Cumhuriyet Müslümanlığı – 2
By Mustafacan Ozdemir on May 23, 2012 in atatürkçülük, Kemalizm, Laiklik, Yobaz Laikler
Geçen yazıda Cumhuriyet Müslümanlığı kavramının tanımını, filizlenme dönemini ve genel bakış açısını yazmıştım. Bu yazı dizisine başlarken kafamda akademik fetişizm mantığının haricinde bir şeyler yapmak kaygısı peydahlandığı için bu yazıda kronolojik bir yapı harici tutturarak yaşanmış hayatın içinden örnekler vermek niyetindeyim.
Mustafa Armağan’ın Türkçe Ezan ve Menderes adlı kitabının 146 ve 147. Sayfalarında aktarılan olayı buraya taşımak istiyorum. Anlatan Yaşar Tunagür. O dönemi bizzat yaşamış, o günleri bir daüssıla diye tabir eden ve olayı anlatırken dahi gözyaşlarına hakim olamayan mütedeyyin biri. Olay şöyle:
Ezanın Türkçe okunduğu günlerdi. Cuma namazlarını Sultanahmet Camii’nde kılmayı adet edinmiştim. Cuma namazlarını meşhur Hafız Saadettin Kaynak kıldırırdı. Yani ilk defa Türkçe ezanı okumuş olan Hafız…
Yine böyle bir Cuma günüydü ve Sultanahmet Camii’ne namaz kılmaya gidiyordum. Fakat her zamankinden farklı olarak caminin avlusunda büyük bir kalabalık ve telaş vardı. Ben ve yanımdaki arkadaşım, merakla cami avlusuna doğru ilerledik. Baktık ki, caminin içinden çok, avluda insan var. Onlar bir şeyler duymuşlar ama biz henüz bilmiyoruz. Girdik içeri.
Avluda baktık ki camiye giren falan yok. Herkes yukarı bakıyor. Birden minarelerin bütün şerefelerinden, ‘‘Allahu Ekber! Allahu Ekber!” diye Arapça ezan okunmaya başladı. Meğer caminin imamı olan Saadettin Kaynak, her bir şerefeye bir müezzin yerleştirmiş, bir biri ardına nasıl ezan okuyacaklarını da onlara güzelce tembihlemişti. Durumdan haberi olmayan caminin içindeki cemaat de Arapça ezanı duyar duymaz kendilerini dışarı attı. Avlu hıncahınç doluydu. Herkes İstanbul semalarını inleten Arapça ezanı dinliyordu. 14 müezzin 6 minarenin 14 şerefesinden biri başlıyor, öbürü bitiriyor. Yarım saate yakın sürdü ezan. Bunu, İstanbul’un diğer camileri takip etti… İstanbul’un bütün minarelerinden, yıllardın özlemini çektiğimiz ezan sedaları yükseliyordu göklere… Bir an için rüyada olduğumu sandım. Fakat bu bir rüya değil, gerçekti. Minarelerden Arapça ezan okunuyordu.
(duygulandı ve gözlerinden akan yaşları sildikten sonra devam etti):
Arapça ezan sesini duyan olduğu yerde durmuştu. Sanki yere çivilenmiştik ben ve Sultanahmet Meydanı’nı dolduran bütün insanlar… Sokakta oynayan çocuklar bile oyunlarına ara verip ‘‘Allahu Ekber, Allahu Ekber”leri dinler oldular…
O an anlatılmaz, yaşanır ancak… Büyük bi daüssıladan sonra, öz vatanımıza kavuşmuş gibiydik… Allah bir daha göstermesin o günleri…
Başlı başına 18 yılının özeti niteliğinde bir anlatım kanaatimce. İlk okuduğumda, sonrakinde, sonraki seferde hep gözlerimi dolduran bir anlatım. Biraz da yaşanılan sorunların özeti niteliğinde. Fakat en çok canımı yakan ve anlatmak istediklerimi çok net gözler önüne seren cümle ‘‘ Büyük bir daüssıladan sonra, öz vatanımıza kavuşmuş gibiydik…”. Evet bu vatanı vatan yapan şeylerden biriydi Arapça ezan. Hele o dönemi düşünürsek 1932 de başlayan uygulama Osmanlı Devleti’nin devamı niteliğinde kurulduğu düşünülen bir topluluğun yaşadığı ülkeydi. Ayrı iki devlet altında aynı tebaaydı. Ezan, dünyanın her yerinde her Müslümanın ortak lisanıydı. Şüphesiz bu ülke sınırları içinde yaşayan birbirinden farklı halklarında, etnik sınıflarında bam teline vurur nitelikteydi. Ne yapılırsa yapılsın bu ülke vatandaşının çok büyük bir kısmı Allah’ın yerine Tanrıyı koyamadı. Seyyid Rıza’nın isyanında dinini rahatça yaşayamamasının hiç mi payı yoktur? Kürt halkı, Doğu Anadolu Bölgesi aslında genel olarak çok dindar bir bölge olarak geçer hep kaynaklarda. Unutturulmaya çalışılan sadece etnik köken miydi? Şeyhlerin dergahlarının olduğu bir ortamda ne derece hortlayabilirdi terör ve ne derece insanlar birbirlerini bu kadar kolay öldürebilirdi?
Bir başka hadise benim çok kısa süre önce yaşadığım bir olay. Siyasi görüşlerim, fikri hayatım son derece net bir şekilde bilinir hale geldikten sonra bazı insanların benden çok haz etmediğini anlamıştım okulumda. Bir gün arkadaşlarımla otururken kendini Kemalist çizgisinde gören bir arkadaş bir şekilde muhabbetimize dahil oldu ve benim adete zayıf tarafıma yüklenmeye başladı. Bunun sonucunda ben de haydi o zaman güzelce fikirleri çarpıştıralım manasında konuşma başladım ve yaklaşık bir saat muhabbetler edildi fikirler tartıştırıldı. Lakin iş başörtüsü sorununa dayandığında bir çok konuda tutarsız ve temelsiz dogma fikirleri savunan arkadaşım çıkış yolu bulamayacak olacak ki ‘‘Madem başını örtüyor o zaman evinden dışarıya çıkmasın!” diye bir serzenişte, çıkışta bulundu. Anlamanın zor olduğu anlardan biriydi benim için. Bir insan, dini inancı gereği başka bir insanı ev hapsine mahkum edecek kadar ideolojilerin kölesi olmuş olabilir miydi? Hangi ideoloji bir insanın dini inancı gereği örtünmesi nedeniyle onu tecrit edebilirdi? Hangi ideoloji bir insanı dini inancı gereği adeta elinde olsa gettolara kapatma ihtiyacı hissedebilirdi? İlim yuvası denilen üniversitelerde, farklılıkların bir arada yaşamayı öğrenmesi, tahammülü kişiliğine zerk etmesi beklenen yerlerden çıkıyordu bu fikirler. Aynı arkadaşım ezanın Türkçe okunması gerektiğini, Türk olduğunu hatta surelerin Türkçe okunması gerektiğini ve bunu anlamanın daha önemli olduğunu söylüyordu. İşin kötü yanı ve tartışılması gereken tarafı bunun böyle olmasının zorunluluğundan bahsediyor seçme şansını bile tanımayı reddediyordu. Milliyetçiliği bu aşamada halkına aşılayan bir ideolojidir Cumhuriyet Müslümanlığı ve belki de bu ideolojinin tek başarısıdır. Sadece Kemalisti değil bazı dindarları da bu zehirden kendi payını almıştır. Milliyetçilik ve tahammülsüzlük kutuplar yaratma adına en çok kullanılan üzerine yumruklar indirilen yaramızdır ve maalesef tarihinde dayatılan ideolojinin büyük payı vardır.
Üçüncü hadise ise çok yakınımın annemin başına gelen bir hadise. Yıllarca Cerrahpaşa Hastanesinde hemşirelik yapmış kadın doğum ünitesinin kuruluşunda bulunmuş, ödüllendirilmiş, gazetelerde röportajlar yapılmış… Dini vecibelerinin gereği olduğunu düşündüğü için başını kapatmak istemiş ve bunun için emekli olmuş. Buraya kadar anormalin normali diyebiliriz. Fakat benim aklım daha iyi kesmeye biraz da bu işlerle ilgilenmeye başlayınca özellikle sordum neden bir daha hiç gidip ziyaret etmediğini orayı, arkadaşlarını, yıllarca çalıştığı ortamda gidip bir bardak kahve içmediğini. Şaşırmamıştım… Giderse eğer içeri girebilmek için başını açması gerektiğini söylemişti. Yıllarca hizmet ettiği kuruma yarım saat girip arkadaşlarını görebilmesi, hal hatır sorabilmesi için dahi bu zorlamayla karşılaşıyordu. O şikayetçi olmayı seçmemişti. Ama benim aklıma şu soru gelmedi değil. Bugün bir takım haklı haksız tartışılır hadiselere isyan etmişler var ve devletle çatışma halindeler. Cumhuriyet Müslümanlığı başörtüsünü dinin vecibesi saymadığı için mağdur olan milyonlar isyan ederse bir gün ne olur? Bu insanlar bunca zaman neden isyan etmediler? Cumhuriyet Müslümanlığı ve bu ideolojinin savunucuları tamamı ile değiştirmeye çalıştıkları dine dua etmeliler çünkü bu insanlar bir çok şeyi tevekkülle karşıladılar. Eyvallah deyip geçmenin kolay olmadı yerlerde inançlarına sığınıp dönüp gittiler. Yaralar büyük, özellikle genç kuşak insanların yaraları çok daha büyük fakat her kesimle her hadise için yaraları sarma vakti mevcut. Cumhuriyet Müslümanlığı planlandığından çok daha fazla zarar verdi, kısmen de olsa vermeye devam ediyor. Yeni geleceği geçmişim üzüntüsü, nefretiyle değil umutlarla kurmaya çalışma zamanıdır…
… E-Kitap okumak için…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış