RSS Feed for This Post

Kapitalizm Hakkında Efsaneler – 3

Sunuş: Bir önceki yazımızda Dr. Saka’nın kapitalizm hakkındaki efsanelerinin ilk üçünü tartıştık. Kapitalist sistem içindeki ‘zenginlik’ tanımlamasını yaptık. Dr. Saka’nın, kapitalist sistemde çalışan herkesin zengin olamayacağı söylemi üzerinde durduk. Bu söylemi savunan Karl Marx ve bu söylemin tersini iddia eden İbn Haldun’un düşüncelerinden yararlandık. Sonuç olarak da sistemlerin hiç birinin -örnek olarak İslam dinini verdik- zenginliği garanti edemeyeceğini söyledik.

Bu yazımızda, Dr. Saka’nın diğer efsaneleriyle devam edeceğiz. Konu bütünlüğü açısından bir arada ele alacağımız bu efsanelerde, kapitalizm tarafından aldatılmış olduğumuz ve Dr. Saka’nın da değinmiş olduğu ‘özgürlük’, ‘eşitlik’ ve ‘adalet’ konularını değerlendireceğiz.Önce efsaneler:

  • Hepimiz aynı gemideyiz. Bu düşünce, yanlış aidiyet hissine sebep olur. Nasıl olur da başkan, senatorlar, bakanlar ve aileleri beleş zımbırtılardan yararlanırken, diğerleri bu erişime sahip olamaz? Politikacılar, idare meclisindekiler ücretsiz araçlar, eşyalar ve diğer müsaade edilen şeyleri alabilirler. Ama öğretmenler ve diğer sivil hizmetkarlar böyle şeylerden asla yararlanamaz. Gerçek şu ki kendi başınasın ve başının çaresine bakmak zorundasın. Kendi hatalarının sonuçlarına katlanırsın,hadi geçtim bunu, ama bir de başındakilerin hataları sana fatura edilir.
  • Kapitalizm özgürlük demektir. Madem öyle, niçin insanlar hala özgürlük için mücadele ediyor? Aslında 21. yy.daki  protestocuların çoğunluğu kapitalist ekonomi altındayken oluştu. Ne kadar insan bu sistem altında gerçekten özgür? Özgürlük, ama neyden?
  • Seçim demokrasi demektir. Hayır, bu doğru değil. Aslında, seçimlerin modern şeklinin çoğu düzenbazlıktan başka birşey değil. Tabi ki, güvenilir bir kaç tane var. Elektronik sistem bile daha tehlikeli. Çünkü oy kullanan insanlar elde edilecek sonuç üzerinde hiçbir kontrole sahip değil. İnsanlar hangi adayı isteyeceklerine karar verebilirler. Ama, sonuçların güvenilirliği bilgisayar beyinlerinin sadakatine bağlı.
  • Herkes devletin başı olma hakkına sahip. Hadi ya? 300 milyon nüfuslu bir ülkede, Birleşik Devletlerde; 200 yıl öncesinden beri Amerikalılar’ın kaç tanesi başkan olabilmeyi becerdi? Kalan Amerikalılar’ın kaçı hayatları boyunca başkan olabilecekler? 150 milyon Nijerli’nin kaçı bir gün Cumhuriyetin başında olacağından emin? Ama kapitalizm insanları potansiyel başkan oldukları illüzyonuyla yanıltıyor. Gerçek şu ki, herkesin olan şans aslında hiç kimsenin.
  • Seçilen politikacılar insanları temsil ediyor. Eğer öyley olsaydı, Yunanistan’da, Birleşik Devletler’de, İngiltere’de veya Fransa’da protestolara gerek olmazdı. Çünkü muhatap alınan, insanlar olurdu. Bundan dolayı da seçilmiş politikacılar, insanların istediğini yaparlardı. Politikacılardan bir konuda karar vermesi beklendi diyelim. Seçilmişi desteklemeyen kesime ne olacak? Bunu nasıl telafi edersiniz? Gerçeklikte, seçilmiş politikacılar diktatörlerden başka birşey değildirler. Kitleleri idare ederler.  
  • Partilerin değişimi, değişim için oy kullanmakla aynı şeydir. Kapitalizm sistemi içinde, çoğunlukla iki ana siyasi parti vardır. Gerçek şu ki, madalyonun iki yüzü gibidirler. Tek farkları ideolojilerindedir. İkisinin de liderleri, aynı kukla oynatıcısından aldıkları talimatlara göre hareket eden kuklalardır. Hangi parti iktidarda olursa olsun, insanların hep bir önceki yönetimin daha iyi olduğunu düşünmelerinin sebebi de budur.

Bu makalede ‘elit teori’ ve bu teoriye katkıda bulunmuş olan Paretto, Mosca ve Mills’den yararlanacağız. Bu düşünürlerin, Dr. Saka ile kesişen noktalarını açıklayıp, bu konu üzerine tartışacağız.

Öncelikle ‘elit teori’ nedir, bununla başlamak istiyorum. Arif Keskin’in ifadeleriyle ‘Seçkinler teorisinin başlangıcı kimine göre Platon kimine göre ise Makyavelli olarak görünse de aslında bu tartışma sosyal bilimlerin gündemine Pareto ve Mosca ile gelmiştir. Bu tartışmanın beşiği İtalya olmuştur […].’ Elit teoride tartışılan temel soru her zaman çoğunluğun azınlık bir grup tarafından idare edilmesinin sebebidir. Bu soruya aranan cevap elit teoriyi oluşturmuştur. Keskin; ‘Pareto, tarihi seçkinlerin yükselişi ve düşüşü olarak görmekte ve aslında amacı bu yükseliş ve düşüşün yasasını keşfetmektir.’ der. Burada, Paretto’nun tarihi seçkinler arasında bir sirkülasyonla açıkladığı görülebilir. Bu konuyla ilgili, Paretto, elitler için ‘tilki’ ve ‘aslan’ benzetmesini yapar. Tilkiler, gücü üretmeyi bilmezler ama kurnazlıklarıyla var olan gücü nasıl kullanacaklarını bilirler. Aslanlar ise, gücü üretmeyi bilirler fakat onu nasıl kullanacaklarını bilmezler. Bir başka deyişle, aslanlar sırf güce ve zorbalığa dayanırken, tilkiler ikna yolunu kullanılırlar. Bu idare yöntemleri de dönemim ihtiyacına göre dönüşümlü olarak başa geçer. Yani Dr. Saka’nın ‘değişim için oy kullanmak’ efsanesine itirazı, Paretto’nun bu benzetmesiyle açıklanmış olur. Çünkü ne kadar değişim yaptığını zannedersen zannet, ancak, gücün bir elit grubu tarafından uygulanıuş biçimini değiştirirsin. Paretto ve Dr. Saka’nın ortak görüşünün olduğu nokta burası. İkisinin hemfikir olduğu bir diğer nokta ise; ‘hepimiz aynı gemideyiz’ efsanesine olan itirazları. Dr. Saka, başkalrının hatalarının da bize fatura edildiğinden bahsetmiş. Tam da bu noktada, Paretto; ‘Tarih aslında seçkinlerin arasında yer değiştirme ve çatışma olsa da bu olgu kendini dinsel, mezhepsel ve ideolojik biçimlerde göstermektedir.’ der. Keskin’in açıklamalarıyla bunu daha iyi anlaıyoruz. İnsanlar bir din uğruna öldüklerini zannederler. Ancak, bu seçkinlerin ideolojileri ve çıkarları doğrultusunda bir ölümdür. Ki bu çekişme sonucu galip gelen taraf, elit sirkülasyonundaki yeni azınlık gruba işaret eder. Bu düşünce de, Marx’ın ‘yanlış bilinç’ (false consciousness) diye adlandırıdğı ‘yanlış aidiyet’ hissine sebep olur. Dr. Saka’nın deyimiyle, ‘aynı gemide olduğumuz’ hissine kapılmaya sebep olur. Sanırım bu cümleler, Dr. Saka’nın itiraz ettiği ‘herkes develetin başı olma hakkına sahip’ efsanesine de bir açıklama.

Mills’in elit teoriye yapmış olduğu katkıda Paretto ve Mosca’dan ayrıldığı noktalar vardır. Mills seçkinleri daha çok kurumsal düzeyde ele alır ve demokrasinin -şu an var olmasa da- gerçekleşeceğine inanır. Mills, Dr. Saka’nın da itiraz ettiği gibi ‘seçilen politikacılar insanları temsil ediyor’ efsanesine karşı çıkar. ABD’deki yönetimin; ordu, askeri endüstri ve hükümet üçlüsü tarafından organize edildiğini ve halkın dışlandığını söyler. Egemenliğin demokratik bir idare sisteminde olması gerektiği gibi halka ait olmadığını iddia eder. Ve halkın tüketim gibi zırvalıklarla oyalandığını varsayar. Dr. Saka’nın itirazının bir sebebi de Mills’in söylediği gibi halkı dışlayan bir sistemin halkı temsil etme ihitmalinin olmayışı.

Diğer bir efsane olan ‘seçim, demokrasi demektir’ ifadesine itirazında, Dr. Saka; ‘Elektronik sistem bile daha tehlikeli. Çünkü oy kullanan insanlar elde edilecek sonuç üzerinde hiçbir kontrole sahip değil.’ diyor. Bütün suçu modern çağın elektronik ürünlerine yıkmak biraz haksızlık bence. Çünkü, tarihimizde ‘demokrasi bayramı’ veya ‘beyaz ihitilal’ olarak adlandırılması önerilen 14 Mayıs seçimlerinin sonucu, Şerif Demir’in ifadeleriyle, 27 Mayıs’ın sebeplerinin oluşumuna kaynaklık eder. Demir: ‘Seçim sonuçlarının belirmesiyle birlikte asker arasında bazı güçler, durumdan vazife çıkararak harekete geçtiler. 14 Mayıs gece yarısı I. Ordu komutanı Çankaya’ya çıkarak seçimlere hile karıştırıldığı iddiasına sığınarak DP iktidarını engellemeyi teklif eder, fakat Cumhurbaşkanı İnönü, askerin bu önerisine sıcak bakmaz. Haber DP’li yöneticilerin de kulağına gider ve on yıl sürecek bir endişe ortaya çıktı. Siyasetimizde asker faktörü ilk kez bu kadar önemli oluyor, ilk kez bu şekilde kendisini gösteriyordu.’ Demir’in ifadelerine bakarak, Dr. Saka’nın aksine, sonuçların üzerinde insanların kontrole sahip olması da aslında demokrasiyi güçlendirir bir faktör değil diyebiliriz. Bir başka deyişle, şu an -en azından Dr. Saka için- teknolojik beyinler demokrasi için nasıl tehdit oluşturuyorsa, aynı potansiyele insanların beyinleri de sahip.

Sıra efsaneler içinde sona bırakmış olduğum ‘kapitalizm, özgürlük demektir’ ifadesinde. Sona bırakışımın sebebi, bu efsaneyi elit teoriden ziyade, ‘özgürlük’ kavramı üzerinden tartşmak istemem. Tarihin Sonu ve Son İnsan kitabının yazarı Francis Fukuyama, özgürlüğü şöyle tanımlar: ‘İnsanın özgürlüğü ancak insan […] kendisi için yeni bir benlik yaratmaya yetenekli olduğu yerde yükselir. İnsanın kendisini yaratma sürecinin başlangıç noktası, salt saygınlık uğruna ölümüne mücadeledir’. Fukuyama, kitabında, kapitalizmin kaçınılmaz bir son olduğu ve bu sistem çerçevesinde, -nihayetinde herkesin dahil olacağını öngördüğü- sınıflar arasındaki mücadele sonucunda insanın kazanacağı benlikten bahseder. İşte bu benliği kazanan ‘hayatta kalan güçlü’ özgürdür Fukuyama’ya göre. Fakat bu hayatta kalan güçlünün özgürlüğü, ezilen güçsüzün özgürlüğünün kaybolması demektir. Dr. Saka’nın kapitalizmin getir(me)diği özgürlüğe itirazı bundandır. Bu konuda, Mustafa Akyol’un çok açıklayıcı bulduğum bir tespiti var. Akyol, özgürlüğü ‘içsel’ ve ‘dışsal’ olarak ele alır. İçsel özgürlük tanımına müslümanlığı örnek verir ve İbn-i Arabi’yi kaynak gösterir: ‘Hürriyet, insanın sadece Allah’a kul olması ve O’ndan başka her şeyden hür olması demektir.’ Bu özgürlüğün gönüllü bir çabayla, dayatma olmaksızın elde edildiğini vurgular. Ancak sadece Allah’a kul olarak içsel özgürlüğüne kavuşmuş birinin hapiste çürüyor olabileceğini ve bunun da siyasi ve toplumsal açıdan yani ‘dışsal’ olarak özgürlük olmadığını söyler. Dr. Saka’nın kapitalizmin özgürlüğe karşı olduğu görüşü de bu içsel ve dışsal özgürlük planınında değerlendirilebilir.

Dr. Saka’nın durmaksızın itiraz ettiği bu idareci kadro olan seçkinler, gerçekten hep kötü müdürler? Kullandığımız oylarla başımıza gelen idareciler aslında bizim özgürlüğümüzü sınırlamaktan başka bir şey yapmıyor mu? Dr. Saka’nın ‘evet’ cevabını verdiği bu sorular sonucu ürettiği çözüm sosyalist bir rejimdir, ki bu konuya asıl meseleyi dağıtmaması için hiç girmeyeceğim. Benim bu sorulara cevabım ‘hayır’dır. Delilim de örneklendirerek anlatacağım en güzel idarecilerden biri Ömer bin Abdülaziz’dir. Hani çoğumuzun bildiği, devrinde, zekat verecek kimseyi bulamadıkları idareci. Latif Erdoğan, kitabında şöyle bir rivayete yer verir: ‘Gelecek senenin zekatı verilen öyle kimseler vardı ki, sahip oldukları deveden kendilerine zekat düşüyordu.’ Bu ekonomik boyutuyla anlatılan refah, zenginlik. Fakat, ekonomisi iyi olduğu halde, kendisini ‘özgür’ hissetmeyen kimselerin yaşadığı şehirler, ülkeler var. Bu ülkelerde, kendileri bu özgürlüğe erişmek için nice yolsuzluk yaparken, başlarındakinin de aynısını yapmalarından dolayı ‘seçkinleri’ kınayanlar var. Durumlarına sebep olarak idari kadroyu gösterenler var. Ancak, Hz. Muhammed’in ‘Siz nasıl olursanız, başınızdaki idareciler de öyle olur’ diye bir sözü vardır. İşte Ömer bin Abdülaziz devrinin, böyle refah içinde oluşunda ekonomik faktörler dışında bahsetmedilmesi gereken başka sebepleri var. Halk öyle hakkaniyetli ve hak-hukuk konusunda o kadar dikkatli ki Ömer bin Abdülaziz de bu konularda hassasiyet içinde. Erdoğan kitabında bir rivayete yer verir yine: “Hazineden halifeye gösterilmek üzere, çıkarılan misk yanına getirilince, burnunu kapadı. Sebebini soranlara, ‘Hakkım olmayan bir kokuyu koklamaktan, Allah’a sığınırım’ dedi.” İşte özgürlük kapsamımda sadece hakkı olanı varsayan bir idarecinin halkına sağlamış olduğu özgürlük alanı. Erdoğan, ideal bir idare sisteminin reçetesini verir: ‘Sadece devletçiliğin esas alındığı yerde fertlerin hakkı gaspedilir. Ancak üst kademede bulunan bir kaç kişi mesut ve bahtiyar, onların dışında devleti meydana getiren diğer uzuvlar mefluç ve perişan olur. Sadece fertlerin esas alındığı sistemde de devlet mefluç hale gelir. Zira böyle bir toplumda netice itibariyle adem-i merkeziyetçiliğe gidildiğinden devlet, uzuvları birbirinden koparılmış bünyeden farksızdır. Halbuki ideal bir devletin hem meliki hem de maliki olmalıdır ki, hem idare eden hem de idare edilenlere gereken haklar ancak bu devletçilik anlayışıyla verilebilir.’

Hangimiz, halis bir niyetle idarecimizi seçiyoruz, ya da hangi idareci bir malikinin olduğu zihniyetinde (sözüm herkese değil)? Umumi bir alanda, kendi çıkarları adına hareket hakkını sarf edenler maksatlarının aksiyle tokat yemektedirler. O manevi enerjinin yokluğu hissedilmekte. Machiavellivari etiğin ve siyasetin ayrı vadilerde olduğu idarecilik anlayışı içindeyiz. Ne yazık ki bakışlar bu pozitivist perdeyle kapatılmış. Model alınabilecek örnekler yanlış yerlerde aranıyor ve doğal olarak bulunamıyor ve kaş yapalım derken nice gözlerden olunuyor.

Bir sonraki ve bu yazı dizimizin sonu alan yazımızda, Dr. Saka’nın kapitalizmin bittiğini ele aldığı son efsanesini ve yerine konulmasını öngördüğü sistem şeklini ele alacağız.   

Kaynakça:

Akyol, Mustafa. ‘İslam ve Özgürlük: Var mı Bir Sorun?’ Star Gazetesi, 10 Mayıs 2010.

Demir, Şerif. ‘14 Mayıs 1950 Beyaz İhtilal ve Demokrasi Bayramı’ Zaman Gazetesi, 14 Mayıs 2012.

Erdoğan, Latif. Ömer b. Abdülaziz. İzmir: Işık Yayınları, 2000.

Fukuyama, Francis. Tarhin Sonu ve Son İnsan.Çeviri: Zülfü Dicleli. İstanbul: Profil, 2011.

Keskin, Arif. ‘Tarih Seçkinler Mezarlığıdır: Elit Sosyolojisi Üzerine’. www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id=292&Itemid=41

 

 

… Bu konuda okumak için…

 

 Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma) 

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?

 Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin. 

 

 

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor.  Buradan indirebilirsiniz. 

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? 

 Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 9, 2012: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin