Siyah-Black / Sanjay Leela Bhansali
By Fatma Sancak on Şub 27, 2012 in Göz, İnsan, Karanlık, Sanat, Sinema
Sevgili kardeşim Melike Bayraktar’a…
“Benim hikâyemdeki dünya farklı.
Sesler sessizliğe dönüşür… Aydınlık da karanlığa…
Benim dünyam bu…
Ne görülür, ne de duyulur.
Benim dünyamın tek bir ismi var: SİYAH”
Siyah/Black (2005) yönetmenliğini Sanjay Leela Bhansali’nin yaptığı Hindistan yapımı bir film. Eğer görmeyi göz-bakmak-görmek şeklinde tek düze bir eyleme indirmişseniz “doğuştan kör ve sağır bir kız ile öğretmenin öyküsüdür” diyerek özetleyebilirsiniz. Ancak görmenin “gözler-görme” serüveninden fazlası olduğuna inanıyorsanız filmi özetlemeniz, yazıya dökmeniz mümkün değil. Zaten bence film şu cümle başlıyor:
” Karanlıkta gözlerinizin bile size bir yararı olmaz.”
Öyle ise “göz-bakmak-görmek” görebilmek için yeterli değildir. Filmin iki başrol karakterinden biri olan Michelle “gözleri” olan ancak “göremeyen” bir çocuktur. Demek ki görmek için gözlerinizin olması yetmiyor. Michelle’nin kör ve sağır olmasından kaynaklanan sıkıntılarını anlayamayan babası Michelle’yi akıl hastanesine göndermek istiyor. Ancak görme ve işitme engelli olan Michelle’nin, kendini adamış öğretmeni Bay Sahai’nin uğraşları sonunda okumayı, yazmayı, işaret dilini öğrendiğini ve üniversiteden mezun olduğunu gördüğümüzde babasının “gözleri” olmasına, “görebilmesine” rağmen Michelle’nin yerinin akıl hastanesi olmadığını göremediğini görüyoruz. Demek ki, görmek için “gören gözler” de yetmiyor. Michelle’nin öğretmeni Bay Sahai normal gözlere, Michelle’yi görebilen gözlere sahip olmasına rağmen karanlıkta kaldığı bir odada görebilmek için “ışık” istiyor. Demek ki, gözler, görebilen gözler de “ışık” olmayınca göremiyor.
Dolayısı ile buradan çıkan sonuç, gözlerin, görebilen gözlerin, derini görebilen gözlerin aynı zamanda “ışık” gibi bir zemine de muhtaç olduğu… Belki de bu nedenle filmde “ışık” filmin zeminini oluşturuyor, metafor olarak filmin tabanında bulunuyor.
Filmde yemek yemeyi bile -öğretilmediği için- beceremeyen kör ve sağır Michelle’nin öğretmeni Bay Sahai’nin insanüstü bir çaba ile üniversiteden mezun olacak duruma getirdiği Michelle, üniversitede bir derste bir şairin “düş için gözler gereklidir” savına keskin bir eleştiri getiriyor: ” Şaire katılmıyorum! Gören gözler değil akıldır. Görmüyorum ama düşlüyorum.”
Sahi görebilmek için “akıl” yeterli midir? Yeterli ise Michelle’nin eğitim alabileceğine vaktiyle inanmayan babası bunu aklı olmadığı için mi inanmıyordu? Yahut Michelle’nin öğretmeni Bay Sahai’nin bu insanüstü çabasının kaynağı akıl olabilir mi? Hiç sanmam! Orada devreye “inanç” girer; inanmak!
Michelle üniversitede eğitim alabilmek için üniversiteye başvurur ancak özel durumundan dolayı bir danışma kurulunun mülakatından geçmesi gerekmektedir. Film bir üst paragrafta ifade etmeye çalıştığım akıl-inanç paradoksunu şu repliklerle ifade ediyor:
– Danışman: Dünya’da kaç okyanus var? (Akıl)
– Michelle: Benim için her su damlası bir okyanustur. (İnanç)
Zaten filmde hırçın ve saldırgan bir çocukluk geçiren Michelle ile öğretmeni Bay Sahai’nin ilk diyalog kurduğu belki de Michelle’nin öğretmeni Bay Sahai’yi kabul ettiği sahne ikisinin ellerinin “su damlaları” altında buluştuğu anki sahne. Duyamayan ve göremeyen Michelle, öğretmeninin anlayabilmesi için Michelle’nin ellerini ağzına götürerek hecelediği sözcükleri, teninde hissederek anlasın diye kollarına, parmaklarıyla yazığı sözcüklerden ilkini “su damlacıkları” altında hecelemeye başlıyor: “wa-ter” (Su)
Film arasında ufak bir not gibi duran Michelle’nin kız kardeşinin olay içerisindeki rolü, Michelle ile olan ilişkisi aslında filmdeki “görebilme-görememe” kısmına yapılan ikinci atıf olarak durumu kuvvetlendiriyor. Filmin gözyaşlarınızı tutamayacağınız bu bölümünde Michelle’nin kız kardeşi: “Çocukken Michelle ile oyunlar oynadığımız günlerden birinde oyun sırasında koşarken ikimiz birlikte düştük, ağlamaya başladık. Ağladığımızı duyan anne ve babamız bize doğru koştular. Ama ikisi de Michelle’ye yöneldi. Ben orada ellerimi uzatmış bir şekilde kaldım. Bana ellerini uzatmadılar, beni görmediler.” Bu kez görülmeyen Michelle değil kız kardeşidir.
Filmin daha başlarında Michelle’ye eğitim vermesi için tutulan öğretmeni Bay Sahai, henüz işe başlamadan, işin ne olduğunu öğrendiği mektubu okuduktan sonra: “Ona sözcüklerden bir kanat takacağım Bayan Nair, uçmayı öğreteceğim.” diyor. Gerçekten de bu sözleri söyleyen öğretmen Bay Sahai, Michelle’ye bir kanat takıyor. Karanlığın ve siyahın Michelle’nin dünyasını boğmasını engelliyor.
Ancak biz filmden şunu da öğreniyoruz, kanatları olan Bay Sahai, kanatsız Michelle’ye kanat takıyor. Ancak hayat odur ki, gün geliyor Bay Sahai kanatlarını yitiriyor, yitirdiği kanatlarını üzerine hayatını kurduğu Michelle’nin kanatları önünde kendini buluyor. İşte o gün Michelle, öğretmeni Bay Sahai’nin kanatları oluyor.
Dünya kanatları olanlar, kanatları olmayanlar, kanatları olup olmadığının bile farkında olmayanlar, kanatları kırıklar arasındakilere “ışık” olan bir zemin, ışığımız var ise “görmememiz” mümkün değil. Michelle’nin söylediği gibi “Beni unutursan nasıl yaşarım?” Birbirimizi unutursak nasıl yaşarız?
Sanat üzerine e-kitap okumak için…
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.
Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.
Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
7 Yorum
Yazan:MY Tarih: Şub 27, 2012 | Reply
çarpici bir yazi, çarpici bir film (görmedim ama 🙂
hep dogustan kör olup iman eden insanlarin ne “gördüklerini” merak etmisimdir. Hangi dinden olursa olsun… Bu yazida anlatilanlari oldukça aydinlatici buldum. film yapilirken seçilen metaforlar, karanlik, görmek ve isik… gerçekten çarpici ve kâinat siirinin evrenselligini ispat ediyor. Hindistan’a hiç gitmemis ve kör olmayanlar (meselâ bizler) bu filme baktiklarinda neler GÖRüyorlar? neden GÖRüyorlar?
tevazuya davet ediyor Kâinat siiri. Hayir! Gerçekçi olmaya davet ediyor. icad ehli degil kesif ehli olmaya bir davet var KARANLIK’in evrenselliginde…
Ellerine, zihnine saglik güzel kardesim 🙂
Yazan:cb Tarih: Şub 27, 2012 | Reply
Teşekker bana ait zira yazarken Mehmet Yılmaz’ın “Derin Göz” yazılarına öykündüm…
Sanat tek başına tefekküre davet eden bir alan.
Yazan:a ö Tarih: Nis 2, 2012 | Reply
filmi yeni izledim.
aslında kağıt kalemle izlenmesi gereken bir film… insanı gülümseten ve hüzünlendiren anlar oyunculukla birlikte harmanlanmış. ince ayrıntılar heryerde… derin sözcükler üzerine düşünürken, holywoodla dalga geçebilecek ufak tefek göndermelerde aralarda duruyor. michelin şarlo gibi yürüyor olması ve hocası sayesinde insanlar arasında hep saygın olması sayısız ince ayrıntılardan ikisi sadece…
Yazan:çuvaldız Tarih: Nis 2, 2012 | Reply
sadece gören gözlerle okunmayan wa-ter gibi hissedilen de bir yazı olmuş Cemile eline sağlık..
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 2, 2012 | Reply
“Tanrı söz konusu olduğunda hepimiz körüz” diyordu mezuniyet konuşmasını yaparken…
Öğretmeni önce ona sert davrandı. Anne şefkatinin bile nasıl umuta engel olduğunu gördük filmde. Sonra asıl şefkati öğretmeninde gördü ve ona inandı. Ve teslim oldu. Öğretmeni ona bambaşka bir dünya açtı. Görmediği bir dünyayı hissettirdi. Umut verdi, başarma hırsı verdi. Ve yetersiz kalıncaya kadar onun yanında oldu.
Çok güzel bir filmdi. Tekrar tekrar izleyip okumak lazım.
Öyle alıştırmışlar ki bizi Amerikan sinemasına. Bunun dışında iyi bir iş yok zannediyoruz.
Film izlemek isteyen bunu izlesin. Konusu insan olan, duygu olan, kalp olan filmler lazım insanlara. Yeter artık. Animasyonlarınızdan da, milyon dolar bütçelerinizden de bıktık.
Yazan:çuvaldız Tarih: Nis 2, 2012 | Reply
Biz görenler sınav sırasında ön sırada oturan arkadaşından kopya çeken öğrencilere benziyoruz. Bakıyor ve taklit ediyoruz. Aceleci, öze vakıf ol(a)mayan görmelerimiz bir körün el sürçmelerinden farksız çoğu zaman.
Filmin başlangıç cümlesi de gören insanların bu aceleciliğine bir atıf gibi;
-Tanrının kusurlu(!) bıraktığı iki insan hakkındaki hikaye…
Hikayenin, biri bildiği her şeyi, sözcükleri ve anlamlarını(bilgi) unutan diğeri de sözcükleri ve anlamlarını hiç öğren(e)memiş olan iki kişiye ait olduğunu düşünüyorsak şayet bizim de kusursuz mutluluk(!) arzusuyla kızından vazgeçmeye hazır babadan pek farkımız yok demektir. Kusur bizde, bizim İnsan tahayyülümüzde, kendimizi merkeze alarak yaptığımız İnsan tanımımızda demektir.
İnsanların parmak izlerine, dnasına varıncaya dek birbirlerine benzemediklerini bilip, bunların bizden “farklı” olanlarını kusurlu ilan etmek, milyarlarca kez tekrar eden bir dersi inatla öğrenmemeye benziyor.
Bugün filmi seyrettiğimde aklımdan geçen tek bir cümle vardı; Tekrar.
Michel’in ve öğretmenin hikayesi birbirinin aynısı olmayan, negatif-pozitif şeklinde birbirini tamamlayarak devam eden bir tekrara benziyor.
Tekrar konusunda Senai Demirci’nin kaleme aldığı güzel bir yazı vardı ve sanırım daha önce DD’de yayınlanmıştı.
Tekrar sadece Kuran’da mı? Bir kar tanesi, bir yağmur damlası, bir örümcek, bir karınca, bir tepe, bir yaprak ve bir renk… insan tüm bunlara bir el, göz, kulak, soluk, his mesafesinde. Öğrenmeye başlayanın sürekli tekrar edilen, hiç kaybolmayan alfabesi, sözcükleri, klavuz ipi, öğrendiklerini unutanlarınsa hatırlatıcıları. Bu sözcükler bir şekilde ama mutlaka Oku’nuyorlar.
Filmde öğretmenin Michel’in ailesinden mektubu aldığında karatahtada yazılı olan şiir bu yorumdan çok da uzak değil gibi.
Stopping By Woods on a Snowy Evening
Whose woods these are I think I know.
His house is in the village though;
He will not see me stopping here
To watch his woods fill up with snow.
My little horse must think it queer
To stop without a farmhouse near
Between the woods and frozen lake
The darkest evening of the year.
He gives his harness bells a shake
To ask if there is some mistake.
The only other sound’s the sweep
Of easy wind and downy flake.
The woods are lovely, dark and deep.
But I have promises to keep,
And miles to go before I sleep,
And miles to go before I sleep.
Robert Frost
New Hampshire
1923
Yazan:cb Tarih: Nis 3, 2012 | Reply
Film, filmden çıkarılan sonuçlar elbet önemli de, uzunca bir süredir bazı özel meşgalelerim nedeniyle yazmıyordum, bugün yorumları okuyunca yazmayı, yazdıktan sonra gelen yorumlar sayesinden “yeni, yine, yeniden” birden çok gözle “görebilmeyi” ne kadar çok özlediğimi fark ettim, düşünce böyle bir bereket bir kartopu iken birden bir çığ kadar büyüyebiliyor, sevgiler