RSS Feed for This Post

Tüketim Uzmanları-5 / Sonuç

 “… Evdeki ayna endişeyi tetikler. Bizi ‘Belki de gerçekten sahtekarımdır. Belki de küçük siyah Chanel elbisemin iddia ettiği kadar değerim yoktur.’ demeye yönlendirir. Moda tüketicilerinin belki de hiç kimse oldukları hakkındaki endişelerini yenmek için var olan stratejileri, endişelerini gidermekten çok artırır. Yarış hiç bitmeyecek ve hiç kimse kalabalığın içindeki yerinden emin olamayacak …”

Tüketim Uzmanları-5 (Charles Allen Scarboro)

Çeviren : Müleyke Barutçu (Orijinal metin Today’s Zaman‘da yayınlandı)

 

Yazı dizisinde dört bölümdür, tüketim stratejileri ve bu stratejilerin ifade ettiği manaları inceliyorum. Bunu da üç tip tüketici üzerinden yaptım: yaşamsal tüketiciler, moda tüketicileri ve uzman tüketiciler.  Bu stratejilerin toplumdaki sınıflaşma sistemi içinde yer aldığını ifade etmeye çalıştım. Max Weber’i izleyerek birbirinden bağımsız ama paralel ilerlediklerini söyledim. Onları bağlayan şeyin, insanları yaşam koşulları bakımından farklı kılan sınıflaşmadaki hiyerarşiler (sınıf, parti, statü grupları) olduğunu belirttim.

İlk olarak, sosyal sınıf hiyerarşisinde yer alan yaşamsal tüketicilerle başladım. Sosyal sınıf ekonomik yapıyla olan ilişkilere dayalı kollektifler demektir. Moda tüketicileri genelde orta sınıfta yer alır. Ancak, onların asıl çabası değerli olduklarını ifade edebilecekleri sosyal onuru kazanmaktır. Bu çaba sosyal sınıf hiyerarşisinden çok statüyü etkiler. Moda tüketicileri orta sınıfın diğer üyeleriyle yarışırlar ve bu yarıştaki amaçları ‘birisi olduklarını’ göstermektir. Bu ‘oldukları birileri’ onları diğerlerinden daha değerli yapar. Tüketim objelerini bilen ve değerlendirenlere kıymetli olduklarının havasını atarlar.

Spor müsabakalarındaki taraftarlığın parti tabanlı bir tüketim olduğu dışında Weber’in güç hiyerarşisinden çok bahsetmedim. Daha genel olarak, parti tüketimi anıtsal bir görsellikle ilgilidir. Partiler, halkın üzerinde baskın durmak için büyük binalar inşa eder. Bu binalar üzerinden de güçlerini haykırırlar. Kemal Atatürk’ün Ankara’daki mezarı için kim ne derse desin, bu yapıyı gözardı etmek imkansızdır. Mimarisi ve ölçüleriyle, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü takiben gelen, parti çekişmesindeki kazananı temsil eder. Karadeniz’i Marmara Denizi’ne bağlaması önerilen bir kanal var. Bu kanalın, tüketimin çağdaş bir göstergesi olabileceği yönünde yorum yapmak çok da yanlış olmaz. Bu da bugünün Türkiye’sinde güç ilişkileri konusunda kazananın kim olduğunu gösterir.

Modanın Gereği Olan Savurganlık

Aslında bugün özellikle moda tüketiminin başarısının sınırları hakkında konuşmak istiyorum. Bir de uzman tüketicilerin bu limitlere üstünlük sağlamaları konusuna yoğunlaşacağım. Moda tüketicileri yüksek bir sosyal onur iddia eder demiştik. Ama onların bu onura erişimini engelleyen üç temel bariyer vardır.

İlki, modanın gereği olan savurganlık. Savurganlık ya iflasa ya da sahip olunan değeri alçakgönüllülükle kabule götürür. Modanın belli bir fiyat kotası yoktur. Çünkü bitmek bilmeyen ‘yeni sezon’lar geliyor ve daha yeni satın aldığımız şeyler hemen eskiyor. Geçen yılın modasını takip etmek bir insanı moda dışı yapmaya yeter de artar bile.

İkincisi, moda tüketimi popüler kültür sahasında boy gösterir. Moda, benim gibi sürünün içinde yer alan ve bana çok benzeyenler arasındaki rütbeli bir sistemdir. Mesela kredi kartı olan biri kendine sürünün içinde bir pozisyon edinse de, sürünün bir parçası olmaktan kurtulamaz. Sürünün lideri olan kuzu, sürüyü yemyeşil çayırlara çekse de hala bir kuzudur ve sadece diğer kuzular arasında ‘lider’dir.

Üçüncüsü, moda, Charles Horton Cooley’in ‘ayna benlik’ kavramındaki ayna olarak işlev görse de, her moda takipçisinin evinde başka bir aynası vardır. Evdeki ayna endişeyi tetikler. Bizi ‘Belki de gerçekten sahtekarımdır. Belki de küçük siyah Chanel elbisemin iddia ettiği kadar değerim yoktur.’ demeye yönlendirir.

Moda tüketicilerinin belki de hiç kimse oldukları hakkındaki endişelerini yenmek için var olan stratejileri, endişelerini iyileştirmekten çok artırır. Yarış hiç bitmeyecek ve hiç kimse kalabalığın içindeki yerinden emin olamayacak.

Yaşamsal tüketiciler sadece gerekli şeyleri alırken moda tüketicileri sürünün elebaşısı olmak niyetindedirler. Uzman tüketiciler ise, tüketim bilgisi üzerinden kendi geçerliliklerinin arayışındadırlar. Uzman tüketicilerin geçerliliğini sağlayan şey bilgidir, özellikle de bilimle desteklenmiş bilgi. Uzman tüketiciler bilim adamı değildir, ama moderniteden gelen bilimsel dünya görüşüyle yakından ilgilidirler. Uzman tüketimi, Weber’in ‘büyüsü bozulmuş’ diye adlandırdığı modern dünyada yer alır. Bu modern dünyada insanlar, geleneksel ve dini otoriteye daha az başvururlar. Bunun yerine, özellikle de bilginin uzman tüketicilerinin dediği gibi ‘Bunu yapmalıyız çünkü bilimsel çalışmalar bize bunun iyi olduğunu söylüyor’. derler.

Bilgi Tüketimi

Bilginin uzman tüketimi hakkında hemen iki örnek verelim. İlk örnek, son 30 yılda sersemletici bir etkiyle büyüyen kişisel gelişim kitapları. Dr. Benjamin Spock tarafından yazılmış ünlü ‘Bebek ve Çocuk Bakımı’ kitabı bunun bir işareti. Önerileri, bu kitapla donanmış ‘bilgili’ ebeveynler tarafından yalanlanan o kadar çok babaanne var ki. ‘Bilgili’ ebeveynler:’Tamam sen bizi böyle yetiştirdin ama Dr. Spock başka bir şey söylüyor. Bak işte burada.’ diyorlar. Böylece de bilim ailevi otorite ve geleneksel bilgi sisteminin yerini alıyor. Babaanne için de bu gidişata müdahale etmemekten daha iyi ne olabilir ki!?

Dr. Spock’un başarısını bilimsel önerilerin olduğu ve akla gelebilecek her konuda hazırlanmış kişisel gelişim kitapları, TV programları, CD ‘ler ve DVD’ler takip etti. Şu an kitap mağazalarının çoğunda, bir katın üçte birinden fazlası, tüketim konusunda bilgi sunan kişisel gelişim kitaplarına ayrılmış. Saygıya el koyma ve değerli şahsiyet olma çabası, ‘bilgi’ alanında geçerli değil. Uzman tüketicilerin kendileri bilim adamı değildirler. Bundan dolayı da kişisel gelişim endüstrisindeki bilginin geçerliliğini ölçemezler. Ama, bilgisel otoriteye sahip kitaplardan alıntı yapmayı iyi becerliler. Dahası, konuşmalarına sıkıştırıverdikleri bilimsel bir kaç terim ve jargonla, şahsi değer iddialarını desteklerler. Trigliserid’in ne olduğunu bilen var mı ki?

Bilginin uzman tüketimi hakkındaki ikinci örnek ise yiyecekler hakkında düşünüşlerdir. Yaşamsal tüketiciler yiyeceği gereklilik olarak görürler. Moda tüketicileriyse yiyeceği statülerini sergileyen araçlardan bir olarak görürler. ‘Herkesin bahsettiği şu restoran nerede?’ sorusu onlardan gelebilecek bir tarz sorudur. Uzman tüketicileriyse yiyeceği uzmanlıklarını test etmek için kullanırlar. ‘Yumurta da ne kadar ve ne çeşit kolesterol var? Hemen açıp internetten bakayım?’ cümlelerini de onlardan duyarız.

Yiyecek konusundaki uzman tüketiminin artışının ilk belirtisi hükümetin getirdiği bir düzenleme sonucu oluşan halk hareketiydi. Bu düzenlemeye göre, ambalajlı yiyecekler bir ‘içindekiler’ kısmı hazırlayacaktı. Böylece ‘billur tuz’umun üzerindeki etiketi okuyarak, her 1.5 gramın 0 kalori ve sıfır yağ, 293 mg sodyum içerdiği- ki ben bunun az mı çok mu olduğunu bilmiyorum- konusunda bilgi sahibi oluyorum. İşte bu liste uzman tüketicileri o yiyeceğin sakıncalı olup olmadığı konusunda bir şifre çözücü yapar. Uzman tüketiciler okunması gereken kitapları okuyarak eğitimlerini tamamlamışlardır. Bu bilgilerin ticaretini yaparak da statü hiyerarşisindeki yerlerini sergilerler.

Uzman tüketimi statü sisteminde ayrı bir yere sahiptir. Çünkü, ‘uzmanlıkları’ onları kalabalıktan, popüler kültürden ve sürü içinde teşvik edilerek hareket etmekten alıkoyar. Uzman tüketim, tüketiciye yarışmacısının az ve statü beklentisinin düşük olduğu alanda hareket etmeye izin verir. Ama statü beklentisinin düşük olmasına rağmen, genelde bu tüketiciler seçkinler tabakasındandırlar. İronik olansa uzman tüketicilerin kapitalist ağdan kaçmamalarıdır. Dahası, uzman tüketim, pahalı tüketilebilirlerin saçıldığı pazarlama alanlatında yaşamını sefa içinde sürdürür. 

 

 

 

 

… Komşu konularda e-kitap okumak için… 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca…

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur?

Demokratik yolla yönetilen bir ülkede  halkın tercihleri daha güçlü, bazen daha “sosyal” bir devletten, kolektif dayanışmadan, yüksek asgârî ücretten yana olabilir. Yani daha az liberal bir devletten. Peki halka rağmen dayatılmalı mıdır liberalizm? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkların iradesi çiğnenebilir mi?

2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. ve ABD, Fransa, Almanya gibi “batamayacak kadar büyük” devletler dahi zorlanıyorlar. Halk için kurulmuş, halkın vergisiyle yaşayan batılı ulus-devletler finans sektörünün emrine girmiş gibiler. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemiyor insanlar, protesto ediyorlar. Ama batılı ulus-devletler ısrarla hatta bazen polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar.

Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkları finans sektörünün kölesi yaptı?

Liberal düşünürlerin içinde Hayek ve Mises gibi peşinen anti-demokratik duruş almış bir çok isim var. Ancak batı demokrasileri bu gerçeği yeni keşfediyorlar. Dünyaya özgürlük  dersleri verirken kendi demokrasileri liberalizmin ağırlığı altında çökebilir. Okuyacağınız kitap halk iradesi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. (Eserlerinden istifade ettiğimiz fikir adamları: Edmund Burke, Ludwig Von Mises, Friedrich A. Hayek, Atilla Yayla, Karl Marx, Hannah Arendt, Alexis de Tockeville, Alexandre Soljenitsyne, Noam Chomsky, Ignacio Ramonet, Max Weber) Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizmin Ak Kitabı” adlı kitabımızın önsözünde söz verdiğimiz gibi sıra Kara Kitap’ta! Neden? Kemalist ulus devletin tektipleştirici silindiri altında ezilenler için bir umut teşkil etti liberalizm. Kürt, Ermeni, Alevî, “aşırı” dindar, Eski Solcu, vs Atatürkçülerin gözünde “makbul olmayan” kimlikleri haiz insanlar “ideolojisiz bir ideoloji” bulduklarını düşündüler. Yine de sormak gerekmez mi  “Ben de liberalim” diyenlerin içinde kaçı bu düşünce geleneğini derinlemesine inceledi? Güçlü ve zayıf yanları, Türkiye’ye uyan ve uymayan vasıfları hakkında bilgi sahibi oldu?

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini, temel ilkelerini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde YIKICI KUSURLARI var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor.

Özgürlük nedir? Devletin, toplumun ve bireylerin özgürlükler üzerindeki hakları sınırlandırılabilir mi? Liberalizmin merkezine aldığı bireysel özgürlükler ve piyasa her derde deva mıdır? Özgürlüklerin birbiriyle sınırlanması ANLAMLI mıdır?

Büyük bir kısmı liberal olan düşünürlerin perspektifinden liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard veTürkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? 

 Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin