RSS Feed for This Post

Varlık ve Hiç – Jean-Paul Sartre (Bölüm 6: Gölge)

 “…Yaşam geçip giden bir gölgedir, oynadığı rolü süresince sahnede boy gösteren gariban bir aktör gibi, sonra bir daha duyulmaz sesi. Bir aptalın anlattığı zırvalarla dolu hikâye gibidir, anlamsızdır…” (William Shakespeare, Macbeth, 1606)[1]

Eğer adına “gölge” ya da “yansıma” dediğimiz fizikî hadiseler olmasaydı vehimden, evhamdan,  aldatıcı şeylerden bahsetmek zor olurdu. Adına “Kâinat” dediğimiz şiir kitabı bir alet kutusu gibi. Her bilimsel olay kendi bilimsel gerçekliği dışında bir de sanatsal / metaforik açılımlara gebe. Suyun akışı veya rüzgârın esmesi Zaman’ı, kuş tüyü anne şefkatini, alevler Aşk’ı temsil edebiliyor. Bu Kâinat şiiri sayesinde hissettiklerimizi paylaşabiliyoruz. Bize özel olan, en içteki, en derin dünyamızı “ötekilere” açmak için yazdığımız şiirler, şarkılar bu Kâinat şiiri sayesinde yankı buluyor. Birlikte yaşamanın önkoşulu olan empati de şiire muhtaç.  “Ötekilerin” acı ve sevinçlerini anlayabiliyorsak yine bu ortak(?) şiir diliyle değil mi?[2]

Gölge Shakespeare’in sevdiği bir metafor. Kıymetli olmayan, varmış gibi görünen aldatıcı şeyleri, vehimleri anlatıyor gölge ile. Meselâ Venedik Taciri‘nde şöyle diyor:

 “Bazı insanlar sadece gölgeleri öperler. İşte onlar mutluluğun sadece  gölgesini tadarlar.” [3]

Gölgeler ilginç varlıklar(?). Eğer değişmez madde miktarı, kütle, hacım vb perspektifinden bakarsak gölge diye bir şey yok. Meselâ Madde/Anti-madde karşıtlığı gibi bir foton/anti-foton karşıtlığından bahsedemiyoruz, Işık’ın zıddı bir fizikî karanlık yok bilimsel olarak.[4]

İyi ama o zaman bir “gölge gördüğümü sandığım” zaman nedir gördüğüm? Işık kaynağının önüne bir cisim geldiğinde, ışık engellendiğinde biz bir gölge görüyoruz. Işık görmeyi umduğumuz yerde ışık yoksa “gölge var diyoruz. Gölgenin varlığı bir borç gibi, ödenmemiş bir maaş, iptal edilmiş bir randevu, bayram günü çalmayan bir telefon… Gölge herkes için değil sadece ışık ümid edenler için var. Jean-Paul Sartre’dan dinleyelim:

 “… Varlık’a nüfuz etmiş olan Yokluk’la arasındaki ilişkiye odaklanmak fena bir fikir değil. Çünkü insanların Varlık karşışında takındıkları tavır ile Hiçlik’e bakışları arasında bir paralellik gözlemledik. gölge ve ışık örneğinde olduğu gibi Varlık ve Yokluk’u iki zıt bileşen gibi düşünmeye meylediyoruz. Bu perspektife göre aynı anda varolan iki kavram birleşerek varlıkları oluşturur ve her ikisini ayrı ayrı, izole biçimde düşünmek faydasızdır.  Saf Varlık ve saf Yokluk birer soyutlamadan ibarettir ve ancak bu ikisinin birleşmesi somut gerçeklerin temelini teşkil eder…” (Varlık ve Hiç, sf. 46)

Yani Gölge ışık kadar/gibi yok. Ama eğer “Gölge Işık’ın yokluğudur” dersek o zaman gölge var. Yok’un varlığı… Sartre’ın tabiriyle kendi-için-olan (“être-pour-soi” ) YOK’un varlığını görebilir. Yani “yok” da vardır ama onu bekleyen, şuurlu bir göz için vardır. Objektif, bilimsel mânâda, kendinde-olan (“être-en-soi” ) mânâsında bir “YOK” yoktur.(Bkz. Daha önce yayınlanan Boşluk ve Özgürlük konulu bölümler)

Neden çok ışık varken çok gölge var? Neden gölgem benden hiç ayrılmıyor? Neden ışık yere yakınken gölgem uzuyor? Yakında karanlık konulu bölümü yayına gireceğiz. Gözümüz (=aklımız) gölgelere alışsın ki zifiri karanlıkta da görebilelim diye bir kaç fotoğraf paylaşıyorum… ve tabi bir kaç yorum:

 

Gölgeler ile “gerçek” arasındaki fark sadece renksizlik değil. Gölgeler cisimlerden daha büyük ve sayıca daha çok olabiliyorlar. Işık kaynaklarının sayısı arttıkça gölgelerin sayısı da artıyor. Oysa gölgeye sebep olan cisim tek!

 

Woody Allen’in « Gölge ve Sis » adlı filminden bir sahne. Gölgeler ışığa mani olan “gerçek” cisme kıyasla daha büyük olabildikleri gibi renksiz oluşları onları daha korkutucu kılıyor. İnsan silüeti her hangi bir insan görüntüsüne kıyasla daha sembolik. Meselâ bir erkekler tuvaletinin kapısındaki silüet gibi. Fakat her insanda ortak olan hayvanî veçheleri de simgeleyebiliyor gölgeler. Tehdit, saldırganlık, içgüdüsel hareket etmek… Yüzünü görmediğimiz insan daha “az insan” görünüyor. Maskeli hırsızlar ya da Guantanamo’daki güneş gözlüklü işkenceci Amerikan askerleri gibi.

 

Cisim mi gerçek yoksa gölge mi? Gölge oyunları çorap gibi tersine çeviriyor “hayal – gerçek” algımızı. Elleriyle tavşan gölgesi yapan gölge oyuncusunun niyeti bize ellerinden bahsetmek değil. “Tavşan” demek istiyor. Bir niyet var ve o niyet, o mânâ cisme nüfuz ediyor. Sanatçının muradı, iradesi cismen ifade buluyor. Sanatın başladığı nokta burası. Eğer bir gösteri sırasında izleyiciler “paramız boşa gitti, saatlerce adamın ellerinin gölgesinden başka bir şey görmedik” derse yalan mı söylemiş olurlar? Yoksa gerçek mi? Gerçek nedir? “Sanatçının” niyeti mi yoksa o niyetin nüfuz ettiği madde mi? Mona Lisa bir sanat eseri midir yoksa kurumuş bir boya izi mi? Okumayı bilmeyen bir insan en güzel kitapları soba tutuşturmak için kullanabilir. Ama o kitabı yazan ya da okurken zevk alan biri için bu cinayet gibi bir şeydir. Gölge oyuncusuna bakarak tekrar sorun kendinize: Gerçek oyuncunun elinde mi yoksa gölgenin düştüğü perdeye bakan gözlerde mi?

çöp yığınlarından elde edilmiş bir gölge. Perdede sırt sırta vermiş bir çift. Zihnimizin “perdesinde” de oluşan bu çift gerçekte yok mu? Büyük ihtimalle sanatçının niyeti de buydu. Onun da zihninde bir çift vardı ve bize bunu aktardı. Ama çöplerin perspektifinden bakarsak çift yok. Hatta ışık sönerse gölge bile yok.

 

Gölge kavramı acayip. Gerçek perdesinde açılan bir delik gibi. Mutlak olarak gerçek sandığımız 5 duyudan oluşan gerçeklik aslında bir puzzle, bir yap-boz. Zihinsel olarak inşa ettiğimiz kavramları gerçeğin kendisi sanıyoruz. Yukarıdaki görsel bu yanılgıyı ne güzel ifade ediyor. Aşılmaz, sonsuz gibi görünen gökyüzünün maviliğinde bir delik ve arkasında gerçekten sonsuz olan uzayın siyahlığı. Gördüklerimizin varlığı ve görmediklerimizin yokluğu üzerine bir kez daha düşünmek zorunda kalıyoruz. Gölgeler 5 duyuya güvenerek bir varlık teorisi inşa edemeyeceğimizi her an hatırlatan uyarı levhaları sanki…

Güvercinler ve anti-Güvercinler birlikte geziyor. Gerçek güvercinlerin aralarında bıraktıkları alan güneş tarafından aydınlatılmış. Aydınlık yüzeylerin her birine, neredeyse tam ortasına bir güvercin gölgesi düşmüş. Işığın geliş açısı ve güvercinlerin yerde olması sebebiyle gölgelerde ne bir deformasyon ne de büyüme görünüyor. Tam bir vehim: Güvercin ve anti-Güvercin bir arada!

 

Işık sayesinde “görünür” (= var? ) olan yok-ışık, Red Kid’in gölgesi şaşkın. Red Kid gölgesinden (yani Yokluk’tan?) daha hızlı çekmiş silahını ve gölgesini vurmuş. Gölge şuurlu bir varlık gibi (être-pour-soi). Silahına davranmakta gecikmiş, cismanî bir varlık gibi; (être-en-soi) gövdesine giren kurşun onu hayrete düşürmüş.

 

Dipnotlar

Eski İngilizce orijinal metin:  “… Life’s but a walking shadow, a poor player, That struts and frets his hour upon the stage, and then is heard no more. It is a tale told by an idiot, full of sound and fury, signifying nothing …”

2000’li yıllarda Türkiye’de yaşayan bir insan 1600’lerin İngilteresinde yazılmış bu simgeyi anlaması nasıl mümkün olabilir? Kültürel, teknolojik, coğrafî ve dinî engellere rağmen Shakespeare’in “gölgesi” neden bu kadar kolay yankı buluyor bizde? Meselâ İstanbul’da yaşayan, metroya binen, iPhone ile internete bağlanan Müslüman bir Türk gencinin şuurunda? Demek ki görünen, zahirî gölgelerin ötesinde baş harfi büyük yazılmak üzere Gölge’nin de bir Hakikat’i var. Demek ki yaşadığı asır, ülke, kültür ne olursa olsun her insan fıtrî bir “sözlük” yoluyla Kâinat şiirini aynı biçimde anlayabiliyor.

Eski İngilizce orijinal metin: “Some there be that shadows kiss; such have but a shadow’s bliss”

4° Vikipedia sade bir tanım vermiş:

“…Gölge, saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık. Bir nesneye ışık kaynağından yayılan ışık çarptığında, nesnenin aydınlanan yüzünün tersinde oluşan karanlığa gölge denir. Noktasal bir ışık kaynağından çıkan ışınlar doğrusal bir yol izler. Önüne konulan ışık geçirmeyen bir cismin arkasına kaynaktan çıkan bazı ışınlar ulaşabilir bazı ışınlar ulaşamaz. Cismin arkasında kalan ve ışık kaynağından çıkan hiçbir ışının ulaşamadığı bölge tam gölge olarak adlandırılır. Bir kısım ışınların ulaşabildiği bir kısmının ulaşamadığı bölgede oluşan karanlık ise yarı gölge olarak adlandırılır..”

 

… Gözlerin (=Aklın) daha iyi görmesi için…

RSS Feed for This Post

Dikkat Kitap: Derin Göz

“…Sanat’ın amacı nedir? Eğer Hakikat dosdoğru gelip hissiyatımıza ve şuurumuza çarpmış olsa, eğer çevremiz ve kendimizle doğrudan iletişime girebilmiş olsak, zannederim Sanat faydasız olurdu ya da hepimiz sanatçı olurduk çünkü ruhumuz Kâinat’ın musikîsi ile sürekli bir Tevhid halinde titrerdi.

Hafızamızın yardım ettiği gözlerimiz Mekân’ı oyar, taklidi imkânsız tablolar kesip çıkarırdı. Bir bakışta İnsan bedeninin canlı mermerinden  ilkçağ heykelleri kadar güzel heykel parçaları yakalardı. Ruhlarımızın derinliğinde kimi zaman neşeli, çoğu zaman da hüzünlü ama hep özgün bir müzik duyardık… iç yaşamımızın sürekli ezgisini… Aslında bütün bunlar bizim etrafımızda, içimizde ama hiç birini ayrı ayrı hissetmiyoruz.

Bizimle Tabiat arasında… hayır! Bizimle şuurumuz arasına bir perde girmiş. Sıradan insanlar için kalın bir perde, sanatçı ve şair için ince, neredeyse saydam bir perde. Hangi peri kızı dokumuş bu perdeyi? Bir tuzak mı? yoksa iyilik için mi dokunmuş? Yaşamak gerekiyor ve yaşam çevremizi sadece ihtiyaçlarımız doğrultusunda hissetmemizi gerektiriyor. Yaşamak eylem demek. Uygun tepkiyi vermek amacıyla hissetmek, faydası ölçüsünde hissetmek çevreyi. Öteki hislerin karanlıkta kalması ya da bize “karartılmış” biçimde ulaşması gerekiyor.

Bakıyorum, gördüğümü sanıyorum, dinliyorum, duyduğumu sanıyorum, kendimi inceliyorum ve kalbimin derinliklerini okuduğumu sanıyorum…” (Henri Bergson, Le Rire, sayfa 115-120)

 İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi?

Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne… (Buradan indirebilirsiniz)

Trackback URL

  1. 3 Trackback(s)

  2. Mar 11, 2012: Varlık ve Hiç – Jean-Paul Sartre (Bölüm 7: Karanlık) : Derin Düşünce
  3. Haz 29, 2012: Hakikat’i neden göremiyoruz? : Derin Düşünce
  4. Ara 29, 2014: Karanlık / Zulmet / Darkness / Obscurité / الظلام

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin