Kardeş Kavgası / Nikos Kazancakis
By Alper Gürkan on Mar 26, 2012 in Ekonomi, Kitap Sohbeti, Komünizm, Savaş, Sosyalizm
“Benliğindeki hırs ve haset ona kardeşini
öldürmeyi kolaylaştırdı, böylece onu öldürdü.
Bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.” (Mâide,30)
İktisadî Savaşlara Minimalist Bir Bakış
Tarihten aktarılanlardan anladığımız kadarıyla kardeş kavgası, tarihin başlangıcından bugüne dek gelen ve muhtemel istikbâl de bizleri bekleyen bir olgudur. Temelde teorik -ve imanın bir konusu- olarak aynı anne-babaya dayanan insanlığın kendisiyle her mücâdelesi bir kardeş kavgası olsa da bu ifadeyle kastedilen elbette daha yakın bir irtibattır: Din, ırk, akrabalık yâhût yurttaşlık gibi kurbiyyet bağıyla kardeş olanların muhtelif sebeplerden türeyen ürkütücü ve hazîn kavgasıdır.
Bildiğimiz ilk kardeş kavgası, Âdem (a.s.)’in devrinde vuku’ bulur. Mâide Sûresi’nde Kabîl’in, kardeşini benliğindeki hırs ve haset duygusunun ağırlığı altında öldürdüğü yazar. İbn Kesir’in ve Taberî’nin naklettiği rivâyetlerden öğrendiğimize göre Kabîl, Allâh’ın ve babasının emrine muhâlefet ederek Hâbîl ile evlenecek olan öz kardeşini elde etmek için insanlığın ilk cinâyetini işlemiştir. Kabîl’in zâhiren açığa çıkan hırs ve hasedi, “güzel olana” kendisinin lâyık olduğu kabûlündendir. Ayrıca, bu sorunun çözümü için kurbân vermesi gerektiğinde “gurur”u nedeniyle hayvancılıkla meşgûl olan ve koyun ya da keçilerinden en güzelini rızâyla kurbân eden Hâbîl’den bir hayvan almak yerine tarlasının en bayat ekinini râzı olmadan kurbân eder. Hâbîl’in kurbânı kabûl edilince de “kışkançlık”la isyân eder. (İbn Kesir,1989:2201-2205; Köksal,2005:50-54)
Kardeşler arasındaki kavgaların nedenleri için ferdî gerekçelerden öte beynelmilel ve müşterek bir sebep arandığında bunun, iktisâdî bir temele oturtulabileceği ileri sürülmüştür. Meselâ Gökçe Fırat konumuzla alâkalı olarak, Hâbîl ile Kabîl’in da’vâlarını, “bir devlette iki farklı ekonomik sistem olamayacağı, yerleşik tarım (mülkiyete dayalı) ve göçebe-hayvancı (komünal) ekonomik sistemler için mücâdele edildiği, aralarındaki kavganın üretim tarzlarının bir çatışması olduğu” şeklinde nitelemiştir. (Fırat:2009) Diğer taraftan Ali Şeriati, Âdem (a.s.)’in çocuklarını Rousseaucu bir anlayışla, özel mülkiyet etrafında gelişen bir çatışmanın tarafları olarak görmüş ve mes’eleyi ilerlemeci bir tarih felsefesiyle açıklamaya çalışmıştır: “Üretim kaynakları üzerindeki ortak mülkiyet dönemi- yani çobanlık, avcılık, balıkçılık dönemi- ve kardeşlik ruhu, gerçek inanç sona ermiş; yerine tarıma dayalı ekonomisiyle hilekârlık ve başkalarının hakkına saldırmaktan çekinmeyen özel mülkiyet dönemi başlamıştır.” (Şeriati,1985:99-100,Akt.:Bergen,2012)
Nikos Kazancakis, Kardeş Kavgası‘nda her ne kadar özelde bu mevzuu ele almıyorsa da genel olarak iktisâd üzerinden bir ayrışmanın yaşandığı Yunan İç Savaşı’nda bir köyü anlatırken binlerce yıllık bir hikâyeye değinmektedir. Şahsına münhasır bir üslûbla değerlendirdiği ve tenkid ettiği Hıristiyanlığı eserlerinin art alanına yayan Kazancakis, tarihi okumada çok zaman yalnız kalmış ve inançlarını bugünün gerçekliğinde imtihan etmeye gayret göstermiş bir yazardır. Bu yüzden aforoz edilse de İncil ve İsa (a.s.)’ya inancını yitirmediği ve fakat inanç husûsunda kendisini lâ’netleyenlerden farklı bir tarafa yöneldiği anlaşılıyor. “Yeniden Çarmıha Geriliş“te yortu sebebiyle İsa (a.s.)’yı canlandıran Manolios’un ağzından dökülen isyân, Kazancakis’in din ile ideoloji arasında keşfettiği, kendine mahsûs bir sadâdır: “Eğer İsa bugün, böyle bir yeryüzüne inseydi, omzunda ne taşırdı sanıyorsun? Bir haç mı? Hayır, bir teneke benzin!” Ki o, zenginlerin evini yakmak içindir. (1998:406)
Nihâyetinde Kazancakis, reel sosyalist düzeni yerinde görmüş ve eleştirmişse de tıpkı İncil’e olan inancını yitirmediği gibi komünal hayata olan inancını da yitirmemiştir. Bu yönden yaşarken basıldığını göremediği Kardeş Kavgası romanı, onun son kitabı olması hasebiyle de fikriyâtını ikmal edici bir romandır diyebiliriz. Kardeş Kavgası; savaş yıllarında hem İsa (a.s.)’nın hem de sosyalizmin hitâb ettiği kalabalıkların, halkın vaz’iyyetine değinir. Bir köy üzerinden minimalize edilmiş olan savaş sürecinde iki taraf arasında kalmış ve yorgun düşmüş halka samîmiyyetle yaklaşan tek kişi belki de Papaz Yannaros’tur. Her iki tarafın da geçmişte aynı köyde bir arada yaşadıklarına şahitlik etmiş olan papaz, onların birbirilerine karşı düşmanca taraflar seçmesini ve birbirlerine karşı insaniyyet dışı taarruzlarını eleştirir ve herkesi barışa dâ’vet eder. Köy iki güç tarafından da üçer kere ele geçirilmiş ve “Kızıllarla Karalar, arkalarında külden başka bir şey bırakma[mışlardır].” Bu maksatla her iki tarafın da içine girip çıkan Papaz Yannaros, tabîatiyle iki taraf için de şüpheli ve riskli birisine dönüşür. Kimse ona i’timâd etmek istemez.
Romanda konu edilen ve 1946-49 yılları arasında cereyân eden Yunan İç Savaşı iktisâdî temelden yükselen bir çatışmadır. II. Dünya Savaşı’nda Nazi’lerce işgâl edilen Yunanistan’da kurulan sol tandanslı Ulusal Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) ile sağcıların desteklediği Yunan Ordusu arasında geçen bir mücâdeledir. Her ne kadar savaş bu haliyle bir iç savaşsa da Yunan toprakları, sağcıları İngiltere ve ABD’nin desteklemesi ve solcuları da Yunanistan’ın kuzey komşuları (Yugoslavya, Bulgaristan, Arnavutluk) ile Sovyetler Birliği’nin desteklemesi sebebiyle, Soğuk Savaş’a hazırlanan dünyanın bir güç yansımasına sahne olmaktadır.
Düşük yoğunluklu olarak uzun yıllar kadar süren savaşın esas mihverde sona ermesi için 1947’de başlayan Amerikan yardımlarının/Truman Doktrini’nin doğrudan etkisi söz konusudur: II. Dünya Savaşı’ndan sonra muzaffer Batı koalisyonu Avrupa’nın her yerine “demokrasi götürmek” için harekete geçmiş ve bu arada Türkiye’ye “çok partili rejim”in dayatılması gâyesine koşut olarak Yunanistan’a da Sovyetler’den uzaklaşması maksadıyla yardımlara başlanmıştır. “Walter Lippman, 1 Nisan 1947 tarihli Newyork Herald Tribune’de bunu açıkça söylemektedir: Türkiye ve Yunanistan’ı gerçekten yardıma muhtaç oldukları ya da demokrasi modeli teşkil ettikleri için seçmedik. Bu ülkeleri Sovyetler Birliği’nin kalbine ve Karadeniz’e açılan stratejik kapılar olduğu için seçtik.” (Avcıoğlu,1969:249) Nitekim tarafları birilerinin beslemesine sebep olan iradesizlik, aynı kardeş kavgasında Türkiye’nin de uzun yıllar devam edegelen tecrübelerine sebebiyyet vermiştir, vermektedir.
Papaz Yannaros, sağ ve sol arasındaki bu kardeş kavgası şeklinde Kabîl ve Hâbîl’den beri tecellî eden güç mücâdelesinin ortasında yapayalnızdır. “Sessiz ve yaralarla kaplı, ay ışığında yatan bir şehit azize” gibi gördüğü Yunanistan’ı “zafer ve açlık” arasında bir gel git içinde görür. Bu gelgitin mağdûru olan halkının yalnızlığıyla kendisininkini bir sayıp, onlara karşı sonsuz bir şefkat besler. Ülkenin geleceğini belirleyecek olan iki iktisâdî düşüncenin kılıçlarının gölgesinde Hıristiyanlığın temsîli olan diğer din adamlarından da bir hayr görmez. Onlar da kendilerini şartlara uydurmuş ve kendi ikbâllerinin, çıkarlarının peşinde dolaşır olmuşturlar. Bu yüzden tanrının ona net bir şey söylemesini, haklı olanın kim olduğunu apaçık bir şekilde göstermesini ister, duâ’ eder.
Yannaros nihâyetinde tanrıyla konuşur da! Tanrı onu Kızılların ordugâhına götürür ve ona halkı ayaklanmaya dâ’vet etmesini ilhâm eder. Orada köy adına çocukluğunda kendisinin talebesi olan Komutan Drakos’la görüşüp bir anlaşma yapar. Kızıllar gelip köyü teslim alacaklar ama anlaşma gereği kimsenin canına da malına da halel gelmeyecektir. Buna göre Yannaros, bir orta yol, barış yolu üzeredir: Köyünü Kızıl ve Kara iblisten sakınmaktadır. Fakat bunu köylülere ilettiğinde köyün zenginleri anlaşmaya i’tirâz edip Yannaros’u ihânetle suçlarlar ve durumu askerlere bildirirler. Sonra Kızıllar dağdan köye gelirler: “Size önce düzen ve adâleti getireceğiz, özgürlük bunların üstüne inşa edilecek” derler.
Bu noktaya kadar Kazancakis, 1960’larda bilhâssa Latin Amerika’da ortaya çıkan ve marksizmle Hıristiyanlığın temelde birleşebileceği ve müşterek bir sahada insanlığa uzanabileceği varsayımı ile hareket eden Kurtuluş teolojisi için fikir babası gibi durmaktadır. Fakat Papaz Yannaros için tasarladıklarını gördüğümüzde bunun pek de mevzûbahis olmayacağının işâretlerini de bulmak mümkündür. Kardeş Kavgası‘nın yazarı, sâfiyâne hislerle köye dâ’vet edilen Kızılların temsîl ettiği ideolojiyi eleştirmekte ve onları çatışmanın bir kutbu olup halka zarar verdikleri için itham etmektedir. Köylü için vaad edilen hürriyet, düzenin yerleşmesinden, adâlet adı altında yapılacak bir hesaplaşmadan sonraya planlanmıştır çünkü. Üstelik bu sebepten ötürü düzen, tanrıyı tahtından indirip insanların akıllarını özgürleştirmeyi de öne almaktadır. Yannaros, alnına isâbet eden bir kurşunla kollarını iki yana açmış bir halde ölene kadar askerî birlikler de köye gelirler ve tüm iç savaş ve tabîî Soğuk Savaş bu küçük köyde yeniden kurgulanır.
Bugünden baktığımızda Kabîl ile Hâbîl arasındaki kavgada; Kabîl’in, insanlığın uygarlık-kapitalizm yolunda yürümesini tahkîm ettiğini söylemek mümkünse de Hâbîl’in ona karşı bir mukâvemet göstermediğini ve “Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben elimi öldürmek için sana uzatacak değilim!” (Mâide:28) diyerek iktisadî bir savaş için bir murakabeye dâhil olmadığını vurgulamak da gerekmektedir. (Bergen,2011) Kardeş Kavgası‘nın sonu itibariyle Hâbîl’in yeniden öldürülmesi olarak da okunabilecek olması, romanlarında dar bir mekân üzerinden evrensel gerçeklere uzanmaya gayret eden Kazancakis’in insanlık için istediği son değildir.
* Kardeş Kavgası, Nikos Kazancakis; (Çev.:Aydın Emeç), Can Yay., 3.Basım, 1985, İstanbul.
Kaynakça
Avcıoğlu, Doğan (1969); Türkiye’nin Düzeni-(Dün-Bugün-Yarın), Bilgi Yay., Ankara.
Bergen, Lütfi (2012), Ali Şeriati’yi Eleştirmek, http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Makale_id=434&Kat_id=24, Erişim: 09.03.2012
Bergen, Lütfi (2011); İsyan Dirliğe-Anadolu’da Yerli Olmak, Ebabil Yay., Ankara.
Fırat,Gökçe (2009); Aleviler ilerici Sünniler gerici mi?, http://www.turksolu.org/239/index.htm, Erişim: 08.03.2011
İbn Kesir, (1989); Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri, (Çev.: Dr.Bekir Karlıağa, Dr.Bedrettin Çetiner), Çağ Yay., İstanbul.
Kazancakis, Nikos (1998); Yeniden Çarmıha Geriliş; (Çev.:Gülen Aktaş), Oda Yay., İstanbul.
Köksal,M.Asım (2005); Peygamberler Tarihi I.Cilt, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul.
Hulûsi, Ahmed (2011);Allah İlminden Yansımalarla Kur’ân-ı Kerîm Çözümü, Kitsan Yay., 4.Basım, İstanbul.
Şeriati, Ali (1985); Toplumbilim Üzerine, Bir yayıncılık.
… E-Kitap okumak için…
Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… İnsanları birleştiren, zaman ve mekân engellerini ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:Ahmet Tarih: Haz 2, 2018 | Reply
Adem a.s’ın oğullarından bu yana süregelen kavga mücerred bir kardeş kavgası değil bu aynı zamanda
O zaman bakara suresi 34.ayetteki
————————————–
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn Ve o zaman meleklere: «Âdem’e secde edin!» dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.
————————————-
geçen küfür ile imanın mücadelesi. Tabi ki Adem a.s’a irade-i cüziyye ve irade-i külliye verilerek dünyaya inmesi adem oğulları olarak tüm insanlığın imtihanını da buna dahil edebiliriz.