Kemalizm’in nurlu ufukları
By İbrahim Becer on Ara 28, 2011 in atatürkçülük, CHP, Kemalizm
Bir süredir şunu düşünmekteyim: “Toplumların belleğini bir kanser gibi sarıp sarmalayan, onları birer dokunulmaz kılan kişi ya da kurumlar bize özgü bir maraz mıdır, yoksa bu halet-i ruhiyeye ve onun mümbit örneklerine tüm dünyada sıkça rastlamak mümkün müdür?”
Cahil aklımla, üzerinde toplum olarak kuvvetle ittifak ettiğimiz bir kişi, kurum, bir duruma karşı davranış biçimi düşündüm ama zamanımı zayi ettiğim düşüncesiyle vazgeçtim. Atatürk’ten tutun da Türkiye’deki şike tartışmalarına, oradan Tayyip Erdoğan’a kadar, hatta ve hatta Van Depremine varıncaya kadar onlarca isim ve olay karşısında çıkan kakofoniye kulak kabartmak belli bir zaman sonra şiddetli bir ıstırap vermekte meraklısına. İşin daha da garibi, bir yeterlilik aranmamasının verdiği rahatlıkla herkesin söyleyecek bir sözünün olması.
Demokrasi bu değil midir? diye çıkışacak dostlara da selam olsun ama tüm bu itiş kakışın sonunda varabildiğimiz bir menzil varsa söyleyin ki içimiz serinlesin.
Sevan Nişanyan ve Yusuf Hallaçoğlu’nun 1915 yılına ait iddialarının bu kadar taban tabana zıt olmasının sebebi ne olabilir. O yıllarda yaşananlar bir soykırım mıdır, büyük bir acı mıdır, İttihatçıların meydanı boş bulmasından kaynaklanan bir oldubittisi midir ya da hepsinin bir araya gelmesi neticesinde meydana gelen trajik bir hadise midir? Mesele sadece üç beş paragrafla neticelenecek bir mesele olsa kalem oynatmaya değmez de paragrafların sonu gelmiyor bu ülkede. Mümtaz Er Türköne’nin Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kuruluna atanması sonrası yaşananlara bakıyorum ve anlam veremiyorum. Böyle bir kurumun varlığından haberdar bu ülkede bırakın sıradan vatandaşı, kaç tane Atatürkçü vardı acaba.
Toplumsal uzlaşı sağlayamadığımız onca olay arasından yine de Kemalizm ve onun izlediği yol, yazarçizer tayfası için her zaman geçerliliğini korumakta. Cumhurbaşkanı tarafından atandığı yeni görevinden rahatsız olan Kemalistlerin, sokak ortasında Mümtaz er Türköne’yi protesto etmeleri ilgimi çekmedi desem yalan olur. Tüm tersanelerine girilmiş, tüm kurumları zapt edilmiş ve memleketin tüm sathı mailinde söyleyecek sözü kalmamış bir Kemalist Kitlenin nihayet sokaklara inmesi ve acemice de olsa şikâyetlerini dile getirmesi aslında sağlıklı bir gelişmedir. Rekabetin kalite getirdiği bir çağda, eşit şartlar altında yarışacak izm’ler, biz müntesiplerin ufkunu açacaktır şüphesiz.
Kaldı ki Atatürkçülük veya Kemalizm savunuculuğu artık sıradan bir örgütlenme meselesi olmaktan çıktı bu ülkede. Dağları meşe palamuduyla donatmak amacıyla yola çıkan Hayrettin Karaca’nın Tema Vakfıyla, seçilmişleri derdest etmeyi kendine görev addetmiş bir zamanların Şener Eruygur’unun ADD’si aynı başlık altında değerlendirilebilir mi? Bıçak gibi keskinleşmiş bir Kemalist’i, bu saatten sonra Devletin herhangi bir kurumunun tatmin edeceğine ben ihtimal vermiyorum. Kemalizm Örgütlenmeciliği de sanılanın aksine ‘altın günlerini’ dilediği gibi at oynattığı mazisinde değil, henüz yeni yeni tanıştığı hücre tipi yapılanmacılığıyla müşerref olacağı geleceğinde yaşayacaktır. Çünkü mazisinde Türkiye’nin tüm kalburüstü kurumlarını arkasına alan Kemalistler birkaç yıl içinde hemen hemen tüm mevzilerini kendi tahayyüllerinde oluşturdukları düşmana kaptırdılar. Eğer eski güçlerinde olsalardı ne gerek vardı sokaklarda üç beş kişiyle “Zaman’ın Mümtaz’ı o koltuktan defol” diye çığırmaya?
Bundan bir müddet önce bir yazım yayımlanmıştı bu sitede: “Kemalist İslam; Atatürk’ün vecizeleri” adında bir yazıydı. Ben o yazıda Atatürkçülük başlığı altında gerçekleştirilen örgütlenme modelinin, bir dinin tesisi esnasındaki örgütlenme modeliyle paralellik arz ettiğinden bahsetmiştim. O günden bu yana düşüncelerimde hiçbir değişiklik olmadığı gibi gidişat da beni doğrular nitelikte.
Ama bir farkla! Türkiye’de Kemalistlerin çok büyük bir çıkmazı var düşüncelerini irşat bakımından. Kabul edersiniz veya etmezsiniz Türkiye’de en büyük, en etkili beş sivil toplum kuruluşunu saymanız gerekse iki tanesi bellidir: Milli Nizam geleneğinden gelen Ak Parti ve Fethullah Gülen önderliğindeki Nur Cemaati. İkisinin de birbirlerinden ayrılan yanları, paralellik gösterdikleri alanlar olmakla beraber bu başka bir yazının konusu. Benim ilgilendiğim teşkilatlanma modelleridir. Her ikisiyle de ömrümün bir noktasında yollarım kesiştiği için hakimi olduğum bir konudur teşkilatlanma modelleri. İkisi de hemen hemen aynı kaynaktan çıkmakla beraber hiç yan yana yürümediler diyebilirim.
Seksenli yılların ortalarında Milli Gazete’yi bir cemaat evine sokmak bir suç teşkil etmekteydi. Buna mukabil, Milli Görüşçüler de Cemaatin bu suya sabuna dokunmaz tavrına illet olurlardı. Ahmet Tekdal’ın o sözünü hatırlayanınız var mı: “Siyasete ilgisiz kalmak, mevzii muarızlara terk etmektir” diyordu. Öyle ya da böyle her ikisi de varacakları menzilden emindiler. Kadrolarını, o kutlu günde hazırlıksız yakalanmamak adına o günlerden hazırladılar. Eğitimin önemini anladılar ve özellikle Cemaat varını yoğunu buraya yatırmakla kalmadı, gönüllüleri vasıtasıyla İstiklal Marşını beş kıtada okutarak dostu düşmanı kendine hayran bıraktı.
Uzun ve çileli yıllardan sonra, onları gelinen noktaya taşıyan süreç aslında Dinler Tarihi açısından aşinası olduğumuz bir süreçtir. Siz hiç toplumların hakimleri tarafından ilk seferde benimsenmiş bir din hatırlıyor musunuz? Aksine bir hak din, verdiği mesajlarla ekâbir takımının tekerine çomak sokar. Bu yüzdendir ki dinlerin ilk müntesipleri her zaman toplumun en alt kesimi olmuştur.
Gerek Nur Cemaati gerekse Milli Görüş Hareketi bir dinin müntesiplerinin hareketidir. Bütün teşkilatlanma yapısı, toplumun hakim kesimine karşı duruşu, yıllar yılı itilip kakılması, Devletin kilit noktalarındaki kurumlara karşı olan duruşu bir dinin irşadı esnasındaki davranış biçimiyle birebir örtüşür. Henüz kabul etmeseler de müntesipleri tarafından bir din olma yolunda emin adımlarla yürüyen Kemalizm Hareketiyle aralarındaki en büyük fark da buradadır. Tamamıyla tepeden inmeci bir kaynaktan beslenen, Jakobenizmin yaşayan en büyük mirasçısı, kendini her türlü kutsalın üzerinde gören Kemalist Kesim, bugünlerde kendini ifade etmenin sıkıntısını çekmekte.
Keşke haddini bilseydi ve kendine rakip olarak bir düşünce biçimini esas alsaydı Kemalizm. Din adına ne varsa gelip tam karşısında bağdaş kurmuş bir sistemin bugün tek çıkar yolu, hiç alışık olmadığı şekilde kendini halkına anlatmak, onun ne düşündüğünü anlamaya çalışmak ve her şeyin ötesinde önünde çok uzun bir yol olduğunu kabul etmekten geçmekte. Yani, bir dinin irşadı sürecinde izlenen yolun aynısını takip etmektir bu yol. Hatta evveliyatında yaptıkları göz önünde bulundurulursa, Kemalizm’in kabulü toplumun bir kesimi için yeni bir dinin kabulünden de zordur.
Umalım ki başarılı olsunlar, seçilmişleri derdest etmek için meydanlarda darbe çığırtkanlığı yapmak yerine sokaklarda Mümtazer Türköne’yi protesto etsinler, gücünü devletin ceberut kurumlarından almak yerine halktan alsınlar ve kendileri rahatladıkları gibi seksen senedir itip kaktıkları bu halkı da rahatlatsınlar.
Ama her şeyden önce Atatürk’ün bir insan olduğunu kabul etsinler ve işe oradan başlasınlar.
… Kemalizm ve CHP konusunda okumak için …
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.