Ölüm’ün –E hâli (2): Sanat
By Mehmet Yılmaz on Nis 10, 2012 in Ateizm, Hümanizm, İbn-i Rüşd, Jean-Paul Sartre, Varoluşçuluk
Cisimler bölünür, mânâlar bölünmez
“Kendi türünde mükemmele erişen bir başyapıt o türü aşar, diğerleriyle mukayase kabul etmeyecek bir seviyeye gelir yeni bir tür olur” diyordu Goethe. İşte Ölüm’ün -e hali bu aşkın olmadır, transandanstır.
Açalım: Tırtıllara ve embriyonlara “nasıl çalışıyor?” diye soran bilimsel bir merakla bakılabilir. Kesip bakarsınız, iç organları, kan dolaşımı vs. Ancak buna alternatif bir bakış açısı daha bulabilirsiniz: Bütüncül, sanatsal bir bakış açısı. O zaman soru da değişir: “Neden böyle? Bunun mânâsı ne?” diye sorar gözleriniz (=aklınız). Çünkü cisimler gibi kelimeler de bölünebilir. Ama taşıdıkları mânâ bölünemez. Sanat’ın ülkesi Tevhid’in ülkesidir. [3] Mikroskoplar ve bistüriler bu ülkede bir işe yaramaz! Bütün’e bakmayı Hep’i, Her’i görebilen göz (=akıl) gerekir. Aristoteles, Eflatun, İbn Rüşd, İbn Sina gibi bilgelerden yardım almak gerekir. Bu sebeple biz de işi erbabına bırakalım diyorum ve İbn Rüşd’ün Aristoteles’e yazdığı bir şerh[1] olan Telhîsu Kitabi’n-Nefs‘in “Düşünme Gücü” adlı üçüncü makalesinden (sf. 106) istifade ediyorum bu bölünmezlik meselesini anlamak için:
“Bilkuvve ve bilfiil olarak bölünmeyen şeye -ki bu nicelik değildir- gelince akıl onu nefsin bölünmeyen bir parçasıyla bölünmeyen bir zamanda akleder. Çünkü aklın kavradığı söz ve sözün içinde bulunduğu zamanın ikisi de bölünebilir. Fakat diğer taraftan onlarda bulunan bölünemeyen bir mânâ bakımından ise onlar gerçekte bölünemezdir. Zaman için an, doğruda nokta ve sözde anlam gerçekte bölünemezdir. Bitişikteki bu bölünmeyen anlam onu bir kılan şeydir. […] Yani o derinlik, en ve boy şeklinde üç boyutta ortaya çıkan üç tür bölünmeden yoksundur. Bu durum görme duygusunun siyah ve siyahlığı ancak zıddı olan beyazlığın yok olmasıyla bilmesi gibidir.”
İbn Rüşd bu şerhi Peri Psûkhe (=Nefs üzerine) adlı eser için kaleme almış. Ancak Sartre’ın Varlık ve Hiç’te “potentialité” olarak adlandırdığı bilkuvve-bilffiil köprüsü Aristoteles’in bir başka çalışmasında daha net ortaya konuyor: Metafizik. Burada Aristoteles “eidos” (εἶδος) ile herşeyin ilkini, esasını, hakikatini kastettiğini söylüyor. Eflatun’da “idea” (ἰδέα) olarak gördüğümüz bu kavram potansiyel / bilkuvve varoluşu anlatıyor. Meselâ görme kabiliyetim var ama gözlerimi kapatmışım. Görmüyor olsam da kör değilim. Gözlerimi açtığım anda görme kapasitem bilkuvve halden bilfiil hale geçecek, göreceğim. Aristoteles bunun gibi bir çok örnek veriyor, bir hastanın iyileştirilmesi, çocuğun (büyüdükten sonra) konuşması… Yukarıda kullandığım mermer – heykel modeli de onun Metafizik kitabından.
Bir heykeltraş olduğumu farz edin. Heykel yapma fikrim/niyetim ve tasavvurum hatta arzum olabilir. Elimde tek bir mermer blok olduğunu farz edelim. Mermere dokunmadığım müddetçe yüzlerce, binlerce heykel hayal edebilirim. İlk darbeyi vurduğum andan itibaren özgürlük alanım da daralıyor. Mermer blokun %50’sini yontmuş olsam ömrünün ortasına gelmiş bir insana benzerim değil mi? Bir erkek heykeli yapıyorsam biraz zorlayarak kadın heykeline dönüştürebilirim. Ama bir at veya kuş heykeline çevirmek artık zor.
İnsanların ömürleri boyunca yaptıkları seçimlere bakarsanız Aristoteles’in mermer – heykel metaforundaki isabeti daha iyi görebilirsiniz. Evlenmeye karar ver(e)meyen bir insan düşünün. Bekâr kaldığı müddetçe 100 türlü evlilik hayal edebilir. Herşey mümkün. Ya da meslek seçmemiş bir genç. Dünya onu bekliyor. Pilot, turist rehberi, milletvekili, bakkal, bütün meslekleri yapabilir. Ama biri seçmek (genelde) diğer bütün seçenekleri reddetmek anlamına geliyor, tıpkı evlilik gibi. Bir kazanç ve bin kayıp. Bin kızın hayali ile yaşamak yerine bir kızla gerçekten evlenmek. Bir çok insan böyle kritik seçim dönemlerinde korkudan ve kararsızlıktan kilitlenip kalmıştır.
Tabi mermer oyarken durup bekleyebilirsiniz ama hayat sizi beklemez. Yıllar geçiyor ve gençliğinizde karşınıza çıkan fırsatlar bir daha çıkmayacak. Yine Sartre’ı hatırlıyoruz değil mi? “Özgür olmaya mahkûmuz” diyordu. Ne üşengeçliğimizin ne de korkularımızın arkasına saklanabiliriz. Karar vermekte gecikmek, cevapsızlık ve eylemsizlik de bir karardır, hatta eylemdir. Sizi yemeğe davet eden birine cevap vermezseniz bunun da bir anlamı vardır. Karşıdan karşıya geçerken yolun ortasında durup düşünemezsiniz. İki cerrahtan hangisinin sizi ameliyat edeceğine karar veremezseniz tedavinizi geciktirmiş olursunuz, bu da bir karardır, sonuçlarına katlanırsınız.
Mermer bir kere yontulduktan sonra şekil alıyor. Niyetiniz, muradınız, yetenekleriniz soyut alemden somut aleme geçmiş oluyor. Fikirin (“eidos” / εἶδος) şekil almış hali Aristoteles’in dilinde “morfe” (μορφή). Fakat büyük bilge bununla yetinmiyor. Metafizik’in Delta (Δ) adlı kitabında henüz yontulmamış heykeli, doğmamış çocuğu, büyümemiş ağacı bir “öteki” olarak var ediyor. Daha doğrusu keşfediyor. Yani takdir edilen, istenen, tasavvur edilen ama henüz vücud bulmamış fikir şimdiki zamanda var ve 5 duyunun erişemediği bu varlığın kapıları akılla açılıyor. Böylece çocuk ile ileride olacağı yetişkin, hasta ile ilerideki iyileşmiş hali aynı anda akledilebiliyorlar:
“Bilkuvve dediğimiz şey hareketin veya değişimin ilkesidir ki ya öteki bir varlıktadır ya da aynı varlıkta öteki olarak vardır. Meselâ inşaat sanatı/tekniği bitmiş bir binada bulunmayan bir potansiyeldir. Tedavi olmuş [eskiden] hasta olan bir adamda potansiyel olarak iyileştirme kapasitesi yoktur. “ (Aristoteles, Metafizik, Δ, 2, 1013a)
Dipnotlar
1° Telhîsu Kitabi’n-Nefs‘i Türkçe yayınlayan Litera Yayınları’nın iç kapakta verdiği tanıtıcı bilgiyi bir kez daha paylaşmakta fayda var:
“Aristoteles’in en büyük yorumcularından biri sayılan İbn Rüşd’ün Psikoloji Şerhi Aristoteles’in Peri Psûkhe (De Anima) kitabı üzerine yazılmış bir Orta Şerhtir. (Telhîsu Kitabi’n-Nefs). İbn Rüşd Aristoteles’in eserlerine genelde iki tür şerh yazarken, 5 eserine üç tür şerh yazmış, bu eserlerden biri olan Peri Psûkhe üzerine küçük, orta ve büyük şerh olmak üzere üç ayrı yorum kaleme almıştır. Aristoteles felsefesinin kuşkusuz en önemli kitaplarından biri olan bu eserin anlaşılmasının tarihsel süreci içinde dahi biricik yolu, İbn Rüşd’ün yetkin yorumlarıdır. Önceki şarihlerin yorumlarını aşarak daha saf ve ‘orijinal’ bir Aristoteles’i ya da başka bir deyişle bugünkü Aristoteles’i doğru bir şekilde ortaya koymayı hedefleyen İbn Rüşd, kendi yorumları ve tercihleriyle bu anlayışı ileriye taşımayı büyük ölçüde başarmış etkili bir filozoftur. Elinizdeki eserine Aristoteles’i yakından izleyerek nefs (psûkhe-anima) hakkında araştırma yapmanın yöntemini tartışarak başlayan ve peşinden de antik dönem filozoflarının nefsin ne olduğuna dair görüşlerini belirterek devam eden İbn Rüşd, özellikle Aristotelesçilik anlamında önemli bir ayrım sayılabilecek olan faal akıl hakkındaki görüşleriyle felsefe tarihi içindeki konumunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nefsin cevherliği, güçleri, duyular ve duyuların yetileri gibi konuların ayrı ayrı ele alındığı Psikoloji Şerhi özellikle zihin felsefesi ve epistemoloji alanlarında çağdaş felsefeyle ilişkiler ve paralellikler kurulabilecek nitelikli bir felsefî yorum sunmaktadır.”
… Bu makale ilginizi çektiyse…
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak
Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik. Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?
Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz.
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.
(Devam edecek)
2 Trackback(s)