TÜSİAD kadınlara ne kadar saygı gösteriyor?
By Katrin Baskiotis on Şub 29, 2012 in Kadın, TÜSİAD
Sunuş: 4+4+4 tartışmasıyla yine gündeme geldi. Kızların okuması, kadınların toplumsal hayata, ekonomiye, siyasete daha çok katılması… Çağdaşlık, modernlik tartışmalarının eskimeyen konuları. İyi ama TÜSİAD camiası çalışan kadınlara ne kadar saygı gösteriyor? Kreş açıyor mu meselâ? Doğum izni, emzirme izni ne durumda? Yasanın mecbur ettiği minimum seviyenin üzerinde bir saygı gösteriliyor mu çalışan kadınlara? TÜSİAD camiasında aynı işi yapan kadınların maaşı erkeklerin gerisinde mi yoksa eşit mi? Başörtülü kızlara ayrımcılık yapılıyor mu işe alırken? Sakın TÜSİAD gerici ve maço bir örgüt olmasın? 4 senedir eskimeyen bir makaleyi ilginize sunarım. (KB)
TÜSİAD’ın İç Hastalıkları ve Kadınlar
By Nurhayat Kızılkan on Ağu 13, 2008 in Kadın, TÜSİAD, vicdan | Edit
Ekşi Sözlük’te “TÜSİAD’ın kızkardeşi” olarak tanımlanan KAGİDER’e onun sınıfsal temellerinden yaklaşarak bakmak çok acımasızlık olmaz mı diye düşünmüyor değilim ama ne var ki mevcut durum başkaca bir şans da tanımıyor insana maalesef. Yani kapitalist kadın patronlardan feminist iddialar ne derecede mümkün? Bu makale bu soruyu açmaya çalışan girizgah niteliğinde bir yazıdır.
KAGİDER “Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği” adlı bir raporu akademisyenlere mevcut durumu tesbit etmek ve çözüm önerisi araştırmak amacıyla sipariş etmiş. Fakat “ülkemizde çıkan yasalardan ziyade onun uygulanma güçlüklerinden” söz ettiğimiz bir aşamada KAGİDER mensuplarının sorun çözmeye önce kendi işletmelerine çeki düzen vererek başlamaları gerekiyor.
TÜSİAD bilindiği gibi üyeliğin işinsanları ile sınırlı olduğu, üyelerinin ve sektörlerinin çıkarlarını gözeten ve devlet üzerinde baskı oluşturmaya, kamu politikalarını etkilemeye, ve politika reformları yapmaya yönelik faaliyetleri olan bir dernektir. AB süreci ile başlayan fon akışı sayesinde kalifiye maaşlı eleman çalıştırabilen STKların sayısı son bir kaç yılda bu kadar artmazdan evvel düzenli geliri ve nitelikli elemanı olan olan nadir STKlardan biriydi. Devletin çok güçlü olması yüzünden STKların kendini toplumdan çok devlete-yakın konumlandırmaları sorunundan TÜSİAD da nasibini alıyordu. Devletin TÜSİAD gibi STKlarla güçlü bağları ve sürekli bir diyalogları mevcuttu, ancak insan hakları dernekleri gibi diğer STKlarla çok az hatta yok derecede bir diyaloga girmekteydi. Öte yandan bilindiği gibi Türkiye’de güçlü bir kadın hareketi ve kadın sorunu üzerine çalışan güçlü STKlar vardır ancak bu harekete diğer STKLardan fazla destek verildiği söylenemezdi. Özellikle Türk sermayedarlarının bu gibi faaliyetlere sıcak baktığına çok yakın bir zamana kadar şahit olmadık.Çünkü devlet tarafından tehtidkar bulunan herşeyden sermaye de uzak durdu. Bazı değerlerin değişmesi yönünde Sivil Toplumun ifade ve faaliyet özgürlüğünün devlet tarafından kısıtlanmasına ses çıkarmadılar. Dolayısıyla bu devletçi tutumlarıyla “muhafaza”etmeye zımnen destek verdiler. Ancak özellikle son onyılda büyük sermayede kadınların yönetimdeki aktif varlığının hissedilir derecede artması ile kadınlar da erkek egemen görünen büyük sermaye dünyasında varlıklarını hissettirir oldular. Bir önceki nesilde örneğin Koç ailesinde şirket yönetimlerinde varlık göstermeyen kız evlatlar, daha yeni kuşaklarda örneğin Sabancı’da yönetim konusunda yetiştirildiler ve aktif görevler almaya başladılar. Batı’da gelişen “sosyal sorumluluk” kavramının iş dünyasında prestij getiren önemini farkeden yeni kuşak bu sermayedar kadınların kadın sorunlarına ilgi duymaya ve bu sorunlara karşı projeler geliştirme fikrine ise 1999 depremi sonrası STK’ların toplumsal meşruiyetini geri kazanması ve AB süreci etkisiyle sıcak bakar olduları söylenebilir. Çünkü özellikle 1980 darbesi öncesi “anarşik” faaliyetlerin kaynağı olarak algılatılan sivil toplum faaliyetleri toplum nazarında, ve de sendikal faaliyetler sermayedarlar nazarında bir çeşit lanetlenmiş faaliyetlerdi.1980′den 2004′te kabul edilen yeni Dernekler Yasasına kadar 20 yıldan fazla süre boyunca STKlar devlet tarafından sıkı denetime tabi tutulmuşlardı. Örgütlenme özgürlüğü ve sivil toplum üzerinde büyük kısıtlamalar sözkonusuydu. Uluslararası olabilecek her şeyde örneğin uluslararası ağlara katılma, ortak projeler yürütme ve bağış kabul etmede büyük sıkıntılar vardı. Ayrıca toplumsal olarak da insanlar sevdiklerini örgütlü faaliyetlerden uzak tutmaya çalışıyorlardı. Ancak 1999 depreminden sonra yapılan yardım faaliyetleri ile Sivil Toplum, kendini toplum nazarında akladı ve “tehlikeli” olmaktan çıktı.
Sınıf menfaatlerini koruyan kuruluşlar kategorisinde değerlendirilen TÜSİAD sadece ekonomik hayata değil, sosyal ve siyasi hayata da bir taraf olarak değişik zamanlarda müdehale eden ve bu müdehalesi ciddiye alınan bir kuruluş olmayı sürdürdü. Şimdi de aynı kuruluşun “kızkardeşi”nin yapıp ettikleri toplumda aynı derecede etkin olacağa benzer. Çünkü diğer sınıflardan, etnik gruplardan, felsefi bakışlardan kadınların oluşturduğu kadın kuruluşları çok büyük eforlar göstermelerine karşın medyada sınırlı bir şekilde yer alıyor ve KAGİDER kadınlarına kullanılan saygılı medya dili ile diğer feminist kurumların aktivitelerine uygulanan dil arasındaki çifte standart dikkati çekiyor. Ayrıca iki tür varlıklı kadının birbirine karıştırılmaması için belli bir dikkat de sarfediliyor. “Hayır kurumlarında” faaliyet gösteren “hamiyetseverler olarak ” “cemiyet faaliyeti” yürüten varlıklı kadınlar “cemiyet sayfalarında” okunmaya devam ederken, yeni nesil varlıklı kadın faaliyetleri için bu yeni kadınların nitelik farkıyla beraber bu yeni varlıklı kadın STK faaliyetlerine dair haberlerin gazetelerin daha nitelikli sayfalarında değerlendirilmeye başlandığı görülüyor.
Burada ayırd edilmesi gereken nokta bu tür üst sınıf kadın derneklerinin kimleri kadın saydığıdır. Çünkü “kurtarılmış Cumhuriyet kadını” konumlandırması sözkonusu ise bu tür bir üstten bakış ile “tabandaki” hangi kadınlara “dokunabilecekler”? Yani yine dönüp dolaşıp aynı soruna geliyoruz. Türkiye’yi homojen veya heterojen görme meselesi. Halbuki Türkiye’nin iki büyük turnusol kağıdı ve meselesi burada da geçerli ve sorular şunlar: TÜSİAD/KAGİDER’in kadınları diğer kadınları kadın sayıp haklarını korumaya karar vermek için hangi önkoşulları öne sürüyor? Yıllarca “canım hepimiz kadınız şimdi sırası değil” diyerek Kürt kadınların hem Kürt hem de kadın olmaktan gelen farklı ezilmişliğini gözardı eden Kadın Hareketi üyelerinin varlığı herkesin malumudur. Peki ya dindar kadınlar? Kadın denince içinde Kürt kadınların da bulunduğu, ülkedeki yetişkin kadınların %64′ünü ilgilendiren Başörtüsü Meselesine “gereksiz bir tartışma” demek dışında en hafif tabirle ilgisiz kalmış bir kurumun “kızkardeşinin” kadınlar hakkındaki çalışmaları ve sözleri elbette ilgiyle dinleniyor. Güler Sabancı gibi “kesinlikle feminist olmadığını” söylemenin hala prim yaptığı bir (erkek) iş dünyasında yaşayan iş kadınlarının “zaten hiç ezilmediklerini hep desteklendiklerini” söyleyen, “kurtarılmış” (ve şimdi de başkalarını kurtarmaya niyetlenen) ideal “Cumhuriyet kadınlarının” yeni bir versiyonu ötesine geçmesi için hem Başörtüsü meselesi hem de Kürt Meselesi gibi Türkiye’nin en önemli iki meselesinde sivil ve samimi olması bekleniyor.
Öte yandan başörtülü kadınların üniversiteye girmeleri konusunda ilgisiz kalan bir kurumun aynı kadınların çalışma hayatlarıyla ilgilenmesi elbette takdire şayan. Ama ilgilendiği kitlenin %64′ü başını örtüyorsa bu ilgisi ne derece değişiyor? KAGİDER raporunda belirtilen kentlerde %19 kadın işgücü oranı ile kadın işsizliğinden bahseden rapordan çıkarılacak sonuçlardan biri de sorunun işsizlikten ziyade mesleksizlik olduğudur. Kadinlar aynı erkekler gibi niteliksiz ve mesleksizler. Bu yüzden eğitim almaları gerekiyor ancak eğitim almak isteyen başörtülü genç kadınların sadece üniversiteler değil herhangi bir eğitim/kurs/seminer/kütüphane ziyareti veya okulu dışarıdan bitirmesi gibi durumlar için bile başını açması şart koşulurken KAGİDER’in bu konuda herhangi bir girişimi yok. Örneğin ayrımcılık ve toplumda kutuplaşmanın tehlikelerine dikkat çeken bir grubun üyesi olarak Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın yöneticisi olduğu yayın grubunda bir (1) tane bile başörtülü çalışan olmadığına dair (ayrımcılık bakımından) makul bir açıklaması var mı acaba? Hadi üst düzey yönetici, editor ve hatta muhabirliği bir kenara koyalım, bir kapalı odada, hedef kitleye görünmeden bir basörtülü kızın telefonlara bakması, örneğin “buyrun Milliyet” demesi çok mu ideolojik açıdan, kurum kültürüne zarar veren bir durum olurdu?
Diğer taraftan KAGİDER’in girişimci olmak isteyen kadınlara verdiği mentörlük eğitimleri yine elbette taktire şayan. Ancak sınıfsal çıkarları aşan bir boyuttan konuya bakıp bakmadıkları açısından KAGİDER’den beklenen işçi kadınların (hemcinslerinin) haklarını alması için kendi işletmelerinde ne gibi bir aksiyon aldıkları ve alacaklarıdır. (Burada da kadın mı yoksa patron mu olacaklarına bir karar vermeleri gerekmektedir.) Yine örneğin dernek başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın başında bulunduğu yayın grubunda bir çok gazete ve kanalın kocaman bir kampüs içinde aynı binalarda birarada olmalarına rağmen (yani çocuk yuvası açılırsa bu kampüsteki bir çok kurumda çalışan birçok kadının işine yarayacak ve çok verimli bir yuva olacağı hiç kuşkusuzken) hiçbir kurumda yuva olmadığı ve çocuk yapacak kadınların kara kara düşündüğü ve çocuk yapması halinde her an işten çıkarılma tehlikesi yaşadıkları biliniyor. Üstelik yine aynı yayın grubunun medyada sendikasızlaştırma konusunda yaptıkları ortada iken bu grubu yöneten bir kadının işgücü sektöründe kadın işçilere yapılan hak ihlalleri konusunda araştırma raporuna da bir yandan finans sağlaması oldukça şaşırtıcı. Bu şaşırtıcı ve paradoksal dünyada gelecekte şaşırmamak umuduyla.
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış