Bizden Utanmayın, Sizi Yaratan’dan Utanın!
By Özlem Yağız on May 30, 2012 in AKP, Devlet Terörü, şiddet, vicdan
“Bize tazminattan bahsediyorlar. Bizler de trilyonlar verelim Başbakan bize evladının küçük parmağını kesip yollar mı? Biz hiçbir şey istemiyoruz. Sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz. Sadece adalet istiyoruz!”
Yaklaşık 150 gündür Gülyazı ve Ortasu Köylüleri ile beraber eli kalbinde hükümet tarafından atılacak hakka, adalete ve bir hukuk devletine yakışan adımları bekleyen birisi olarak, geldiğimiz noktada gitgide daha ağır bir ümitsizliğe dönüşen duygularım üzerine bu yazıyı kaleme almayı uygun gördüm.
Çağrımın arkasında belki milyonların desteğini almış bir partinin ya da örgütlü yapıların gücü yok ama ilahi adalet duygusuna iman etmiş madun yığınların şimdilik kısık sesi ve Uludere mazlumlarının topluma iletilmesi gereken ahı olduğuna inanıyorum. Umuyorum ki yaşanan bu duyarsızlık ve inatla mağdurların sesine kulak tıkayan tavırla beraber, bir gün TC tarihinde bir Uludere’den öncesi vardı bir de Uludere’den sonrası denilebilecek günlere gelmeyiz. Ama o günlere gelirsek bazılarımızı tarihe, “Bu zulme ortak olmamışlardı, Uludere köylülerinden aldıkları emaneti dosdoğru, lafı eğip bükmeden ve olması gerektiği gibi ilettiler” diyerek bir kaydeden çıkar elbette.
Sayın Başbakan, bu facianın 48. gününde bir grup arkadaşımla beraber Uludere’ye gittiğimiz zaman henüz Emine Hanım oraya gitmemişti. İhtimal dahilindedir ki bizim gördüklerimizi, bizim işittiklerimizi aynen o da gördü, duydu. Ancak ya size aktarmakta yetersiz kaldı, ya o anlattı siz doğru anlamadınız ya da önemsemediniz. Bizler ise o günden beri defalarca bulunduğumuz mecralarda şahit olduklarımızı anlattık. Bir kere daha deneyeyim:
Uludere köylüleri katliam günü yaşanan olayın bir kaza olduğuna asla inanmıyorlar. Zira onlar Çankaya’dan ya da Medya plazalardan bakmıyorlar yaşadıkları gerçekliğe. Çocuklarının vurulduğu “kaçakçılık” yolu yüzyıllardır kullanılagelen, nereden baksanız haftada yüzlerce katırın geçtiği bir güzergah. Tam karşısındaki tepede, birkaç yüz metre ilerideki askeri gözlem noktasından sürekli olarak, çıplak gözle dahi takip edilebiliyor. O güzergah üzerinde askeriyenin haberi olmadan kuş uçması imkansız. “PKK’ nın bu yolu kullanabilmesi için aklını kaçırmış olması lazım ki zatenhiçbir zaman bu güzergahı kullanmadı,” diyorlar.
Her şeyi bir tarafa bırakalım; katliamın başlaması ile sona ermesi arasında yaklaşık 45 dakikalık bir süre var. Bir bomba atılıp bu “iş” bitirilmiyor. Verdikleri bilgilere göre aydınlatma fişekleri ve taciz atışlarıyla grubun bir araya toplanmasıyla başlayan ve aralıklarla dört ana bombanın atıldığı 45 cehennemi dakikadan bahsediyoruz. Evlatları durdurulup bir araya toplandıktan sonra ailelerine telefon açıp yardım isteyince, aileler bölgedeki askeri yetkililere telefon açıyorlar. “Yapmayın! Onlar bizim çocuklarımız orada bekletirseniz donacaklar” diyorlar. İlk taciz ateşi açıldığı zaman da bu telefonlaşmalar sürüyor. Aldıkları cevap; “Korkmayın bunlar korkutma atışıdır. Bir şey olmaz.”
Katliam bitiyor… Halen oraya vardıklarında 13 genç ölmemiş. En az dördü köye getirildiklerinde kurtarılabilecek halde. Yine telefonlar açıyorlar. Yalvarıyorlar bize yardım edin. Aldıkları cevap; “Bizi bu işe karıştırmayın!” Şırnak’tan kendi imkanları ile getirilen bir ambulans durduruluyor, kontrol noktasında yarım saat bekletiliyor. İçinde sadece bir çocuğa yetecek kadar donanım var. Zaten ağır yaralı olanlardan bir tek makineye bağlanabilen o genç kurtuluyor. Bu arada yaralıların hepsi soğuktan, kan kaybından ve tıbbi müdahale alamamaktan ölüyor. Evlatları kucaklarındayken ” Bizler mahvolduk, hepimizi öldürdüler,” diye diye ölüyorlar!
Sayın Başbakan, birkaç gün önce bu samimiyetle yapılmış bir hatadır gibi bir şey söylediniz. Samimiyetle yapılmış bir katliam nasıl olur bilmiyorum. Ama demek istediğiniz bu bir hata idi, kasıt yoktu ise başından sonuna kadar bu birkaç paragraflık anlatı bile burada çok karanlık noktalar olduğunu ortaya koyuyor.
Zaten Uludere köylüleri de hiçbir şekilde bunun öylesine bir kaza olduğuna inanmıyorlar. Laf aramızda onları dinlediğim zaman ben de inanmadım ve adil bir yargılamayla aşağıda sorduğum sorulara ilişik gerçekler açığa çıkana kadar bu düşüncemde onlarla beraber olacağım.
1. Her hafta yüzlerce katırlık kervanların geçtiği, gözaltında olan bir yoldan, PKK giriş yapacakmış ihbarını verenler kimler?
2. Bu ihbarı bölgedeki askeri görevlilere “danışmaksızın” ivedilikle değerlendirip, grubu takibat altına alarak, nihayetinde vur emrini verenler adalet karşısına neden çıkarılmıyor, açık ve adil bir yargılamaya gidildiğini göremiyoruz?
3. Olaylar başladığı zaman üstlerine bu operasyonu durdurun demek yerine Uludere köylülerine ‘rutin şeyler, korkmayın bu korkutma atışıdır’ şeklinde cevap veren yetkililer bunu niçin yaptı? Kendisine telefon edilen yetkililer bunu üst makamlara bildirdiler mi? Bildirdilerse bu bildirimlerin sonucunda alınan cevapları ve telefon kayıtlarını toplumun bilmeye hakkı yok mu?
4.Halen yaralılar sağ kurtarılabilecekken en ufak bir yardımı esirgeyip, kontrol noktasında ambulansları bekleten yetkililer bu işi samimiyetle mi yaptı? Samimiyetle yaptıysa da bu samimiyet bir cezayı hak etmiyor mu sizce? Kendisinden araç istenen yetkililer, yardım için telefon eden ailelerin de orada vefat eden çocukların da kim olduğunu pekala biliyor ve tanıyordu! Hangi saikle onları ret etmeye yöneldiler? Neden bizi bu işe karıştırmayın dediler?
5.Uludere köylüleri olaydan bir gün sonra helikopterlerle askerlerin gelip olaydan arta kalan delilleri toplayıp imha ettiğini söylüyorlar. Bu gerçek mi? Eğer gerçekse bunu kimler, hangi mercilerden emir alarak ve neden yaptılar?
Uludere köylülerinin istisnasız hepsinin bizlere görüştüğümüz zaman söylediği bir şey vardı: “Bize tazminattan bahsediyorlar. Bizler de trilyonlar verelim Başbakan bize evladının küçük parmağını kesip yollar mı? Biz hiçbir şey istemiyoruz. Sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz. Sadece adalet istiyoruz!” diyorlardı.
Ve olay günü vefat eden Adem Ant’ın babası Reşit Ant, 48 gün geçmesine rağmen hiçbir adım atılmamasına, kendilerini çok yaralayan tazminat tekliflerine, yaşanan toplumsal duyarsızlığa ve basında çıkan manipulatif haberlere isyan ederek sözlerini şöyle noktalıyordu:
“Herkes elini vicdanına koysun öyle konuşsun. Hiç mi utanacak yüzünüz yoktur? Siz hiç mi ölmeyeceksiniz? Yarın öldüğünüzde siz Cenab-ı Allah’a ne hesap vereceksiniz? Orayı düşüneceksiniz, burayı değil. Allah’ın hesabını düşüneceksiniz. Utanacak yüzünüz yok mu Allah’a? Sızlayacak vicdanınız yok mu Allah’a?
Bizden utanmayın! Sizi yaratandan utanın! “
O günden beri sesi, sözleri halen kulaklarımdadır…
Şimdi katliamın 150. gününe geldiğimizde aylardır onlar her mecrada sözlerini böyle ifade etmemiş gibi hala ‘Tazminatlarını fazla fazla verdik.” diyorsunuz. Konuyu istismar etmediğiniz gibi ne olduğu bile anlaşılmayan garip açıklamalar yapıyorsunuz. İçişleri Bakanınız, “onlar vurulmasaydı kaçakçılıktan yargılanacaktı” gibi bir sözle adeta ölülerle dahi ‘kan davası’ güdüyor ve hala bu ülkede bakan! Durumdan vazife çıkaran vicdan, ahlak yoksunu medyada, çoktan “Uludere’ye akıtılacak fazladan her gözyaşı PKK’ya cansuyudur” manşetleri atılmaya başladı bile. Bizler bu haksız ve yakıcı söylemlere isyan ettikçe, gitgide beyanlarınız daha da suçlayıcı, mağdurların ve onlara destek olanların kimlikleri üzerinden şaibe oluşturacak şekilde aba altından sopa gösteren bir dile dönüşüyor.
Benim bunca sözden sonra size çağrım şudur: Ya bu olayı, hakka, vicdana, adalete uygun bir şekilde olması gerektiği gibi takip edin, ya da Allah rızası için susun! ‘Parası neyse fazla fazla verdik’ dayatmasından vazgeçin!
Diliniz varır mı bilmem ama şunu da söyleyebilirsiniz;
“Kusura bakmayın halkım. Bu olayda bizi aşan bazı şeyler, kimi güçler var. Bizler iktidar olduk ama muktedir olamadık. Acziyetimizle bizi hoş görün ve böyle kabul edin!”
… Bu konuda okumak için…
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler
Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
4 Yorum
Yazan:Emre İnce Tarih: May 31, 2012 | Reply
İlk defa ülkemin bölünebileceğine ihtimal verdim.Siyasi bölünmeden önce psikolojik bölünme gelir.Acıda bölündüğümüzü görmek ürkütüyor insanı.
Yazan:yıldız ramazanoğlu Tarih: May 31, 2012 | Reply
sayın ince, hissiyatınızı ne çok insan paylaşıyor. insan kelime için yaşar. iki kelimenin esirgenmesinin maliyeti ağır olacak gibi görünüyor. özlemciğim eline sağlık. keşke elinde imkan olarak kulaklara ulaşabilse yazdıkların. ejderhalarla dolu denizlerde yüzen adamın sahil i selamete çıkacakken derede boğulmasını kim ister, kardeşliğimizden rahatsız olanlar. ben sadece basiret duası ediyorum, dua müminin silahı…
Yazan:Hikmet Filiz Tarih: Haz 1, 2012 | Reply
olmuyor işte. başbakan o 34 kişinin gerçekten masum ve yaşama hakkı olan insanlar olduğuna kani değil. o bomba kendi çoluk çocuğunun tepesine düşse ne hissedecekse şimdi de onu hissetmesi lazım, gerçekten müslüman ve adil bir yönetici ise. Ama adaleti sağlayacağına üstünü kapatma peşinde. Kendi eliyle BDP’lilerin ekmeğine yağ sürüyor.
Ben batıdaki insanların da Uludere’de ölen 34 kişiyi gerçekten sahiplendiğine pek inanmıyorum. Bizim gözümüzde onlar çok da masum insanlar değil. Bir şekilde zaten kaçakçılıkla yaşayan, PKK ile de bir şekilde uzlaşmış, en azından açıkça karşısında durmayan, işi gücü olmayan bir sürü insan. “asil kan” ve “kirli kan” olayı. Batıdaki algının bu olduğunu düşünüyorum. Bölünmeyi PKK değil de getirirse böyle bir algılama getirir.
Yazan:ömer faruk Tarih: Haz 2, 2012 | Reply
insanlarımızda kaç hay kaldı bir düşünün