Niteliksiz adam/Robert Musil (2):Teknoloji ve Para
By Mehmet Yılmaz on Eyl 2, 2012 in edebiyat, Kitap Sohbeti, Modernleşme, Niteliksiz Adam, roman, Sanat, Teknoloji
16cı asra kadar Teknoloji ve Para İnsan’a aitti, insanlar bunları kullanırdı. İçinde yaşadığımız asra baktığımızda ise İnsan’ın Teknoloji ve Para’ya ait olduğunu, kullanı-L-dığını, insanî değerlerin alınıp satıldığını görüyoruz. İnsan kendi eliyle yaptığı makinelerin, piyasa ve devlet gibi sistemlerin altında ezilmiş vaziyette. Ne oldu? İnsanlığın pusulası ne zaman şaşırdı? Daha da önemlisi adına “ilerleme” dediğimiz bu gerilikten kurtulabilecek miyiz bir gün? Yoksa teknik ve ticarî yobazlık insanlığın değişmez kaderi mi olacak? Sanırım ideolojik çekişmelerin ötesine geçmek gerek artık; liberalizm, sosyalizm ve islâmcılık gibi aynı kumaştan dikilmiş elbiseler arasında seçim yapmak bizi bir yere götürmeyecek. Max Weber’in isabetle teşhis ettiği gibi:
“Hangi politik sınıf muzaffer olacak? Bir önemi yok bunun. Bahar çiçekleri değil bizi bekleyen, soğuk, karanlık bir kutup gecesi. Hiç bir şeyin olmadığı yerde sadece imparator değil proletarya da kaybeder […] Ahlâkî kaygıların yerini teknik/ticarî kaygıların aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Vicdanların, inançların, kahramanlıkların ve mânâların yok olduğu bu dünyada akıl da yok artık, hesap var. ” (Wissenschaft als Beruf – Politik als Beruf: ing. Fr.)
İlk bakışta şok edici sözler bunlar. Çünkü akıl ile hesabın zıtlaşmasına alışık değil bizim akıllarımız. Hesap kitap yaparız, rakamlara, göstergelere bakarız. “Akılcı, rasyonalist, bilimsel ve objektif” kararlar alırız. Modern dünyada böyle yürür bu işler. Tabi Weber bizi duysaydı bu sözlere itiraz edebilir ve şöyle diyebilirdi:
“Kardeşim madem o kadar ilerlediniz, nasıl oluyor da insanlık tarihinde hiç görülmemiş büyüklükteki katliamları, yıkımları son yüzyıla sığdırdınız? Ne biçim hesap adamısınız ki 5 dakika durup geçmişin muhasebesini yapmıyorsunuz? Kravatlı teröristleriniz sahte krizler çıkarıyor, Piyasa yoluyla artık firmaları değil bütün bütün memleketleri yutmaktalar [Bkz. Kriz çıkarma özgürlüğü]. En “uygar” ülkeleriniz petrol çalmak için Iraklı çocukları öldürüyor ve ötekiler de seyrediyor. Neyin ilerlemesinden bahsediyorsunuz siz?”
Bilimde ve ticarette ilerledikçe ahlâken çöküyoruz. Kimi islâmcılar bu çöküşün faturasını batıya kesiyor çabucak. “Ötekilerin suçu” diye kendilerini aklıyorlar. Kimileri ise Bilim’i ve Para’yı ya da Kapitalizmi suçluyor. “İstemezük! Gavur icadı istemezük, kaptalizme hayıııır!” diye bağırıyorlar. Aslında bu çocukça bir tavır. Üstelik İslâm’a aykırı. Zira Para’yı, Bilim’i veya Kapitalizm’i düşman bir özne gibi tasavvur etmek de bunları putlaştırmaya kadar gidiyor. Anti-kapitalist islâmcılar kendi düşmanlarının değirmenine su taşıyorlar bütün güçleriyle. (Bkz. Sosyalizm İslâm’a uyar mı? isimli kitap)
İslâmcılar gibi bozulmuş kavramlarla düşünmek yerine kavram bozukluğunun kökenlerine insek ve sorgulasak: Weber’in tabiriyle “Ahlâkî kaygıların yerini teknik/ticarî kaygıların alması” nasıl oldu?
Önce kelimelerimizi kaybettik, sonra özgürlüğümüzü
Zannediyorum Avrupa’dan başlayarak bütün insanlığa sirayet eden fikrî bir hastalık bu. İnsanlığımızı unutacak derecede ölçülebilir varlıklara, cisimlere bağlanmak: Bayrak, silah, değerli taşlar, pahalı kumaşlar, altın, gümüş, lüks arabalar ve cep telefonları. “Fikrî bir hastalık” diyorum çünkü teknoloji ve paranın bizi ezmesinin temel sebebi mantık ve nutuk diye düşünüyorum. Daha doğrusu bu sahadaki ciddî bir bozukluktan kaynaklanıyor bütün sıkıntımız, kendimize ve varlıklara anlam verirken yanlış yapıyoruz . Açayım: “Filan kanunu piyasalar sevmedi, bu ay hükümet piyasaları memnun edemedi” mealindeki ekonomi haberlerini düşünün. Kürtçe ya da tesettür konuşulurken “devlet buna müsade etmez, rejim kendini korur” diyen gazeteciler ve siyasetçileri hatırınıza getirin. Gerçekte bir fizikî varlığı olmayan devlet, rejim, piyasa gibi kavramların kişileştirildiğini, özneleştirildiğini fark edeceksiniz. Kendi çıkarları, değer yargıları, umutları vs olan insanlarla aynı mertebeye koyuyoruz bu kavramları. Elbette Devlet’in, Piyasa’nın, Rejim’in bir gerçekliği var. Ama bu gerçeklik bizim onlara karşı beslediğimiz korku, sevgi, güven gibi duygulardan kaynaklanıyor. Devlet ya da Piyasa gerçekte birer özne değiller. Onları adeta insanlaştıran bizim sözlerimiz. İşin acayibi Karl Marx’ın dediği gibi şeyleri insanlaştırırken insanları da şeyleştiriyoruz. (Bkz. Derin Marx adlı e-kitap) Faşist ve militarist devletler silahı, bayrağı, toprağı kutsallaştırıyor. İnsanlar ise “asker millet” masallarıyla PUTSAL DEVLET’e kurban ediliyor:
“… Özgürlük serbestlik değildir. Maddî çıkarlarımıza uygun olsa bile bazı şeyleri sırf “yanlış olduğu için” yapmayı reddedebilmektir özgürlük. Vicdanın sesini duyup patrona, topluma, devlete kafa tutabilmektir. İşkence yapması emredilen bir polis amirine ve kanunlara direnebilirse özgürdür. Çünkü “teknik” olarak mümkün olan şeyi yapmakta serbestiz, en az hayvanlar kadar. Devlet evlerimizi, telefonlarımızı dinlemekte serbest. Biz çevreyi kirletmekte serbestiz. Silah üreten firmaların hisse senetlerini satın almakta serbestiz; bu hisseleri alıp savaşlara ortak olmak yasak değil serbest . Bir insan için özgürlük canının her istediğini yapmak değil daha “yüce” değerler uğruna “alçak” değer ve varlıklardan vaz geçebilmek olmalıdır. Soljenitsin’in deyimiyle “başkalarının mutluluğu için kendi arzularına sınır koymak…” Evet… Hayvan serbesttir (liberty) ama insan özgürdür (freedom).”
Güya faşizmin alternatifi olan liberal (?özgürlükçü) devletlerde ise demokrasinin yerini alan bir Piyasa var. Siyasetçiler bu sayın Piyasa’yı memnun etmek için işçi haklarını çiğniyor, çevreyi kirletiyor. İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde seçim kazanmaktan bile daha önemli artık Piyasa Tanrısı’nı memnun etmek. Koltuğunu muhafaza etmek isteyen siyasetçi kendine oy veren halkının hizmetinde değil artık, Piyasa’dan emir almakta.
… E-Kitap okumak için…
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.