23 Nisan Çocuk Bayramı: Çocuklar okulda ne kadar çocuk?
By Ufuk Coskun on Nis 23, 2012 in atatürkçülük, faşizm, Kemalizm, Ulus-Devlet
Çocuklar uzun süredir 17.03.1981 tarih(tarihe dikkat edin) ve 2429 sayılı “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun” gereği 23 Nisan hazırlıkları yaptılar. Türkiye’de bilindiği gibi resmi bayram hazırlıkları aylar öncesinden başlar. Çocuklar, gerek resmigeçit törenleri gerek çeşitli gösteriler için olsun bayram gününe kusursuz bir biçimde hazırlanmaları için haftalar öncesinden öğretmenleri eşliğinde stadyumlara götürülür. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Yönergesine göre bu hazırlıklar tören ve gösteri bölümlerinden oluşmaktadır.13.Madde’nin (ğ) bendine göre; Tören geçişi; tören yöneticisi, Bayrak grubu, flama grubu ve teknik komitenin geçişinden sonra; diğer grupların geçiş sırası ise teknik komite tarafından belirlenen sıraya göre yapılır. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı gösterileri ise, çocuk kortejleri, halk oyunları, dans, bale, jimnastik gösterileri, bando gösterileri, seçilecek konuların müzik eşliğinde dramatize edilmesi gibi vs etkinliklerdir.
Gösteriler büyük ölçüde protokol önünde gerçekleşir. Bir bakıma her şey onlar için hazırlanmış gibidir. Siyah gözlüklü protokol üyeleri ise o bilindik sert tavırlarını biran olsun kırmayı deneyerek gösterileri izlerler. Kısacası resmi çocuk bayramının çocuklar için bir hayli yoğun ve yorgun geçtiğini ifade edebiliriz. Oysa çocukların gayri resmi ve ritüelsiz, keyifli bir bayram geçirmeleri sağlanabilir.
23 Nisan kaç yıldır ve ne şekilde kutlanılıyor?
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 1923 yılından beri bu şekilde kutlanıldığına ayrıca bu bayramın çocuklara Atatürk’ün armağanı olduğuna dair yaygın bir kanaat hakimdir. Mehmet Ö Alkan’a göre bu bir efsaneden ibaret. Peki, 23 Nisan nasıl ortaya çıktı ve bugün kutlanılan bu çocuk bayramı ne zamandır uygulamada. Mehmet Ö. Alkan” 23 Nisan’ın Gayri Resmî Tarihi” adlı makalesinde; 23 Nisan’ın ilk kez 1921 yılında millî bayram olarak kutlandığını, ardından bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumu’nun aynı günü, çocuk günü ilan etmesiyle örtüşmenin başladığını ve 1927’de aynı kurumca çocuk bayramına dönüştüğünü ifade eder. 23 Nisan, 1935 yılına kadar bir yandan millî hâkimiyet bayramı, bir yandan da çocuk haftası olarak kutlanır; o yıl resmen ulusal egemenlik bayramı olarak benimsenir. “Armağan” öyküsü ilk kez 1957 yılında duyulmaya başlamış olup, 27 Mayıs sonrasında yaygınlaşmıştır.
23 Nisan Çocuk Bayramı ve Kenan Evren
Alkan; 23 Nisan’ın resmi olarak ulusal egemenlik ve çocuk bayramı olarak kabul edilmesini 12 Eylül yönetimine borçlu olduğumuzu ifade der. 12 Eylül milli egemenliğin temsil edildiği TBMM’yi kapatmıştı. Yaklaşmakta olan “Ulusal Egemenlik Bayramı ” 1935 yılındaki tanımlamaya göre kutlanması gerekiyordu. Açılış günü kutlanan meclis ortada yoktu. Durumun zorluğunu fark eden Kenan Evren hemen yeni bir yasa hazırlanması için emir verdi. 23 Nisan’dan yaklaşık bir ay önce 17 Mart 1981’de kabul edilen ve 19 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan kanunla bayramın adı “Ulusal Egemenlik Bayramı “olmaktan çıkmış ve “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ” olarak değiştirilmişti. Bu kanunda ilk defa “Ulusal Egemenlik” ve “Çocuk Bayramı” birlikte kullanılmıştı. Kanun metninin ilk halinde bayramın sadece anaokulları ve ilkokullarda kutlanabileceğine ilişkin kısım 1983 seçimlerinin yaklaşması üzerine kanundan çıkarılmıştır. Zira meclis açılmak üzeredir. İşte bu ortamda 23 Nisan’ı çocuklara Atatürk’ün armağan ettiği şeklindeki efsane işlenmeye başlanır. Oysa böyle bir günü çocuklara Atatürk armağan etmemişti. Çocuk Bayramı olarak bugünün kutlanmasının Atatürk’le doğrudan bir ilgisi de yoktu. Bayramın adını değiştiren TBMM’yi kapatan 12 Eylül darbecileri 5 Mayıs 1981’de 51 nolu Milli Güvenlik Kurulu Kararı ile Türkiye’ye Amerika’daki kiliselerin öncülüğünde kutlanan Çocuk Bayramı( Children’s Day) kutlamalarından esinlenerek “Çocuk Bayramı”nı armağan eden Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’nu feshetmiştir.( Mehmet Ö. Alkan, Toplumsal Tarih Dergisi, Nisan 2011)
12 Eylül’de çıkarılan 1402 sayılı yasa ile binlerce öğretmeni mağdur eden, memurların emeklilik gibi kazanılmış tüm haklarını vermeyen, onlara kamu görevini yasaklayan, hak arayan öğretmenleri ise, haksız cezalara çarptıran ve onları işkenceden geçiren yetmezmiş gibi öğretmenlerin sandığı İLKSAN’ı onların elinden alan 12 Eylül cuntacıları 24 Kasım’ı da Öğretmenler Günü ilan etmişlerdi. Aynı darbeci kesim 17 Mart 1981’de kabul edilen ve 19 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan kanunla Ulusal Egemenlik Bayramını “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ” olarak değiştirmiştir. Bu kadar haksızlık yapan cuntacıların öğretmenleri ve çocukları sevdiğini söylemek ve bu konuda samimi olduklarını düşünmek bir hayli güç.
Çocuklar kendilerini çocuk gibi hissetmeli;
23 Nisan Çocuk Bayramı’nın dünyada sadece bizde kutlandığı ifade edilir. Ne var ki bir taraftan çocuk bayramını kutlayan tek ülke olmamıza rağmen diğer taraftan okullarda çocuklara asker muamelesi yapan belki de tek ülkeyiz. Bilindiği gibi çocuklara her gün rahat hazırol komutlarıyla ezberlettirilen “andımız” adlı bir yemin metni vardır. Bu metnin gerek içeriği ve gerekse okutma biçimine bakıldığında bir önceki çağa ait bir uygulama olduğu hemen fark edilir. Aynı zamanda bu tür bir uygulamanın ne pedagojik ilkelerle ne de evrensel hukukla bağdaşır bir yanı bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki Türkiye’de çocuklar hala asker komutlarıyla bu andı tekrar etmektedirler. Her gün askeri komutları tekrarlayan okul idarecilerinin kendilerini komutan, öğrencilerini ise asker gibi görmeye başladığı bir eğitim düzeneğinde sanıyorum bugünlerde çocuklara verilecek en anlamlı hediye; bu andın kaldırılması olacaktır.
Diğer taraftan eğitim kurumlarında çocukların hala nöbet tutturulduğunu görmekteyiz. Ders saatlerinde derste olması gereken çocuklar sırf sorumluluk duygusu gelişsin diye okul idarecilerin işlerini gören birer yardımcı elemana dönüştürülmektedir. Bu da çocuklara yapılan bir başka haksız uygulamadır. Türkiye 4+4+4 kademeli eğitim sistemiyle eğitim yapısında bir reforma gitti. Bakıldığında son yıllarda eğitim alanında ciddi bir hareketlilik yaşanıyor. Kuşkusuz bu reformlar önemli ve daha yapılacak birçok reformla eğitimde belki de demokratik dünyayı yakalayacağız. Türkiye’nin çocuklara verdiği önem kadar büyüyeceği bir gerçektir. Bunun için evvela çocukların kendilerini çocuk gibi hissetmelerini sağlamalıyız. Bunun da başlıca yolu tek parti döneminin eskiden kalma eğitim anlayışının ve uygulamalarının yerine özgürlükçü, yeni Türkiye’ye yaraşır bir eğitim anlayışının yer etmesidir.
Çocukları geleceğin askerleri gibi görmek yerine artık ülkesini bilimde, sanatta, felsefede ve sanayide kalkındıracak olan ayrıca farklılıklarla birlikte yaşamanın bir erdem olduğu bilinciyle hareket eden özgür bireyler olarak görmeliyiz. Bunun için çocukların protokol önlerinde resmigeçit törenleri yapmalarına gerek yok. Asker komutlarıyla ip gibi dizilmelerine de ihtiyaç yok. Saçlarını kısa kestirip, tek tip kıyafet giymeleriyle de bu mümkün değil. Onları özgür bırakmalıyız. Özgürlükçü düşünme yollarını ve demokrasiyi kavratmalıyız. Çocuklara yapacağımız en büyük iyilik, onların hayata özgürce bakmalarını sağlamaktır. Darbeci zihniyetten arınan Türkiye’nin buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
… Bu konuda okumak için…
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.