RSS Feed for This Post

Kalbimin en doğusunda severdik birbirimizi dünya birbirini vururken

 

Acılarımı dindiren sevgili kelimeler, dünya varlığınız üzere dönüyor!

Yazın ve senin dünyamda tükenmediği, yarısını kıştan saydığımız buhranlı bir ağustos akşamında, yazı uğurlayan hüzünlü tınıları seslerine ekleyen cırcır böceklerini izlerken, sana ait siyah-beyaz bir fotoğrafa sığınmış masumiyet yüklü “Z” harfinden gelen barut kokusu, bu dinginlik içinde benim ve senin sessizliğimiz altında yatan bir şiddet olduğu hissi uyandırdı.

Kalplerimizin ve bedenlerimiz doğusunda kanatılan hayatların, katliamlar içinde birer sayıdan fazlası olmadığı günlerde, sen ve ben yine acıyı kader edinmiş coğrafyaların haberleri içinde, savaş ortasında buluştuk ve sen, ve sen savaşı bile güzel kıldın, önce inanamadım, sonra dişlerinden kan süzülen çocuklar için aynı şiddetle ağlarken buluşabildiğimizi gördüm, hiç bilmediğimiz insanların acısıyla ağlayacak, yangınıyla yanacak birini sevmenin güzelliğini tüm bu acı içinde, tüm zerrelerimde hissettim. Dünyada bir sen, bir ben, bir de acı kalsa bile yaşayabileceğime inandım, işte o an olanlar oldu…

  Dokunduğun bir kitaba dokundum, döktüğün satırları okudum, çünkü bir tek senin kelimelerini okurken kavuşabiliyordum sana ve bir çocuğun parmak boğumlarını öpüyorum hissi veriyordu bana seni okumak. O hisle kadifeden bir bohça hazırladım, senin kelimelerini, kendi el yazımla bir kâğıda yazdıktan sonra, güzelce içine yerleştirdim, eski ahşap mobilya konsolun sabun ve lavanta kokan çekmecesine senden bana gelen tek somut şeyleri sakladığım bej rengi kadife bohçayı itinayla, duayla, öpe koklaya yerleştirdim, hazinemi buraya sakladıktan sonra çekmecenin hafif pas tutmuş demir anahtarını önce ellerimle sevdim sonra kolyemin ucuna taktım; kalbimin tam doğusuna…

  İçimdeki bu huzur ile yavaş yavaş yürüyerek önce kan kokan dünyayı duymamak için penceremi kapattım sonra önündeki turkuaz kadife işlemeli koltuğa oturdum, seni düşlemeye, sana yazacağım en güzel kelimeleri düşünmeye başladım. Ama bir yetmezlik hâsıl oldu düşlerime ve düşüncelerime ne yaparsam yapayım sana hitap edebilecek kadar güzel, sana karşı hissettiklerimi tarif edebilecek kadar güçlü kelimeler bulamadım; işte o zaman anladım, benim için dünyanın en güçlü ve en güzel kelimesi sendin.

  Senin kelimelerinle buluşmak üzere kitabın yapraklarını çevirmeye başladıkça inan ölesim geldi, ardından kitap benim yapraklarımı çevirmeye başladı, adının yazılı olduğu satıra gelince yaşayasım…

  Tüm bu şiddetli huzur içerisinde, şiddetli ve huzurlu bir rüzgâr kan kokusu üzerine kapattığım pencereyi açtı, huzurlu ve şiddetli bir yağmur camları ıslatmaya koyuldu. Huzur ve şiddet içerisinde, huzurlu evimin, dünyanın evime doğru şiddeti sızdırdığı penceresinin aralığında duygu cereyanına kapıldım; kayboldum.

  Rüzgâr, kitabın yapraklarını savurmaya koyuldu, adının geçtiği satırlara gelince kaybolduğum yerden beni buldun. Ne o kapının zilinin çalacağını düşünmüştüm ne de gelenin sen olacağını… Dışarıda kurşunlar kendilerine hedef arıyordu, şiddetli yağmur asfalttaki izleri ustalıkla siliyordu, ben şiddet içinde huzurla seni düşlüyordum.

  Beni bulduğunda kaybolduğum yerlerin ne uzak mesafeler olduğunu ve seni ne kadar özlediğimi fark ettim. Gerçi mesafe dediğin, uzak dediğin, hasret dediğin, özlem dediğin, kırgınlık dediğin, kavuşamamak dediğin neydi ki? “Bugün izlediğim tomurcuk karanfillerde gülüşünü gördüm” derdin ve biterdi; o an kavuşurduk işte kavuşmuştuk da.

  Çalan zil le birlikte kapıda elinde beyaz zambaklarla belirdiğin an, ahh o an dışarıdaki savaş, benim içimdeki iç savaş, şiddet ve acıya odaklı ne var ne yoksa kayboldu, hepsini unuttum. Nasıl oldu, “Beyrut’un dar sokaklarından birinde tuttuğum pencerelerinden sümbüller sarkan evimi nasıl da bulabildin?” diyemeden gülüşünde beliren tomurcuk karanfiller arasında yeniden kayboldum, hiç bulunmamayı dileyerek.

  Her şeye rağmen yeniden buldun beni, kader buydu ki; sende kaybolacaktım ve yine sen beni sen de bulacaktın. Öyle de oldu çünkü sen ve ben Beyrut’ta, Beyrut için, Beyrut gibiydik; namlunun ucunda bekleyen şiddetimiz saklıydı iç savaşımızda, zambakların gölgesinde sessizce severdik birbirimizi dünya birbirini vururken… Dünya birbirini vururken kurşunlar bizi pas geçerdi, dünya birbirini vururken gizliden severdik birbirimizi, karanfilleri koklar gibi… İşte bu yüzden durmazdı tüm hızıyla dönebilirdi dünya, inan sevmesek dururdu.

  Ben senden kaçmak için değil beni tekrar tekrar bulman için, iç savaşımın üzerini iç savaşıyla örten Beyrut’a kaçmıştım, yine de beni bulmana şaşmıştım. Sana tekrar tekrar kavuşma hissini tekrar tekrar tadabilmek için kaçmış ve kaybolmuştum. Sen beni bulduğunda Furuğ okuyordum “Kuşlar çoğul maviliği aramaya gitmişler” diyordu, bense beni bulman için, sesindeki maviliği aramaya koşuyorum ayaktan kanatlarımla, her adımıma bir kurşun rastlayacağını bilerek, o kargaşa arasında kararlı bir kurşun gibi hedefini hiç şaşmadan bulabiliyordun beni “kuşlar çoğul maviliği” bulup geri getiriyordu. Ellerinde beyaz zambaklar, tebessümün koyu kırmızı tomurcuk karanfiller, kaybolduğum her yerden, elinle koymuş gibi buluyordun beni, seni bekliyor oluyordum, sessizce sevmek için, beyaz zambakların altında şiddetle vuruşmak için, dünya yeniden dönsün için, bekliyordum. Yolunu şaşmadan geliyordun.

  Şimdi yine, şiddetli ve huzurlu yağmurun perde olduğu pencerem önünde, üç çiçeğin, üç ince vazonun arkasına saklanarak bekliyorum, beni bulmanı…

  Şiddet ve huzurun perde olduğu penceremin önünde üç çiçeğin (ben, sen ve acı) saklandığı üç ince vazo içerisinde çiçeklerin kokularına saklanarak bekliyorum, beni bulmanı…

 

 

… Sanat ile ilgili e-kitap okumak için… 

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

  

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde algılıyoruz kavramları. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. İnanmak zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:yıldız ramazanoğlfu Tarih: Ağu 24, 2012 | Reply

    bu yazıyı türler arası olarak değerlendirmeliyiz sanırım. aslında ürküttü yazı beni. genç insanların en güzel kelimeleri kurşun sesiyle deliniyor bu ülkede. yaşananlar her ânımıza siniyor.

  3. Yazan:cb Tarih: Ağu 24, 2012 | Reply

    İnsanın yazdığı altında “Yıldız Ramazanoğlu” yorumu okuması mutluluğunu tarif etmek zor iş, sevgilerimle…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin