Dersim Dağlarında bir sazan: Hüseyin Aygün’ün PKK ziyareti
By İbrahim Becer on Ağu 18, 2012 in BDP, CHP, KCK, Kürtler, PKK, Psikolojik harp, şiddet
Hüseyin Aygün vakası, birçok açıdan izaha muhtaç bir olay.
Hoca’ya sormuşlar: ‘Hayatında icat ettiğin bir şey oldu mu’ diye de Hoca cevap vermiş hani: ‘Oldu elbet, olmaz mı hiç! Sirkeyle kar yemeyi ben icat ettim ama ben de beğenmedim’ demiş. Kendinin salıverilmesinden iki gün sonra, yani toz duman biraz dağılınca ortaya çıkan sonuç üç aşağı beş yukarı bu minval üzeri.
Bir Milletvekilini kaçırmak gibi iddialı bir eyleme iki kişiyle katılan PKK’ya mı şaşırayım, Kırk sekiz saatte PKK’lılarla can ciğer kuzu sarması olan Hüseyin Aygün’e mi şaşırayım bilemiyorum. İşler o raddeye geliyor ki yanında horul horul uyuyan militanı uyandırmak bile kaçırılan vekile düşüyor. Kendisi belli ki adrenalin bağımlısı bir vekilimiz. Bu ihtiyacını Çoruh’ta rafting yaparak, Krubera’daki dünyanın en büyük obruğuna paraşütle atlayarak da giderebilirdi ama belli ki Tunceli vekili olması hasebiyle yerel kalmayı tercih etti kendileri.
Yani büyük oranda Hoca’nın hikâyesi gibi; bir şey icat etti ama kendisi beğenmediği gibi, müntesiplerine de muarızlarına da yaranamadı. Kendisi beğenmedi çünkü kırk sekiz saat önceki cesaretten eser kalmamıştı kendisinde. ‘Mahalle baskısı’ denince gözler dindar kesime yönelir bu ülkede. Oysa kendisi sadece ‘Dersim Vakası’ konusunda iki kelam edilince, kendi partisi tarafından nasıl linç edilmek istendiğini unutmamış olmalı. Hatta ve hatta bu linçten kendisini kurtarmak görevi de büyük oranda karşı mahallenin Ak Parti vekillerine düşmüştü hatırlarsanız.
Şamil Tayyar’la yaşadığı polemiği saymazsanız bu olayda da Ak Parti’yle bir niza yaşamış değil kendileri. Zaten olayı biraz anlaşılır kılan da Ak Parti’nin ilgisizliğidir büyük ölçüde. İşin magazini sayılabilecek kaçırılma şeklini bir tarafa bırakırsanız, izlenen yol bir ölçüde paralellik arz etmekte zaten. Tek fark coğrafi konumda kaynaklanmakta; birisi Oslo’da gerçekleşti, diğeri imkânlar nispetinde Ovacık kırsalında. Bir başka paralellik de Her iki girişimin de ‘tüm iyi niyetine rağmen ‘beyhude bir çaba olarak istatistiklere yansımasıdır. Çünkü ne kadar anlatırsanız anlatın, başarı oranınız muhatabınızın anlama eşiğini geçmez. Neticede karşınızda bir katiller sürüsü var ve her konuda sözün bittiği yerdesiniz.
Türkiye büyük oranda Kürt Sorunuyla PKK sorununa ayrı cephelerden bakmasını öğrenmiş bir ülkedir. Hüseyin Aygün’ü ilginç kılansa, bu iki soruna aynı pencereden bakan bir partiye müntesip olduğu halde böyle bir işe soyunmasıdır. Yoksa onun yaptığının çok daha fazlasını mevcut hükümet yaptı ama en büyük gürültüyü de yine CHP çıkarmıştı. PKK gibi adam harcamak konusunda uzmanlaşmış, ne için savaştığını kendisi bile unutmuş bir terör örgütünün mensuplarından müşfik ifadelerle bahsetmesini bir kenara koyarsanız, beyhude de olsa bir çaba olarak tarihe not düşmüştür Hüseyin Aygün.
Yine de kendisinin çok önemli bir eksiği var. Eğer ki adına Alzheimer denilen illete yakalanmamışsa PKK ve onun müntesiplerinden bahsederken daha dikkatli ifadeler kullanmasıdır. PKK, bu ülkeye çok büyük acılar yaşatmış bir terör örgütünden başka bir şey değildir. Bu Ülkede, Sokak ve cadde isimlerinin değişimi son otuz yıldır o bölgeden gelen kayıplarımıza endekslidir. Eğer o dili iyi kurgulayamaz ve kendinizi kaçıran ya da kendinizin kaçtığı terör örgütünden ve onun militanlarından ‘arkadaşlar’ diye bahsederseniz bu sefer de batıda nur topu gibi bir Türk Sorununuz olur.
Güneydoğudaki savaşın bitmesi herkesin ortak arzusu olmakla beraber, anlaşılan o ki Hüseyin Aygün’de hükümetle aynı hataya düştü: Karşısında muhatap bulamamak.
Hükümeti bu konuda anlayabilirim. Çünkü yapılan şey ilkti ve her şeye rağmen bu adım atılmalıydı. Fakat bahsettiğim gibi karşısında gerek siyasi gerekse silahlı kanattan o kadar dengesiz, küstah, kendini bilmez, şımarık bir kuru kalabalık buldu ki adımı attığına atacağına pişman oldu. Kendilerini neye ve nasıl inandırdılarsa, beş bin tane silahlı adamla bu ülkedeki Türkleri Ege Denizine dökeceklerini sanan bu güruhla anlaşmak elbette ki mümkün olamazdı ve olmadı da zaten.
‘Canlar yitirilmesin’ tartışmasına gelince; bu konuda da kendisine bir hatırlatma yapmak yerinde olur zannımca. Yitirilen canlar konusunda kar-zarar hesabına şimdiye kadar girmemiş olan taraf Türk tarafı değil, bizatihi kendisinin bahsettiği ‘arkadaşlar’ olmuştur. Bırakın düşman olarak gördüğü Türk tarafını, kendi kanından, kendi canından olduğunu iddia ettiği insanlara karşı bu kadar hoyrat olan bir örgüt muhatap alınmaz, alınamaz.
Keza BDP’de tımarhanelerin onkoloji servislerinde titizlikle araştırılması gereken bir yapıdır. Bu yazıyı yazdığım esnada onlar da Şemdinli karayolunda ‘şakacıktan’ kendilerini PKK’ya yakalatmış ve propagandaya maruz kalmış bir şekilde boş boş etrafa bakmaktaydılar. Kürt sorunu benim için budur işte: İçinde zerre kadar akıl bulundurmayan bir siyasi kanatla, içinde zerre miskal merhamet barındırmayan bir askeri kanadın arasında savrulan hayatlar.
Kısaca, kendisinin yaptığı basit bir zamanlama hatasıdır o kadar. Şimdi ona düşen görev, aynı acemiliğe bir daha düşmeden doğru zamanı beklemektir.
Tıpkı şu anda Hükümetin yaptığı gibi yani: Battığını gördüğün şeyin doğmasını bekleyeceksin Sayın Vekilim. Durmak yok, yola devam yani…
… Bu konuda okumak için…
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)
Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
5 Yorum
Yazan:PKK (artık) böyle yol kesiyor Tarih: Ağu 18, 2012 | Reply
Yazan:çuvaldız Tarih: Ağu 18, 2012 | Reply
Kürtler,30 senedir canıyla malıyla parçası olduğu/ olmak zorunda kaldığı “ulusal halk direnişinin(!)” kazanç ve kayıplarının hesabını PKK’ya sorabilir mi? Bunu sorabilecek hak ve özgürlüğüne sahip mi?
Kürtlere siyaset yapma yolunun kapalı olduğu için PKK’nın var olduğunu, başvurduğu şiddet ile de “gasp edilmiş Kürt hakları” meselesini artık tepkisiz kalınamayacak ölçüde(!) görünür kılındığını ve bunun da bir “kazanım” olduğunu iddia edenler bu kazanımı elde edilmiş bir “hak” olarak kullanabilme özgürlüğüne sahipler mi?
Mevcudiyetinin temelinde “Kürtlerin gasp edilmiş hakları ve bu hakların elde edilebilmesi için meşru olarak siyaset yapma yolunun kapalı olması” gibi sebepler bulunan bir örgüt bu kazanımı beline bağlayıp barışçıl çözüm yollarını tıkayan, şiddete dayalı ve şiddetten beslenen varlığını “hayatını davaya adamış bir örgüt üyesi gibi” imha eder mi?
Kürt halkının gasp edilmiş haklarını kazanmak için insanların ölmesi izah edilebilir fakat PKK’nın kazanımları(taktik hata!) için kimsesizler mezarlığına defnedilen, PKK’lı olmak dışında artık isimleri bile olmayan Kürtlerin ölmesi vicdanlara nasıl izah edilebiliyor?
Kürtler, yaşama haklarını, özgürlüklerini silah zoruyla gasp eden PKK’ya hesap sorup, hizaya sokabilir ya da isyan edebilirler mi?
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Ağu 18, 2012 | Reply
Evet bütün renkler siliniyor. Geriye en masum insanın dahi derisinin altına işlenen bir renk kalıyor: ırkçılık! Bu öyle bir illettir ki bu hastalıktan muzdarip pek çoğumuz yakalandığımız bu ilettin farkında olamıyoruz. Sanki irademiz dışında gelişiyor her şey. Görünmeyen bir güç sanki benliğimizi, ruhumuzu elegeçiriyor.
Oysa belki de sandığımız kadar dışımızda gelişmiyor bu başkalaşım hali. Kimbilir öfkemizi kontrol edebildiğimiz ölçüde belki de kimlik saplantılarından kurtularak İNSAN kalmayı başarabiliriz. Neden olmasın? İçimizde biriken öfkenin kaynağını, bu öfkenin nereden beslendiğinin izini sürersek pekala nefret duygumuzun dışımızdaki dünya tarafından harekete geçmesinin önünü alabiliriz. Bunu yapabiliriz. Çünkü kararlarımızda özgürüz.
O halde çevreye, soluduğumuz toplumsal iklime bağlamadan, gerekçelere sığınmadan önce kendimizle yüzleşmek durumundayız. Ben ırkçılığın neresindeyim, sandığım kadar masum muyum diye önce kendimize soralım. Arkası gelecektir.
Hayırlı Bayramlar.
Yazan:Ö.Ç Tarih: Ağu 19, 2012 | Reply
İbrahim beyin yazılarını beğenerek okuyorum ve çoğunluklada yazdıklarına katılıyorum. Bu yazısı ise şimdiye kadar okuduğum en iyi ve en isabetli yazılarından biri tebrik ediyorum ve derindüşünce sitesinde konuk yazarlıktan site yazarlığına terfi etmesi gerektiğini düşünüyorum tabii buna editörler karar verecektir ama ben bir okur olarak site yazarı olarak görmek isterim tüm site yönetimine ve yazarlara başarılar. İyi ki derindüşünce sitesi var ufkumuzu açan ve düşündüren..
Yazan:ufuk tan Tarih: Ağu 24, 2012 | Reply
Hiç bir ulus devlet,azınlıkların hakıını kendi isteğiyle vermiyor.Azınlıklar hep bir mücadele içinde olmak zorunda.Kürtler açısından pkk, bu güne kadar konuluşulan veya alınan hakların sebebidir.Devlet Kürtlerin ana dillerini dilediği gibi kullanma hakkını tanıdımıki,Kürtlerin bir halk olduğunu tanıdımıki,kendi kendilerini yönetme haklarının olduğunu teslim ettimiki pkk’den ayrılmalarını istiyor.Kürt özgürlük hareketi olmasa devlet Kürtleri çoktan sindirmişti.Artık Kürtler Iraktaki fiili devletin haklarından aşağısına asla razı olmaz.Ya bu hakları tanır devlet,yada savaşı sürdürmekte ısrar eder,bizlerde ölen askerlerin ve gerillaların hesabını tutarız.