Çok renkli bir Türk Solu: Kürtçü, Milliyetçi, Din düşmanı, İslâmcı, Devletçi ve Anarşist!
By Berivan K. on Tem 24, 2012 in Abdestli Sosyalizm, Komünizm, Marx, Marxizm, Sosyalizm, Türk Solu
“… Anti-Ergenekon tavır, AKP yanlısı olmakla eleştiriliyordu. Bu propagandayı solcular göğüsleyemedi. (Taraf gazetesinde yazıp, Anti-Ergenekoncu pozisyon alan solcuların nasıl da aforoz edildiklerini biliyoruz.) Diğer faktör sol kesimlerin içindeki Alevilerdi. Sünniliğin temsilcisi olarak gördükleri AKP’ye düşman olan Aleviler, soruşturmayı bir tezgâh olarak sunuyorlardı. Türk solcuları, sözünü ettiğim kategoriye giren Alevileri de karşılarına almak istemediler. İşte bu şartlarda başladı BDP‘ye yakınlaşma… Kürt/PKK sorunu zaten yıllardır Türkiye’nin başını ağrıtıyordu. Yani tavır almak için özel bir durum gerekmiyordu. Her solcunun bu konuda söyleyecek lafları olmalıydı. Ne var ki tuhaf bir sessizlik sürdü uzun zaman. Köy yakma ya da dışkı yedirme gibi konularda (Türk) solcular devleti eleştirdiler. Ancak “PKK’dan yana” ciddi bir tavır da ortaya koymadılar. Türk solunun PKK’ya yanaşması, 12 Eylül 2010 referandum sürecinde başladı. Kürt Ulusalcıların boykot kararına destek verdiler …” (Emre Aköz)
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.
Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?
Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?
Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.
8 Yorum
Yazan:bsm Tarih: Tem 24, 2012 | Reply
yerinde bir tespit. ne var ki akp’yi eleştirmek de aynı şekilde ergenekonculuk olarak anlaşılır oldu.
aslında mesele çok basit. türkiye’de politik söylemler ıgenelde böyle şekilleniyor. yani bir tarafı eleştiriyorsan eleştirdiğin akımın/partinin/tarafın, vs karşıtısın ve dolayısıyla da otamatikman o karşıt grubun yandaşısın. bu, işin birinci boyutu, yani algılar üzerinden şucu bucu sayılma artık adet haline gelmiş bulunuyor. ancak asıl mesele ,poitik arenada gerçekten çelişki barındıran politik ilişkilerin ve tuhaf dirsek temaslarının sürüyor olmasıdır. ki bu da sözkonusu- kimi yanlış olsa da-algıları haklı çıkarmaktadır. örneğin bdp’ye gönül vermiş seçmenler 12 eylül referandumunda erkenekon yanlılarıyla aynı kulvara düştü. lakin bdp’nin referandum boykotunu destekleyen seçmenleri(veya kitleyi) ergenekon yanlısı yapmaz.
örnekleri biraz daha çoğaltmak mümkün. mesela akp’li olup da hayır diyenler ya da bir şekilde fire verenler olmuştur muhtemelen. ve bu grup için de kestirmeden ergenekoncu demek yanlış-bana göre. dolayısıyla bu ve buna benzer politik tercihleri salt genel politik/ideolojik bir çerçeveye oturtmak ve genelleme yaparak bir yargıya varmak sağlıklı bir tespit olmaz.
gelelim şu ikinci meseleye tekrar. yani kafalarda kuşku yaratan doğru yanlış algılara. dedik ki böyle bir iklimi yaratmaya elverişli bir zemin var. her şeyden önce kafalar çok karışık ve bu karışıklığa, türlü zihin bulanmalarına mahal verebilecek zemin de çok müsait. fakat sadece bu değil. hiçbir mantıklı açıklaması olmayan bu kendi celladına aşık olma durumunun ardından, “yanılgıdan” öte bir takım haklı tepkilerin olduğunu da unutmamak gerek. örneğin, akp’ye duyulan her tepkiyi ve eleştiriyi basit bir karşıtlık ya da akp düşmanlığı şeklinde değerlendirmek yanlıştır. şuraya getireceğim. bugün sırf akp’ye gıcık olduğundan akp’nin doğrularını görmeyecek denli körleşmiş tutucu kesimler yok denemez…meşrebi önemli değil kürtçü, alevi, kemalist, milliyetçi…lakin her kesimden böyle önyargılı tipler var diye her akp’yi eleştireni de sapla samanı karıştırır gibi bu grubun içinde değerlendirmek daha büyük bir körlük olsa gerek.
sadede gelelim. mesele sol meselesi olmaktan ibaret değil. köklü ve sağlıklı bir siyaset geleneği yok ve bu basit bir tanımla kitleleri olmamaları gereken yerlere, yanlış ittifaklara sürüklemektedir. dolayısıyla “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı hakim ve genel siyaset de, toplumsal muhalefet de, bireysel tepkiler de bu mantık üzerine kurularak şekilleniyor. bu duruma partiler ve kurumlar arasındaki ilişkiler de dahil. akp’yle bitirelim. değişim diye diye kitlelere umut olan akp, demokrasiye olan bu şevkini(!) hep darbe karşıtlığı -özelinde ordu karşıtlığı- söylemiyle kitlelere ulaştırdı. oysa darbe karşıtlığı ve özelinde orduyla olan zıtlaşmasının iktidar hesaplarından öte bir amaç taşımadığı roboski katliamıyla gün yüzüne çıkmıştır. yani demokrasiydi, değişimdi bilmemneydi hepsi hava cıva. olay güç ve iktidar elde etmedir, başka da bir şey değil.
Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 28, 2012 | Reply
“… Anti-Ergenekon tavır, AKP yanlısı olmakla eleştiriliyordu. Bu propagandayı solcular göğüsleyemedi. (Taraf gazetesinde yazıp, Anti-Ergenekoncu pozisyon alan solcuların nasıl da aforoz edildiklerini biliyoruz.)(Emre Aköz)
Az Akit’te Aras kargo ve çalıştırılmayan, aforoz edilen başörtülü elemanlar üzerine yazılmış bir şeyler okudum. Ve aklıma Emre Aközün bu satırları ve ardından Deniz Baykal’ın ithal üniformalı askerler” lafı geldi; özetle “başörtüsüne karşı değiliz, biz siyasi simge olmasına/yapılmasına karşıyız” şeklinde “başörtülü olanın” önündeki bariyerleri aşılamayacak ölçüde yükseltmeye hizmet eden, ağızlara sakız olmuş bir söylemi yeniden hatırlamış oldum. Bu sakızı çiğneyenler, kendilerinin de Müslüman/dindar olduklarını ve sözüm ona inandıkları dinin siyasete “alet” edilmesine dolayısıyla da dine, saygınlığına “hizmet” ettiklerini not düşmekten de asla geri durmazlardı.
Şimdilerde bu sakız “demode” oldu. Demode olan bir söylemi dillendirerek “out” olmak, “gerici” olarak kınanmak ( risk almak!)istemeyen sözde ilerici demokrat geçinenler, şimdilerde İşyerlerinde başörtülülere yer vermeyerek sessiz sedasız “siyasi simge olarak kabul ettikleri başörtüsü” üzerinden bir şeyler söylemeye bariyer olmaya devam ediyorlar.
Başörtülülere karşı olmak nasıl okunmalı?
Başörtülü olmak Akp’li olmak sayıldığı gibi başörtülüye makbul kabul edilen, görünür bir pozisyonda iş vermek de Akp yanlısı olmak, dolaylı destek vermek olarak okunuyor. Bunun alt metninde okuyabildiğim yıllardır empoze edilen ve artık kanıksanmış olan bir din algısı.
Yalanlarla temin edilmiş kişisel kafa, vicdan konforu bir işletmenin kârından, başarısından daha değerli kabul edilmemiş olsaydı şayet % 99’u Müslüman olan bir ülkede amacı kâr ve başarı elde etmek olan bir işveren, oldukça iyi eğitimli, iş bulmakta zorlandığı için maaş pazarlığı bile yapmayan başörtülülere kapısını kapatmazdı. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın ”akıl işi” değil. İnsanın muhteviyatında, hem put olmaya hem de o putu kıracak olan balta, hem de o baltayı tutan el olmaya elverişli malzeme olunca, din ve dindarlık konusunda en korktuğu kınayıcısı olarak yine kendisiyle yüzleşmeyi göze alması gerçekten çok zor iş. Cesaret ister. Kolaya kaçmak çok kolay.
Bir siyasi parti olarak(üstelik kendini muhafazakar olarak tanımlayan) Akp’ye saldırmak, karşı tavır almak, siyaseti, bir takım ilkeleri ileri sürmek, açıklanması, savunulması, karşı atağa geçilmesi mümkün bir pozisyonu korumak/muhafaza etmek kolay olan.(bu kolaycılığın ucunda baskı var diye feryat edebilmek, kahraman ilan edilmek gibi bir kâr da var üstelik) İslam dininin bir inananı olduklarını ifade eden bu insanlar kanıksadıkları, kolay buldukları din tanımın dışında başkaca bir din ve dindar tanımına geçit vermek istemiyorlar. (başörtülüler bilim yapmaz, hakim olamaz vs vs)Bunu yaptıklarında yıllardır muhafaza ettikleri din algılarını/dindarlıklarını da sorgulamak ve alttan alta kolaylığına, keyfiliğine sığındıkları, değil “öteki”lerle tartışmak, akıllarının içinde bile evirip çevirmek istemedikleri, ezber yalanlarla yüzleşmek zorunda kalacaklar.
Başörtülüler başörtülerine(inançlarına) sahip çıkarak, büyük bir cesaret ve güvenle zorluklara göğüs gererek sadece kendileri için bir şeyler yapmıyorlar. “Yok” sayılmalarına rağmen görünür kıldıkları varlıklarıyla dahi etraflarında bulunan insanlara değerek onlar için yüzleşmesi cesaret isteyen bir takım taşları yerlerinden oynatıyorlar.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Tem 28, 2012 | Reply
Başörtüsü konusunda başta chp olmak üzere sahte solcuların, tatlı su demokratlarının ve dahi utangaç kemalistlerin takındığı tavır zaten ezelden biliniyor ve hiç değişmedi. Değişmedi. Çünkü bu klik kendini islami değerlere düşmanlık derecesinde karşı durarak varolmaya çalıştı. Daha anlşılır bir ifadeyle islamı ve müslümanlığı çağrıştıran bütün değerleri dışlayarak, yok sayarak ve gerektiğinde(!) yasaklayarak mevcut varlığını korumaya, dolayısıyla da geliştirdiği çeşitli araçlarla bu karşıtlık söylemi üzerinden kendisini yeniden üretmeyi yegane siyaset bildi. Tabi devletin yargı organlarından, ordudan ve medyadan güç ve destek alarak… Lakin iflas noktasına gelmiş bu siyaset tarzı, resmi söylem ve desyekçilerinin bu sahte laiklik rüzgarıyla da artık eskisi gibi kendisini yenileyemezdi…Devreye başka araçların girmesi gerekiyordu. Daha doğrusu artık söylem ve sloganların ötesine geçilerek güçleri yettiğince başörtülülere yaşam alanlarını doğrudan daraltma yöntemlerine geçildi sözkonusu laik tayfaca. Bu bir bakıma kamusal alandan diğer tüm alanları kapsayan bir denetleme, bir sıçrama hamlesiydi… Kamusal olsun olmasın, başörtülüye iş kapıları kapatılıcak, engeller artık kamusal alanın dışına taşırılacaktı. Nitekim de böyle oldu. Akp’nin kısmen devlet kurumlarının kontrolünü ele geçirmesi ve medyaya karşı polisiye tedbirlerle gücünü kırmasıyla laiklerin direnç alanı tabiatıyla kendi denetim alanlarına kaymış oldu. Laik tayfa için mukadderat diyelim. Kaçınılmaz bir dengeydi, su yatağını buluyor.
Kuşkusuz, sahte laiklik söylemini “kendisinden olmayanların” yaşam alanlarını daraltma/engelleme/bariyerler kurna üzerine kuran bu grüh, sonuçsuz kalan her hamlasine yenilerini ekleyecek ve tarihten silinmemek adına her türlü araca başvurmaya davam edecektir. Bugün olan biten de budur.
Buraya kadar anlaşılmaz bir durum yok; 1930’lardan kalma kafa dün ne ise bugün de odur. Lakin benim merakımı celbeden bu kuyrukçu takımının durumu/duruşu değil. Bilakis muhafazakar olarak kendilerini tanımlayan “diğer mahallenin abilerine(mücahitlerine)” ne demeli? Nedense “başörtülü vekil” talebi dillendirildiğinde paçaları tutuştu bu kesimim. Talebi dillendirenler bizim mücahit abilerce-adı lazım değil- “ajan/provakatör” dahi ilan edildi.
Sonuç: Kendilerini islamcı aydın, muhafazakâr vs. tanımlayanların, başörtüsüne dair beklenmedik bu “U” dönüşü acaba- haklı olarak eleştirilen- sahte sol/cu ve demokratlardan daha çok gözleme muhtaç değil midir? Ne diyeyim, başörtüsüne dair Baykal’ın ürettiği yeni polemikler beni şaşırtmaz. Ali Bulaç gibi müslüman demokratların gafları ise beni hayrete düşürür. Samimiyet meselesi işte.
Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 30, 2012 | Reply
“Ortada hayrete düşüp, daha çok gözlemlenip, eleştirilecek “başörtüsüne dair beklenmedik bir “U” dönüşü” olduğunu düşünmüyorum.
“Kendilerini, yazdığınız gibi İslamCI aydın, muhafazakâr vb. şekilde tanımlayanlar dini sembol olarak kabul ettikleri “başörtüsü(kadınsız!)” için söylem üretiyorlar, “başörtülü kadınlarla ve haklarıyla” ilgili değiller.” diye yorum yazmaya başlamıştım ki uzun uzun anlatmama gerek kalmadı. Çünkü A.Bulaç bugünkü yazısıyla kendi durumunu pek güzel açıklamış.
Çoğu zaman başkalarını itham ederken kendimizi ikrar ettiğimizin farkına varamıyoruz ne yazık ki.
Bu yazı ilk elden sorunuzun cevabı olmuştur her halde
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Tem 30, 2012 | Reply
Selam kıymetli Çuvaldız hanım. Nasılsınız iyimisiniz görüşemeyeli(yorumlaşamayalı demeli aslında)? Sağlık sıhhatiniz yerindedir inşallah. Malumunuz uzun süredir dd’de yorum yaz(a)mıyorum. Bu nedenle de siz değerli dostlardan biraz ayrı düştüm. Elimde olmayan nedenlerle oldu bu süresiz mola aslında. Kızımla ortak kullandığım emektar bilgisayarım pert olunca sesim de kısılmış oldu:)
İkinci bir neden de yeniden iş kurmam oldu. Emekli hayatı deyim yerindeyse bende “ıskartaya ayrılmış” duygusuna neden oldu:)Hazır cihaz da bozulmuşken yaşadığım boşluğu tekrar çalışma hayatına dönmekle kapatayım dedim. Anlayacağınız iş güç telaşı beni siz değerli dostların muhabettinden mahrum bıraktı bir süreliğine. Nasipse tatlı kavgalarımıza kaldığımız yerden devam ederiz. Tabii siz de münasip görürseniz.
Selam ve saygılar.
Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 31, 2012 | Reply
Aziz Aziz bey,
İyi olduğunuzu, ayrılığınızın sadece pert olmuş bir pc den ve hayatınızdaki boşluğu yeniden çalışmaya başlayarak kapatma telaşından kaynaklandığını yazdığınız mektubunuzu yüzümde bir tebessümle sevinerek okudum 🙂
Bazen küçük ve hatta önemsiz gibi görünen detaylarda ne kadar büyük bir özlemin saklı olduğunu fark edince şaşırıyorum (yaşlılık alametlerinden olsa gerek:))Sayenizde,mektup yazmanın da almanın da aynen sizinle yorumlaşmak gibi özlenir bir şey olduğunu fark ettim.
Şu sıralar bana uzun süre azık olacak kadar çok kavga ettiğim için bir süre tatlı bile olsa kavga edebileceğimi ve müstearın hakkını verebileceğimi sanmıyorum. Hele bu günlerde kavgasız sohbet en münasip olanı:)
Yeni işiniz de hayırlı, uğurlu, bereketli olsun hem cebiniz hem gönlünüz dolsun. Şayet işin ucunda insanlarla uğraşmak varsa Allah yardımcınız olsun, kolaylık ve sabır versin. Iskartaya ayrılmış tanımı da kıskanç mesai kölelerinin uydurması.;)) Telaşa ara vermemiş olsaydınız sizi tanıyamazdık.Tabii kızınızı da.Selamımı iletin lütfen
Bilmukabele 🙂
Yazan:ufuk tan Tarih: Ağu 2, 2012 | Reply
Emre aköz’ün dili uslubu çok sorunlu zaten.İki karşıt ulusalcı kamp birbirlerini kıyasıya eleştiriyorlar,ortak noktaları Kürtler nezdinde azınlıklar sorunu.Baksanıza Emre Aköz bile Kürt sorununun yıllarca Türkiyenin başını ağruttığını söylemiş.Yani önerdiği ağrının giderilmesi.
Yazan:erdem Tarih: Ağu 3, 2012 | Reply
tek renk turk sagi. dinci fasist