RSS Feed for This Post

Kaliteli Ateizmin Faydaları ve Sartre(1)

“Herkesin yararına olmadığı müddetçe hiç bir şey kendi yararımıza değildir” (Jean-Paul Sartre)

 Bu cümle Kur’an ya da İncil’den alınmış değil; bir ateistin kaleminden çıkmış. Toplumsal faydalar uğruna küçük, bireysel çıkarların reddedilmesini savunan bir duruş. Zorunlu din dersi, başörtüsü yasağı, Kürtçe eğitim hatta işçi haklarından çevre kirliliğine uzanan çok geniş bir sahaya uygulanabilir. İlginç olan kutsal metinlerle örtüşmesi. Sadece İslâm veya Hristiyanlık değil hemen bütün dinlerde Taoizm’de, Hinduizm’de hatta Konfiçyüs felsefesinde bulabileceğimiz bir ilke bu, meşhur Altın Kural. biraz daha emir/yasa tonunda yazarsak:

  “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma, kendin için istediğini başkaları için de istemelisin”

 Bilgelik dediğimiz de bu değil mi? Bir anayasa maddesi kadar sağlam, bir çocuğun anlayıp uygulayabileceği kadar basit! Nerde Sartre’ın fikrî kalitesi, nerde şimdiki ateistler… Her zaman söylerim, modernite icad oldu, ateizmin bile kalitesi bozuldu! Uzun zamandır Tanrı-sız ateistler değil Tanrı karşıtlarının ve din düşmanlarının sesini duyuyoruz. 21ci asrın ateizmi içine kapanık ve savunma pozisyonunda. Fikir üretemiyor [1] çünkü materyalist, bilimsel bilgiyi putlaştıran, Stephen Hawking gibi pozitivist ama hepsinden önemlisi İnsan’dan kopuk… Yeni moda ateizm Tanrı’dan kurtulmak isterken İnsan’ı da kaybetmiş. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur )

 Sartre gibi kaliteli ateistlerin çıkış noktası ise bambaşka. Onlar vicdanın sesini duyma gayretindeler. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyorlar. İnsan hissiyatından yola çıkılarak bir ortak yaşam projesi icad etmenin peşindeler. Bu çizgiye paralel olarak iç dünyamızda hissettiklerimiz ile dış dünyanın adaleti  arasındaki ilişkiyi ele aldığımız bir kaç makale buradan okunabilir:

 Peki filozofların ve ilâhiyatçıların “Altın Kural” dedikleri bu ilkeyi Sartre nereden buldu? Kendisi mi keşfetti yoksa Avrupa’nın fikrî zemininden, Jüdeo-Kretyen mirastan devşirip ateizme yama yaptı? Eğer söz konusu kaynakta yani “Varoluşçuluk bir hümanizmdir” adlı kitapta bu ilkenin yazılı olduğu kısmı incelersek hiç şüphe etmeden hakkını Sartre’a teslim edebiliriz sanıyorum:

 “Her  insan bütün insanlardan sorumludur. İnsanların seçimleri onların bireysel çaplarını aşar, her bir seçim bütün insanlar adına yapılır. Öncelikle her bir fiilimiz kim olduğumuzu belirler: Korkak, cesur, vasat, yetenekli, işte ve aşkta başarılı ya da başarısız. […] Eylemlerimizle sadece kim olacağımıza karar vermiyoruz, aynı zamanda İnsan’ın nasıl olması gerektiğine karar veriyoruz. Şu ya da bu eylemi seçmek demek bir değeri seçmek demektir. Herkesin yararına olmadığı müddetçe hiç bir şey kendi yararımıza değildir(Varoluşçuluk bir hümanizmdir, sf. 22-28)

 Bu satırlarda dikkat çeken ikinci bir husus ise “soyut” bazı güzelliklerin ancak davranışlar üzerinden gerçek hayata dahil olması. Meselâ kalbim muazzam derecede merhametle dolu olsa bile bu söz ve eylemlerimde görünmediği müddetçe “yok” gibi. Etrafımdaki insanlara acıdığım zaman bu uykudaki merhamet uyanıp gerçek hayata dahil oluyor, gerçek merhamet oluyor. Kendimi ötekilerin yerine koyup “ya ben ihtiyaç içinde olsaydım, ne beklerdim?” diyebilmek… Sartre’a göre insan olmanın gereği bu. Türlü bahanelerin arkasına sığınmak kabul edilebilir bir tavır değil.

 Kalple, sözle ve elle mücadele

Sartre’ın eserlerinde bulduğumuz ve vahiy ile paralellik arz eden ikinci bir nokta daha var. Bu da haksızlığa direnmenin kademeleri. Nedir? Bir hadis ile başlayalım:

 “Sizden kim bir kötülük görürse, önce eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse, içinden buğzetsin/muhalefet etsin/gönlünden imanî tepkisini koysun. Fakat bu gönülden tepki de imanın en zayıf halidir.”

 Bir Müslüman için oldukça net: Mücadele edecek imkânı/cesareti olmayanlar dahi en azından kalple cehdetmeye çağırılıyor. Çünkü insan bizzat mağdur olmasa bile karşı koyamadığı bir zulme tanık olduğunda tabiatı icabı sıkıntı duyar.  Meselâ kadınlara uygulanan şiddete karşı olmak için kadın olmak gerekmez. Veya bir zencinin hakları elinden alındığında beyazlar da rahatsız olur. Ama zulmün sürmesi halinde bir şey yapamamanın yükü hissedilir. Bu defa kimi insanlar “eh o kadın da aramıştır; belki kışkırtmıstır” demeye başlar. Meşru olmayanı meşrulaştırmaya, vicdan yükümüzü hafifletmeye çalışırız kimi zaman. İşte İslâm dini buraya bir kırmızı çizgi çekiyor. Yani her mücadeleye balıklama dalmak gerekmez belki. Şartlar icabı sabretmek, yardım toplamak vs gerekebilir. Ama “ne yaparsan yap, kendine yalan söyleme” deniliyor. Kural bu. Çünkü kalben direndiğimiz müddetçe güvendiğimiz kulaklara bir şeyler fısıldayabiliriz. İnternette, başka ortamlarda gizlice direnebilir, kalbî direnişi yayabiliriz. Gün gelir elle direnmenin sırası gelir. Ama kalbin kalesi düştü ise, imanın “en zayıf derecesi” dahi kalmadı ise kim neye nasıl dirensin?

Peki ateist Sartre ne diyor bu  konuda? Sartre söze, sözün direniş amacıyla kullanılmasına büyük önem veriyor. Özetle:

“Kimse söylemediği müddetçe zencilere zulüm edilmesi hiç bir şey değildir. Zenciler zulüm görüyor. Kimse farkında değil. Belki zenciler bile farkında değil. Bazen direnmek için bunun söylenmesi, adının konması yeter. […] Yazar kurgu ve hayal gücünü de kullanarak saklanan gerçeklerin üzerindeki örtüyü açmalıdır. Yazar zulümün her türüne direnmeli, aklını ve kalemini özgürlüğün hizmetine sunmalıdır.” (Yazarın sorumluluğu, sf. 17-21, 1946 ve Edebiyat Nedir?, sf. 26-30, 1948)

 Sözün, kelâmın sorumluluk bilinciyle kullanılması sanatı belli bir yere konumlandırıyor. Sartre “sanat için sanat” yapmaya karşı olduğu kadar “sosyalist gerçekçiliğe” de karşı. Fildişi kulelerde üretilen sorumsuz güzellikler ona göre değil. Fakat  edebiyat siyasî propaganda derekesine de düşürülmemeli. Edebiyat zulme direnirken siyasî projelere alet olmamalı. Zira propaganda manipüle eder, köleleştirir. Oysa edebiyat bunun zıddıdır. Hür insanların hür vicdanlarına hitab eder. Propaganda ise edebiyatın ölümüdür. Gerçekten de zulme direnirken propaganda yoluyla yeni zulümlere kapı açma tehlikesi var. İnsan aklının, vicdanının, özgürlüğün hiç bir zaman devre dışı bırakılmaması gerek. Yoksa varılacak yer totalitarizm olacaktır. Bozukluk liberal, komünist, hatta İslâmcı olabilir, siyasî renk fark etmez: 

Kaliteli ateizmin insanlığa faydası

Farklı manevî ve felsefî referanslara sahip insanları bir arada barış içinde yaşatmak her zaman erişilmesi zor bir hedef teşkil etti. Geçmişte kurulup yıkılmış devletlerin bir kısmı ideolojik ya da dinî sistemleri halka dayattılar. Cami ve kliseleri yıkıp resmî ideolojiyi din haline getiren komünizm ya da kemalizm ister istemez totaliter devletlere gebeydi. Ancak din adına hareket eden devletler de “dindarlaştıkça” halkı dinden soğuttular: Meselâ İslâm’ın tek bir yorumunu ve biçimsel uygulamalarını kanun ve polis yoluyla dayatan, kendine “şeriat devleti” diyen devletler de halka mutluluk getiremedi.

 Bugün ise herkesin haklı olduğu, herkesin ahlâk değerlerinin aynı mesafede tutulduğu (veya niyet edildiği) sistemler gelişmiş ülkelere hakim. Ne var ki adına ister demokrasi diyelim ister liberalizm, bu sistemler de bireysel tutkulardan ve hırslardan aldıkları rüzgârla yeni bir tür totalitarizm üretmekteler. Propaganda yoluyla insanlar yine şeyleştirilmekte, homo economicus’a indirgenmekte. Bu konuda şu iki kitap okunabilir:

Kısaca kurda ve kuzuya “sen de haklısın” demekle olmuyor. Herkesi, herşeyi kabul eden rölativist ahlâk … en kısa deyimiyle ahlâksızlık demek. Liberallerin “özgürlük” sandığı serbestlik ise dönüp dolaşıp tilkinin kümesteki özgürlüğüne(!) varıyor. Zengin ülke fakir ülkenin hammaddesini çalıyor, diktatörleri destekliyor, savaş çıkartıyor, kimyasal ve nükleer atıklarını fakirlerin topraklarına dolduruyor. Fakir direnirse zenginin medyası “korsan” damgasını vuruveriyor! (Bkz. Somali: Korsan mı, balıkçı mı?)

 Jean-Paul Sartre’ın kaliteli ateizmi işte bu noktada önemli:

Din düşmanı / Tanrı düşmanı olmadığı için farklı inançlardan olan insanların bir “insan fıtratı” anlayışı üzerinde birleşebilmelerini kolaylaştırabilir. Tek başına yeterli olacağı iddiasında değilim ama küçük bir kapı açsa yeter. İnsanların akıllarını kullanmaları için bir katalizör olabilir. Kur’an veya İncil’in adını duyunca tüyleri diken diken olan insanlar ile farklı inançların dindarları birbirlerini bu “kaliteli ateizm” zemininde anlamaya başlayabilirler.

 

Dipnotlar

Dinlerle kavgalı, inançların gerici/zararlı olduğunu savunan, Tanrı’nın yokluğuna iman etmiş bu bilim yobazlarıyla tartışmak da çok zor. Mânâyı reddedip kafayı maddenin kumlarına gömmenin bedeli oldukça ağır. Bakınız bu konudaki 2 kitap:

 Gelecek bölüm:

  • Kaliteli Ateizmin Müslümanlara Faydası
  • Sartre’ın ateist ahlâkının zayıf noktaları

 

… Bu konu ilginizi çektiyse…

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz. 

 

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 30, 2012 | Reply

    Günümüz ateistlerinin felsefesi şu: “Dinler, tanrı inancı her kötülüğün anasıdır. Dinler ve tanrı yok olursa insanlar özgür ve mutlu olur.”
    Bir arkadaşım “dinler 100 sene sonra ortadan kalkmış olacak, çünkü insanoğlu kendi için en doğru kanunları ve yaşam stilini bulduğu zaman dinlere ihtiyaç kalmayacak” demişti, “hmm haklı olabilirsin, dinler ortadan kalkabilir, ama bu konuyu Tanrı’ya da bir sormakta yarar var” demiştim.
    Günümüz ateistlerinin din vizyonu bu. Din, insanın mutlu olması için ve bir de toplumsal düzeni kurmak bir araç. Ve bunun alternatifi ortaya konulduğunda kendinden yok olacak bir şey.
    Aslında Sartre’ın da ateizmi bu kadar kof. Kenan Gürsoy’un “Sartre Ateizminin Problemleri” kitabı okunmalı.
    Amaç insana hizmet etmek gibi görünse de aslında bencil bir bakış açısı var. Yani önce kendini merkeze koyuyor. Ve sonra çevresini, kendi yararına olacak şekilde dizayn ediyor. Bu “herkes, herkesin yararına hareket ederse” düşüncesi hiç ateizme göre bir şey değil, fazlaca romantik. “İnsanlar el ele tutuşsa, hayat bayram olsa, uzansak sonsuza…” İyi de hayat böyle bir şey değil. Kötülük hep vardı ve var olmaya devam edecek. Sadece dış dünyada değil, insanın içinde de var. Bencillik, öfke, hırs, şehvet, kıskançlık dışarıda değil, içinde. Bunlar “kendisine nasıl davranılmasını istiyorsan kardeşine öyle davran” romantizmine gelebilecek şeyler değil. Felsefeciler de sürekli bir eğitimden bahsediyorlar. Ama bu, değerler eğitimiyle hallolacak bir şey değil. Evet hallolur belki ama bilge adamın dediği gibi “kardeşlik aralarına kemik atana kadardır”.
    Her neyse… Ateizm hiçbir dine ihtiyaç duyurmayacak dünyevi bir düzen ve mutluluk formülünü bulsa bile bu insanın feryadını bitirmeyecektir. Çünkü o varlığının anlamını bulmaya açtır. İçindeki boşluğu doldurmaya muhtaçtır.

  3. Yazan:Selami Çetin Tarih: May 2, 2012 | Reply

    Sonrası olmayan bir ahlak sitemi yaşayabilir mi? Ölünce yok olup gideceğime inanıyorsam hayatımı 8-5 mesaiyle geçirip kanunlara uyan, hak yemeyen bir enayi olarak mı yaşayacağım? Ben kendi nefsime soruyorum ve bana diyor ki: “Hele bir SONRASI olmasın. Bak o zaman elimden uçanla kaçan kurtulabiliyor mu?” Malesef hiç masum(!) ateistlerimizin ahlaklı olmak için bir ahiret inancına gerek yoktur açıklamalarını da yemiyor bu nefis! Kimbilir belki yiyeni de vardır..

  4. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 2, 2012 | Reply

    Ahiret inancı olmadan ahlaklı yaşamak enayilik midir biraz düşünmek lazım. Kişi, bunu kendi mutluluğu için yapıyorsa, yani ahlaklı bir yaşam sürerek mutlu oluyorsa ona enayi diyemeyiz. İnsan zaten çoğu zaman ölünce ne olacağını pek düşünmez. Erdemli yaşamak da dine inanmasa dahi insana yararlı olduğunu hissettiren ve mutluluk veren bir şeydir.
    Bir ateist de çok mutlu bir hayat sürebilir. Haksızlık etmemek lazım.
    Fakat bu konuda gerçekten gayret göstermesi gerek. Çünkü ruhumuzda anlam arayan kocaman bir boşluk var. Ne yazık ki bu durum ateistlere özgü değil. Birçok müslüman da Allah’tan uzak bir hayat yaşıyor. Evet namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, tonlarca tefsir, fıkıh kitabı okuyoruz ama mana yoksunuyuz. Allah’a yaklaşamıyoruz. O’nu hissedemiyoruz.
    Bu yüzden ateistlere giydirirken, “siz ne mutlu olabilirsiniz, ne de erdemli bir hayat sürebilirsiniz” diye yaftalarken içim acıyor. Ben de Allah inancına gark olmuş, vahdete ermiş, nefsini yenmiş ve mutmain olmuş bir nefse sahip değilim çünkü. Büyük bir imtihan geçirsem sonum ne olur bilmiyorum, hatta şu çuvalladığım küçücük imtihanlar bile ayağımın kaymasına sebep olabilir.
    Eskiler Kur’an okurken cehennemle ilgili ayetler okunurken seslerini alçaltırlarmış. Kalben Allah’a sığınırlarmış, boyun bükerlermiş. Ateistlere saydırırken bu tevazuyu kaybediyoruz galiba. İmanı hazır bulduğumuz için cepte zannediyoruz.
    Ateistin de kalitelisi, ılımlısı, azgını, saldırganı, uysalı, mantıklısı, aptalı, zekisi, dingili var. Müslümanın olduğu gibi. Onlar da insan zira.
    Hz.Ali “cahille cennette bile bulunmaktan Allah’a sığınırım” diyor ya, Mehmet’in çabası da biraz muhatap olunan insanlarda bu kaliteyi yakalamak galiba. Zira okuduğunu anlama indeksinin tüm dünya ülkeleri içinde en diplerde gezindiği bir ülkede yaşıyoruz. Kalitesisiz. Hepimiz böyleyiz. Koca ülkeden adam yetişmiyor. Fikir üreten yok, farklı bir şey söyleyen kimse yok. İnsan kalitesinin yükselmesine ihtiyaç var. Bu uğurda ateistlerden de öğreneceğimiz şeyler olabilir. Sartre da çığır açmış büyük bir adam. Her filozof gibi gerçeği bir noktadan yakalamış görünüyor. Kendime söylüyorum. Fazla tırpanlamamak, her hikmetden bir şeyler devşirmeye bakmak lazım vesselam.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Nis 30, 2012: Kaliteli Bir Ateizm ve Sartre(2) : Derin Düşünce
  3. May 2, 2012: Kemalizmin Zararları (16): Sanatçıyı rezil eder! : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin