RSS Feed for This Post

Fenerbahçe Cumhuriyeti?

Sunuş: Futbol artık bu ülkenin toplumsal bir sorunu olma noktasına doğru hızla ilerliyor. Bu yüzden futbol ve ortaya çıkan sonuçlar üzerinde de düşünmek gerek… Ayrıca  koyu bir Fenerbahçe taraftarı olduğumu, sadece yaşananlara sağduyulu bir şekilde bakmaya çalıştığımı söylemek isterim… (E.P.)

 Futbol ve şike konulu sayfalar 

 “Futbol sadece futbol değildir!”… Simon Kuper, futbol üzerine yazdığı ve kült eserler arasında yer alan kitabına bu başlığı vermiş… Kitabında futbolun dünyanın bir çok köşesinde bir spor dalından da öte hayatın her alanına, toplumun her tabakasına sirayet ettiğini anlatmakta… Verdiği örnekler arasında tabii ki Türkiye de var …

Türkiye’de “futbolun sadece futbol olmadığı” Simon Kuper’in demesiyle tescillenen bir gerçek değil tabii ki… Yıllardır mafyasıyla, siyasetiyle, ekonomisiyle Türkiye gündeminde her daim, her şekil yer bulan bir “spor” dalı futbol…

Bu gerçeği en güzel gösteren örnek ise malumunuz üzere neredeyse üzerinde bir seneyi devireceğimiz şike davası süreci…

Şöyle yapalım, en sonda söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim… Aslında bu şike davası bu ülkede yaşanan vesayet kavgasının bir tezahürüdür… Kendi çapımızca siyasi bir tahlil yaparsak, 90’larda, 2000’lerde ve hatta günümüzde bu ülke siyasette ne yaşandıysa aynısı şu an belki daha küçük bir çapta futbol dünyasında yaşanmakta… Hani derler ya “hayat film gibi gözlerin önünden akıp geçer”… Aynı o şekilde Türkiye’nin belki de yarım yüz yıllık siyasi geçmişi sanki bir yıllık futbol temalı bir belgesel gibi karşımızda…

Bu iddialı önermemizi  isterseniz “karşılaştırmalı analizlerle” daha somut ve bilimsel hale getirelim!..        

Şöyle ki, Aziz YILDIRIM denildiği zaman aklıma Süleyman DEMİREL gelir… Süleyman DEMİREL, Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) siyasi tarihine damga vurmuş bir şahsiyet… Halkın oyları ile iktidara gelmiş, zamanında halkın teveccüh gösterdiği, demokrasinin timsali olarak görülmüş ve yine darbeyle alaşağı edilmiş bir isim… Ama aynı Demirel zamanı gelmiş bu ülkede darbenin organizatörü olmuş, demokrasinin karşısında yiğitçe(!) durmuş birisi….

Aziz YILDIRIM ise Fenerbahçe Cumhuriyeti (F.C.) tarihine damga vurmuş bir isim… Uzun süre başkanlık yapmış, zamanı gelmiş istifa etmiş ve ardından geri dönmüş… Şimdi ise tutuklu olmasına rağmen başkanlık yapmak için çabalamakta… Geniş bir taraftar kesimi tarafından sevilmesine rağmen, şöyle soğukkanlı bir gözle bakıldığında, muhalefete söz hakkı vermeyen ve futbol camiasında amiyane tabirle “derebeylik” kurma peşinde olan birisi olduğunu görebiliriz…

Şike sürecinin devamına bakıyoruz… Bir diğer isim ise iddianamede ismi geçmesine, şike olayına karıştığı iddia edilmesine rağmen Federasyon Başkanlığı’na seçilen Yıldırım DEMİRÖREN…

Yıldırım DEMİRÖREN’in Federasyon Başkanlığı’na seçilmesi ile akla gelen isim ise Mesut YILMAZ… Hatırlayın, Beyaz Enerji davasının yürütüldüğü bir süreçte Mesut YILMAZ Başbakan olarak bu ülkenin başındaydı. Ki ardından Yüce Divan’da yargılanıp hüküm yemişti. Ancak aldığı ceza affa uğrayınca “malum medya” tarafından “aklandığı” propagandası yapılmıştı…

Yıldırım DEMİRÖREN de şike sürecinde soruşturma geçiren bir kulübün başkanı iken, daha sonra soruşturma yürüten kurumun Türkiye Futbol Federasyonu’nun başkanı oldu. Ardından Federasyon tarafından ortaya konulan hukuk garabetleri ile bu kararın ne kadar isabetli(!) olduğunu bizlere gösterdi… Sizce de her iki resim arasında benzerlik yok mu?..

Tabii ki işin bir de medya ayağı var… Şahsen eskiden bir spor gazetesi açıp okumak, tuttuğum takım hakkında uydurma olduğunu bilsem bile transfer haberlerine bakmak hoşuma giderdi… Şimdi ise spor gazetelerinde Aziz YILDIRIM’ın “beklenen savunması” ve “bomba açıklamaları”, Yıldırım DEMİRÖREN’in “açtığı yeni sayfalar” manşetleri süslüyor… İşte tüm bu yaşananlar ve yazılanlar 28 Şubat sürecinde gerçekleşen medya operasyonunun bir benzeri … Aziz YILDIRIM tarafından “Fenerbahçe ele geçirilmeye çalışıyor!” heyulası, cemaat paranoyası da şu an için medya operasyonun en önemli malzemesi…

            Bir de şike davasının ardından düzenlenen mitingler var… Daha önce “Cumhuriyet mitinglerinin” düzenlendiği meydanda bu sefer de “Fenerbahçeliler” tarafından  mitingler düzenlendi. Aslında değişen çok fazla bir şey yoktu her iki mitingde de… Bu sefer “Türkiye Cumhuriyeti” değil, “Fenerbahçe Cumhuriyeti” ele geçiriliyordu… “Yıkılmayan Son Kale Fenerbahçe” idi… Açılan pankartlar, atılan sloganlar da rahatsız edecek derecede birbirine benzerdi…

Hatta, tüm bu iddialarımızı teyit edecek nitelikte, “Son Kale Fenerbahçe” isimli bir kitap bile yazıldı…

Atatürk resmi ile süslenen kitabın, arka kapağında ise yazar şunlar yazıyor:

Cumhuriyet’in kaleleri birer birer düşüyor. Atatürk’ün Cumhuriyeti hasta; Fenerbahçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin zapt edilmek istenen kalelerinden sonuncusu. Son Kale Fenerbahçe’nin ele geçirilmesinde televizyonlar, gazeteler, internet siteleri her gün sistematik olarak görev yaptılar.

Yukarıdaki cümlelerde “Fenerbahçe”yi çıkaralım… Yerine laikliği, cumhuriyeti koyalım… Bu ifadeler bir yerden tanıdık geliyor mu?

Son olarak Fenerbahçe- Galatasaray maçı sonrası yaşanan şiddet olayları var ki, tüm bu olayların yıllardır Güneydoğu’da, 1 Mayıs’larda yaşanan çatışmalardan pek farkı olmadığı ortada…

Sonuç kısmında  söyleyeceğimizi en başta demiştik… Tüm bu yaşananlar 90’larda, 2000’lerde ve hatta günümüzde Türkiye’nin yaşadığı siyasal ve toplumsal sancıların bir tezahürü, bir benzeri… Yani tüm bu anlatılanlar bir spor dalını siyasi bir mülahaza ile değerlendirme başarımızın (!) önemli birer göstergesi…

Aynı siyasi, toplumsal bir meseleyi de taraftar gözüyle okuma becerisine(!) sahip olduğumuz gibi…

Hakezâ kürtaj için, Uludere için, Kürt Sorunu için, Suriye için ve siyasal ve toplumsal alanda aklımıza gelen her sorun için de ideoloji ne derse, ne emrederse futbol fanatiği gibi sadece sloganını atmıyor muyuz?… Birileri sadece iktidar böyle dediği için itiraz ederken, diğerleri de sadece iktidar şöyle dediği için savunmuyor mu?…

İşin özeti ne sporu “spor” gibi, ne de siyaseti “siyaset” gibi yapmayı biliyoruz…

Sizce de ortada bir terslik yok mu?…

 

 

… e-kitap okumak çin…

 

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor.  Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

  

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? 

 Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak?  Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:Alex de Souza Tarih: Eki 1, 2012 | Reply

    Evet, bir terslik var. Galatasaray’ın kasasındaki 1.5 milyon $’lık açığın sebebi hala açıklanamamışken, Adnan Polat çıktığı ilk duruşmada beraat ediyorsa ve Türk futbolunun sadece Fenerbahçe temizlenerek temizlenebileceğine dair bir kanaat varsa burada bahsettiğinizin de çok üzerinde bir terslik var demektir. En vahimi; savcıların, hakimlerin birbiriyle rekabet içinde olan kişi ve kurumlar tarafından birbirlerinin ayağını kaydırmak için tetikçi olarak kullanılmaları. Hani derler ya, “dinime söven keşke müslüman olsa”
    Şu ülkede Galatasaray’ın adı “temiz, şikesiz, lekesiz” takıma çıktıysa, bu ülkede ne yargıya ne de medyaya zerre kadar güvenim kalmamıştır.

    NOT: FB’nin içindeki ulusalcı kesim Fenerbahçe camiasının tümünü temsil etmemektedir. Yaptıkları yanlışlardan dolayı Fenerbahçe’nin ceza alması gerekiyorsa almalıdır. Ama, Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe aleyhindeki yargılama sürecinin arkasında “adalet arayışı” değil de, FB’nin aşağı çekilip, GS’ın yeniden FB’nin üzerine çıkarılması varsa -ki bu konuda ciddi şüpheler var- o halde yargıya ve siyasete olan güven ciddi bir şekilde sarsılacaktır.

  3. Yazan:ufuk tan Tarih: Eki 1, 2012 | Reply

    Bu kadar rantın döndüğü bir sporda her türlü ayak kaydırma operasyonu yapılmasıda doğaldır.Futbol klüpleri dernek statüsünden çıkarılıp holding olmaya zorlanoyor.sadece bu ülkede değil dünyanın her yerinde.Borsaya giriyorlar,artık futbolcunun bonserviside borsaya girecek.

  4. Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Oca 19, 2014 | Reply

    sanat eseri sayılan şike soruşturmasında gelinen noktada değişen bir şey yok,tiyatro devam ediyor!

    hakim; “şike yaptığınızı düşünüyoruz,bunları yapmadığınızı delilleriyle birlikte ispat ediniz !”

    hakim olabilirsiniz ama hukukçu olamazsınız bazen…

    şike suçlaması ile suçlanan hiç kimse bunu yapmadığını ispat etmek zorunda değildir.bilakis iddia makamı, yani sayın savcılar, özellikle bunları kesin delilleriyle ispat etmek zorundadır.gel görki , hukuk;guguk olunca tersinden oluyor bizdeki gibi!

    -savunmayi okudun mu?
    -hayir…
    iddianameyi okudun mu?
    -tek tük,birazcık
    -ya mansetler?
    -hepsini okudum yuttum!.
    -sence şike var mi? – kesinlikle var!
    -peki sence kim yaptı?
    -fenerbahce…?!!!
    -peki diğerleri…?
    onlar süt gibi masum!

    görüldüğü gibi gazete haberleriyle suçlama, delil ,jurnal , soruşturma yapılan güzel ülkemde malesef bunların hepsi hukuk uzmanı (!) olmuşlar.ama hangi hukuk (!) değil mi? aziz yıldırım çok güzel demiş…

    hukuk (!), ama hangi hukuk?!

    ilk duruşmadan bugüne kadar habire mahkemede ts`un şike ve teşvikleri (bugün kendi avukatları bile itiraf etti) birbiri ardına itiraflar halinde geliyor amma onların yaptıkları şaka (!) oluyor.fb`nin varlığı ispat edilemeyen telefon tapeleri ise nedense şike (!) oluyor…

    hukuk dediğin şaka gibi bir şey bizim ülkede…

    adaletin ortasında şike var, herkes görüyor, gözlerini kapatanlar hariç…

    türk futbolunda oluşan bütün pislikleri fb`yi tarumar ederek yada fb üzerinden temizlemek gibi bir düşünce içinde olmak resmen izansızlk olduğu gibi tek taraflı bir operasyon olduğu konusunda biz fb`lilerin haklı itirazlarının son derece doğru olduğu da çok net anlaşılmaktadır…

    en çok da fb`ye hemen ceza vermezsek, milli takımın bile önü kapanabilir haberine gülmüştüm!…
    turkiye bugune kadar hep korku motivasyonu ile yonetildi, bugun de değisen birsey yok.asıl utanılması gereken, bu toprakları “korku imparatorluğu ” haline getirenlere bir iki kelam söylemek lazım ama spor ile siyaset birbirinden bağımsız idi , değil mi?!

    uefa yetmedi, fifa`yı yardıma çağıralım,hatta galaksilerden yardım isteyelim !!!

    ne fb` imiş bu azizim…:)

  5. Yazan:Alex de Souza Tarih: Oca 20, 2014 | Reply

    Zaman bizi haklı çıkardı. ÖYM’ler kapanmadan yine savcılara, hakimlere rüşvet, talimat vs. vererek son bir vole vurdular ve Fenerbahçe’nin 3 yılını ve istikrarını çalıp, Galatasaray’ı istedikleri yere getirdiler. Trabzonspor’a da yol verdiler ama Trabzonspor önüne altın tepsiyle sunulan fırsatı değerlendiremedi. Hak ettiği noktaya indi.

    Fenerbahçe’nin içindeki CHP’liler de bu durumu tepe tepe kullanıp, hükümet düşmanlığı yarattılar Fenerbahçe camiası içinde. Düşünsenize, senin Trabzon’lu bakanın Erdoğan Bayraktar, Trabzon’da fanatik kalabalığın önünde yaptığı popülist konuşmada “kupayı Trabzon’a getirmek için ince ayarlı çalışıyoruz” dedi. Başlı başına bir skandal. Bu karakterde bir adam da eline geçen ilk fırsatta başbakanı da satmaya kalktı menfaatleri için.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Tem 3, 2012: AKP, Futbol ve Beyaz Kadın Ticareti : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin