiyorum duyduğum her kelimeyi canlandırıyorum, bahsettiği her Filistinliyi tanıdığım bir insanın yerine koyuyorum, Filistin’i kendi ülkem kılıyorum, o anlatıyor ben dinlemiyorum, anlattıklarıyla hissetmeye, Filistin’i yaşamaya çalışıyorum. Empatiyi falan kaldırıp atmalı bir tarafa yabancı kelimeleriyle anlatamazsınız yerli acıları. Yaşayın şöyle bir siz de benim yaşamaya çalıştığım gibi… Filistin 60 yıl silah sesleriyle ölüm sessizliği arasında gitti geldi. Son dönemler silah sesi duyulmuyor ama sessiz işgal devam ediyor.
Kudüs’ten yeni gelen arkadaşım anlatıyor baskıyı, yıldırmayı haydi siz de bir anlığına kendi ülkenizi Filistin kılın; alın çocukları önce kirlensin üstleri başları, yırtık ve yıpranmış, ellerini kirletin. Ceplerine taş koyun, üşüsünler, aç kalsınlar, çekin alın tüm cıvıltılarını yüzlerine acı dolu bakışlar ekleyin, çocuk çocuk bakmayı haram kılın onlara, sonra babanız olmasın işgalci bir israil askerinin öldürdüğü bir babanın yetimi olun, sevdiğiniz kadın kayıp olsun, evladınız öldürülmüş. Kendi ülkenizde vatanınızda olsun tüm bunlar. Sonra kutsallarınızı getirin gözünüzün önüne, ülkeniz, camiiniz, havranız, kiliseniz, Anıtkabiriniz, Ayasofyanız, evini sizin için kutsal ne varsa hepsini kuşatan adım başı yerleştirilmiş güvenlik noktaları(!) yerleştirin her birinin etrafına kendi ülkenizde kendi toprağınızda 20’li yaşlarında ellerinde savaş silahlarıyla adım başı geziyor olsun. İşgalci ülkenin askerlerinin canları istediğinde size kimlik sormalarını, tepeden bakışlarını içinizden hissedin bakalım. Geçmiş acılarınızda sırtınızda olsun hafif kamburlaşın, acıdan bir kambur olsun sırtınızda. Yüklenip tüm bunları şimdi bakın Filistin’e kelimeler olmadan, Filistin deyince bunlar gelsin yüreğinize ve silkinin, ayağa kalkın, direnin Filistin için mi? Hayır! Kendi içinizdeki insanlığını yitirmiş tarafa dikilin. Filistin zaten direniyor, Filistin zaten intifada da. Bizim Filistin olmamız Filistin’i anlamamız için önce kendimize direnmemiz gerekiyor, susmamıza karşı direnmemize ihtiyacımız var. Zaten Filistin halkı işgalci siyonist israili biliyor ve niyetini anlıyor, anlamadıkları insanlığın ne yaptığı ya da neden yapması gerekeni yapmadığı.
Katıldığım bir söyleşisinde Abdurrahman Dilipak ‘Filistin imtihanını veriyor, ya biz?’ demişti, ya biz? Şimdi, Filistin direnişinin yıl dönümünde siz de direnin biraz önce kendi içinizden başlayarak direnin ancak kendi direnişiniz başlangıcından çıkılır Filistin’in tozlu sokaklarına, avuçlarımda sımsıkı tuttuğum Filistin toprağıyla, direniyorum, başkaldırıyorum, yıl dönümünde kelimeler olmadan insansızlığa! Şimdi biraz siz de, direnin, başkaldırın, konuşun, kelimeler olmadan!
Kelimeler Olmadan
Uç uç böceği,
kanatlı karınca…
Ahh, mavi boncuk, kara kelebek.
Kurşunlara,
sımsıkı yumulmuş bir kalp.
Sen Kabil,
buklelerinden sızıver,
kara gözlerinin,
çatık kaşlarının
tam
ortasına yer(leş),
kırmızı bir karanfil ol.
Geceyi kusursuzca ikiye böl.
Önce ışık.
Sonra ses,
ardından…
Geceyi kusursuzca ikiye böl.
Tam yumarken gözlerini;
önce ışık,
sonra ses,
ardından
ölüm.
Bölünmüş gecelerin seherinden kop ey yangın,
gel yüreği(miz)e kon.
Bölünmüş gecelerin kelimelerinden,
bir ses,
bir ses daha…
Katliam!
Katliam,
yüzümü kanla yıka,
ellerime parçalanmış bedenler sun,
dilime ağıtlar düşür.
Şimdi
beni ayağa kaldır.
Ayağımı gözyaşıyla kaydır.
Artık,
Filistin’in düştüğü yerde,
ölüme bulansın insanlık.
Şimdi,
Kabil’in izinde, isyana…
Acılarımızın vurduğu yerde,
isyana!
… Biraz okumak için…
Yahudi oldukları için mi zalimler?
İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!
Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.