Tüketim Uzmanları-2 / Sınıf mı yoksa statü mü?
By Müleyke Barutçu on Şub 24, 2012 in Çeviri, Ekonomi, Kapitalizm, Liberalizm, Lüks Tüketim, Marx, Toplum
“…Mesela, aileleri aynı gelir düzeyine sahip 100 Rum, 100 Kürd, 100 ‘Türk’ bebeği karşılaştıralım. Hayatları boyunca karşılaşacakları şeyler hakkında kesin tahminlerde bulunabilir miyiz? Bu bebekler ilkokul veya orta okulu bitirme, üniversiteden mezun olma, doktor olma, Türkiye başbakanı seçilmeleri bakımından eşit olasılıklara mı sahiptirler? Tabi ki hayır. Sosyal sınıflaşma da işte bu sosyal eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin sonuçlarıyla uğraşır…”
Tüketim Uzmanları-2 (Charles Allen Scarboro)
Çeviren : Müleyke Barutçu (Orijinal metin Today’s Zaman‘da yayınlandı)
Geçen bölümde bazı sosyologların modern toplumlarda tüketimin rolü üzerine soru ve görüşlerini tartışmıştık. Ama başlığım olan’tüketim uzmanları’ noktasına gelmemiştim. Tartışma konumu üzerine inşaa edeceğim yere gitmek için gereken ayrıntılara girmeye ihtiyaç vardı. Bu bölümde tüketimde uzmanlığın önemi üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Ama uzmanlık konusuna geçmeden önce, sosyologların toplum hakkındaki düşüncelerinden giderek yine detaylara gireceğiz.
Statü endişesinin ne olduğu, hangi faktörlerin buna sebep olduğu ve bununla başa çıkmak için hangi stratejilerin kullanılabileceği soruları daha geniş bir alan olan sosyal sınıflaşmaya dahildir. Sosyologlara göre, sosyal sınıflaşma bizi toplum içerisinde kollektif parçalara ayıran bu yapılarla ilgilidir. Bu kollektif gruplardaki konumlanma önemlidir. Çünkü her sınıf farklı yaşam koşulları ve toplumun değer verdiği tüketim malları ve hizmetlere göre farklı seviyelerle karakterize edilir. Yani, mevkisi düşük bir insana kıyasla, yüksek bir mevkide yer alan kişi daha iyi yaşam koşullarına ve değerli olduğu düşünülen şeylere ulaşımda daha geniş imkanlara sahiptir. ‘Yaşam fırsatları’ bir insanın başına gelebilecek olası şeyler demektir. Mesela, aileleri aynı gelir düzeyine sahip 100 Rum, 100 Kürd, 100 ‘Türk’ bebeği karşılaştıralım. Hayatları boyunca karşılaşacakları şeyler hakkında kesin tahminlerde bulunabilir miyiz? Bu bebekler ilkokul veya orta okulu bitirme, üniversiteden mezun olma, doktor olma, Türkiye başbakanı seçilmeleri bakımından eşit olasılıklara mı sahiptirler? Tabi ki hayır. Sosyal sınıflaşma da işte bu sosyal eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin sonuçlarıyla uğraşır.
Sosyologlar, bir toplumun farklı düzeylerinde yer alan insanların hayat koşullarının gözle görülür bir şekilde birbirinden farklı olduğunu farketmişlerdir. ABD’ den örnek verecek olursak, en son nüfus sayımına göre, ‘siyah’ ve ‘beyaz’ Amerikalılar hayata çok farklı yaşlarda veda ediyor. Siyah doğan insanlar Amerika’da ‘race tax’ denen ırk vergisi ödüyorlar- ‘beyaz’ Amerikalılar 5 yıl daha fazla yaşasın diye. Farklı ırklarda doğan insanlar hesabına, benim ırk statüm, bana hakedilmemiş fazladan zaman veriyor.
Hayatın her alanına yayılmış olan farklılıklar
Türkiye için elle tutulur istatistiklerim yok, ama cin gibi olan okuyucular yukarıda bahsedilen Rum, Kürd ve Türk bebeklerin yaşam fırsatları hakkında iyi tahminler sunabilir. Farklı ekonomik düzeydeki insanların yaşam koşullarına baktığımızda, değişikliklerin hayatın (diğer) her alanını da kaplamış olduğunu görüyoruz. Yine ABD verilerini kullanarak, fakir bebeklerin fakir olmayanlara kıyasla, hayatlarının henüz ilk senesindeyken ölme oranlarının fazla olduğunu görüyoruz. Fakir insanlar, sağlık bakımından daha kötüler ve tıbbi konuda daha az destek alıyor. Fakirler ruhsal hastalıklardan daha çok muzdarip. Okul hayatının her aşaması için bitirme konusunda daha az meyilliler. Fakir çocukların özgüvenleri, ve önlerine çıkan fırsatları yakalama eğilimleri daha düşük. Dünyayı tehlikeli ve düşman olarak görme eğilimleri, kendilerine kıyasla daha yüksek bir ekonomik düzeye sahip yaşıtlarından daha fazladır. Fakir yetişkinler, fakir olmayan yetişkinlere nazaran daha fazla iş kazasıyla karşılaşırlar. Orta ve yüksek sınıflar, dini organizasyonlara katılma ve oy kullanmada daha isteklidirler. Bunlara bağlı olarak fakirlerin hayattan daha fazla şikayetçi olmalarına şaşmamak gerekir. Öyleyse, görünen o ki, sosyal katmanlaşma, sosyolojik düşüncede merkezi bir yere sahiptir ve ortaya çıkışından beri pek çok yönden tanımlanmıştır. Sınıflaşma konusundaki en önemli iki analizci Alman-İngiliz Karl Marx ve Alman teorisyen Max Weber’dir.
Türkiyedeki insanlarla konuştuğum ya da gazeteleri okuduğumda, insanların sınıflaşmadan bahsettiklerinde sık sık Marx’ın analizinin yankılarını duyuyorum. Burjuvazi ve proletarya kelimeleri, öğrencilerimin ağzında sakız olmuş. Gazetelerde ve televizyonlarda, yorumcular ‘Anadolu Kaplanlarının’ başarısıyla ortaya çıkmış olan ‘yeni burjuva’ ve bugünün Türkiye’sinde gerilim yaratan sınıf çatışmaları hakkında konuşuyor. Bence insanlar bu Marxist fikirleri kullanıyor, çünkü anlaşılmaları kolay ve dünyayı suçsuz mazlumlarla iğrenç zalimler olarak ikiye ayırıyor. Buna ek olarak, bu benzetme Batı’yı, kalpsiz şişman kediler tarafından idare edilen kapitalist toplumlar olarak atfetmeye elverişli kılar. Bu kolay Marxist analizde, kimsenin kimsenin katılımına ve toplumdaki eşitsizliklerden yararlanmasına bakmasına gerek yoktur. Dejavantajlı olmak her zaman bir başkasının hatasıdır. Bazı yönlerden Marx’ın sınıflaşma teorisi anlamak ve yardım almak için kolaydır. Topluluklar (sosyal sınıflar) ve bir toplumun ekonomik altyapısı arasındaki ilişkinin, bir kimsenin sınıf yapısını anlamak için en önemli ölçüt olduğunu savunur. Bugünün Türkiye’sinde, Marx belli başlı farklılık gösteren ve birbirine zıt olan iki toplumsal sınıf görecektir. Bunlar fabrikası ve diğer üretim girişimciliği olanlarla çalışma kabiliyetlerinden çok daha az şeye sahip olanlardır. Yazmış olduğu binlerce sayfanın içinde, tekrar tekrar işçi(proleterya) ve mal sahibi(burjuvazi) arasındaki temel zıtlığa değinir. Marx için, bu ilişkiyi bir kez anlayan, toplumun geri kalanını da açık bir kitap gibi okuyabilir. Mal sahipleri kontrolü ellerinde tutarlar ve kolay yaşamları vardır; işçiler ise bir ‘insan’ için gayet kötü koşullarda didinirler ve gittikçe insanlıklarından uzaklaşırlar. Migros için tavuk kesimi yaparak hayatını kazanan bir insanla Migrosun sahibinin hayat koşulları arasında çok farklılıklar vardır. Marxist analiz, sosyal sınıfları anlamak adına çok güçlüdür tabi ki, ama, Max Weber’in sosyal sınıflaşma konusunda sunduğu analiz çok daha doğru ve güçlüdür.
‘Ekonomiyi kontrol edenler, bu kontrolü yaşam fırsatlarını artırmak için kullanırlar’
Weber Marx’a toplumun ekonomik yapısı ve insanların ekonomiyle ilişkilerinin çok önemli olduğu ve ekonomiyi kontrol edenlerin, bu kontrolü yaşam fırsatlarını artırmak için kullandıkları konusunda katılır. Ama Weber, diğer iki sınıflaşma sisteminin öneminden de bahseder. ‘Parti’ ve ‘statü’ olarak adlandırılan diğer iki sistem, sınıf sisteminin ekonomik ilişkileri ile hem yanyana ve ilişkili hem de bu ilişkilerden bağımsız bir şekilde işler. İnsanlar kendilerini bu üç sistem içerisinde çok farklı pozisyonlarda bulabilir. Mesela, İran’dan Türkiye’ye sonra da Avrupa’ya afyon kaçakçılığını yöneten bir çete lideri çok miktarda paranın hakimidir ve lüks içinde yaşar, ancak suç dünyası dışındaki insanlar tarafından saygı görmez ve fikirleri değersiz kabul edilir. Böylece katmanlaşma sistemi içinde farklı yerler işgal eder; ekonomik sistemde(sınıf) yüksektir ama toplum hayatına olan etkisi(parti) ve hiyerarşik saygıda(statü) aşağıdadır. Weber katmanlaşmanın üç sistemi arasındaki bağımsız ilişkiyi göz önünde bulundururken, Marx bunu önemsemez.
İnsanlar genelde, Weber’in ‘parti’ kavramını düşünürken, düşünceleri politik partiye kayar. Politik partiler, güç arayışında olan ve bu gücü kendi yararlarına kullanmak isteyen insanlar topluluğudur. Politik partiler, toplumdaki güç sisteminin önemli bir parçasıyken, Weber dikkatimizi güç arayışında olan ve o gücü kullanan diğer topluluklara çeker. Mesela, Mısır’daki ‘Müslüman Kardeşler’ politik parti değildir ama Weber’in düşüncesine göre parti kavramı içerisinde yer alır. Kardeşlik üyeleri, politik sistem dışında, toplum üzerinde etki kazanmak ve o etkiyi uygulamak için birarada çalışırlar. (Tabi ki, Müslüman Kardeşler, güçlerini politikayı da etkilemek için girişimde bulunurlar, fakat, politik sistem etki etmek istedikleri alanlardan sadece bir tanesidir.) ABD’deki kadın hareketleri ve sivil hareketler, bir çok toplumdaki çevreci hareketler, İspanya’daki Opus Dei, Türkiye’deki Gülen Hareketlerinin hepsi, Weber’in parti düşüncesine birer örnektir. Weber için partiyi ayırt eden şey, organizasyonun etki sahibi olması ve toplumu kendilerine fayda sağlayacak ve yaşam şartlarını olumlu kılacak şekilde değiştirmesidir. Sınıf, ekonomik sistem içinde ve statü, sosyal onur alanında işlerken, Weber iğneli bir söz söyler:’Partiler güç evinde yaşar’.
Tüketimi, bir sistem, iletişim ortamı veya birinin kişiliğini ve değerini belirtme yolu olarak düşünebiliriz. Bu çerçevede Weber sosyal sınıf ya da partilere değil statü sistemlerine odaklanır. Gelecek bölümde tüketici davranışlarında “saygı ve onur” kavramının rolü üzerine yoğunlaşacağım.
… Komşu konularda e-kitap okumak için…
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca…
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur?
Demokratik yolla yönetilen bir ülkede halkın tercihleri daha güçlü, bazen daha “sosyal” bir devletten, kolektif dayanışmadan, yüksek asgârî ücretten yana olabilir. Yani daha az liberal bir devletten. Peki halka rağmen dayatılmalı mıdır liberalizm? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkların iradesi çiğnenebilir mi?
2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. ve ABD, Fransa, Almanya gibi “batamayacak kadar büyük” devletler dahi zorlanıyorlar. Halk için kurulmuş, halkın vergisiyle yaşayan batılı ulus-devletler finans sektörünün emrine girmiş gibiler. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemiyor insanlar, protesto ediyorlar. Ama batılı ulus-devletler ısrarla hatta bazen polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar.
Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkları finans sektörünün kölesi yaptı?
Liberal düşünürlerin içinde Hayek ve Mises gibi peşinen anti-demokratik duruş almış bir çok isim var. Ancak batı demokrasileri bu gerçeği yeni keşfediyorlar. Dünyaya özgürlük dersleri verirken kendi demokrasileri liberalizmin ağırlığı altında çökebilir. Okuyacağınız kitap halk iradesi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. (Eserlerinden istifade ettiğimiz fikir adamları: Edmund Burke, Ludwig Von Mises, Friedrich A. Hayek, Atilla Yayla, Karl Marx, Hannah Arendt, Alexis de Tockeville, Alexandre Soljenitsyne, Noam Chomsky, Ignacio Ramonet, Max Weber) Kitabı buradan indirebilirsiniz.
“Liberalizmin Ak Kitabı” adlı kitabımızın önsözünde söz verdiğimiz gibi sıra Kara Kitap’ta! Neden? Kemalist ulus devletin tektipleştirici silindiri altında ezilenler için bir umut teşkil etti liberalizm. Kürt, Ermeni, Alevî, “aşırı” dindar, Eski Solcu, vs Atatürkçülerin gözünde “makbul olmayan” kimlikleri haiz insanlar “ideolojisiz bir ideoloji” bulduklarını düşündüler. Yine de sormak gerekmez mi “Ben de liberalim” diyenlerin içinde kaçı bu düşünce geleneğini derinlemesine inceledi? Güçlü ve zayıf yanları, Türkiye’ye uyan ve uymayan vasıfları hakkında bilgi sahibi oldu?
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini, temel ilkelerini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde YIKICI KUSURLARI var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor.
Özgürlük nedir? Devletin, toplumun ve bireylerin özgürlükler üzerindeki hakları sınırlandırılabilir mi? Liberalizmin merkezine aldığı bireysel özgürlükler ve piyasa her derde deva mıdır? Özgürlüklerin birbiriyle sınırlanması ANLAMLI mıdır?
Büyük bir kısmı liberal olan düşünürlerin perspektifinden liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard veTürkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?
Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:Notdefteri Tarih: Nis 10, 2017 | Reply
———- Mesela, aileleri aynı gelir düzeyine sahip 100 Rum, 100 Kürd, 100 ‘Türk’ bebeği karşılaştıralım. Hayatları boyunca karşılaşacakları şeyler hakkında kesin tahminlerde bulunabilir miyiz? Bu bebekler ilkokul veya orta okulu bitirme, üniversiteden mezun olma, doktor
olma, Türkiye başbakanı seçilmeleri bakımından eşit olasılıklara mı sahiptirler? Tabi ki hayır. ————–
Böyle bir tahminde bulunamadığımız gibi yunanistanda veya ırak kürt yönetiminde bir türkün de başbakan olabileceği hakkında eşit haklara sahip olduğunu düşünemeyiz. Eşyanın tabiatına aykırı olmasada düşünemeyiz.