RSS Feed for This Post

Niteliksiz adam/Robert Musil(3):Emek ve kazanç

Sunuş: Gerçek şu ki hepimiz hazırlıksız yakalandık. Bize geleneklerimizi, insanî değerlerimizi miras bırakanlar için hayat bu değildi. Bize bu koşullarda yaşamayı öğretmemişlerdi. Çünkü eskiden itaat etmek yetiyordu: Evde babaya, okulda öğretmene, orduda komutana, camide imama… Emirlere itaat et, dürüst ol, çok çalış, zor günler için para biriktir…

Ama şimdi yeni bir çağda yaşıyoruz. Çalışan çok kazanmıyor. Çok kazanan ise çalışmadan yapıyor bunu. Damlaya damlaya göl olmuyor.Geri(?) ülkelerde enflasyon, ileri(?) ülkelerde ise krizler ve batan bankalar birikimleri yiyip bitirdi. Kapitalizm kendi çocuklarını yiyor. Bir şeyler ters gidiyor kısacası. Para ve Teknoloji geçmişte hiç görmediğimiz kadar büyük bir yer kaplıyor bu yeni dünyada. İnsan’a ve insanî değerlere yeni bir yer bulmak lâzım. (MY)

9 yaşındaki kızım para ile emek arasında ilişki kurmaya çalışıyor:

  • – Çöpleri toplayan bu insanlar çok kazanıyor mu?
  • – Hayır, çok az.
  • – Ama yaptıkları iş çok önemli. Çöpler toplanmasa her yer pis kokar ve hasta oluruz.
  • – Evet.
  • – Üstelik işleri çok zor. Sabah çok erken kalkıyorlar, bütün gün o kötü kokunun içinde.
  • – Haklısın. Ama insanların kazancı yapılan işin zorluğuna bağlı değil.
  • – Kim karar veriyor peki? Neye bağlı kazanç?
  • – O işi yapabileceklerin sayısına bağlı. Topluma hemen hiç bir faydası olmayan şarkıcılar, avukatlar, gazeteciler, borsacılar ve siyasetçiler çok kazanır. Oysa hayatî önemi olan madenciler, hemşireler, çiftçiler zar zor geçinir. Küçük evlerde oturur ve pek tatile gidemezler.
  • – Ama baba, haksızlık bu!

Kızımla konuşurken Para, emek ürün gibi ekonomik değerler ile hak/haksızlık/Adalet gibi insanî değerlerin birbirinden uzaklaştığını  fark ediyorum. Yapılan işin zorluğu ile kazanılan para arasında öyle bir orantısızlık var ki küçük bir kızın etrafına bakarak Erdem’i öğrenmesi imkânsız. Dürüstlük, çalışkanlık… Modası çoktan geçmiş, tavan arasında bir sandığa tıkılmış tozlu gisiler gibi.

Modernite bir zaman dilimi değildir, bir zihniyettir (M. Foucault)

Kralları ve aristokratları hariç tutarsak eski zamanlarda emek-kazanç ilişkisinin daha “adil” olduğunu sanıyorum. Meselâ 9cu asırda yaşasaydık kızım böyle sorular sormayacaktı belki de? Kravatla işe giden babasının yerine tarlada kan ter içinde çalışan bir adam görecekti. Annesi hayvanları sağacak, kendisi de evin işlerine yardım edecekti. Her akşam sofraya oturduğunda tabaklara konan yemeğin ve evde pişen ekmeğin nereden geldiğini bilecekti. Bu nimetin her kırıntısını hak etmiş olan anne ve babanın yorgun ve mutlu simalarına bakacaktı. Kinder sürprizden oyuncak “kazanan” kızımın yerine kıtlık ve açlıkla dahi tanışmış; bazen hüzünlere dalan, ızdırapların pişirdiği daha olgun bir çocuk olabilir miydi? En azından bazı günler herkesi doyuracak kadar yemek olmayacaktı soframızda. Açlık bir mürebbi olacak, ona şükretmeyi öğretecekti belki de? Evde ne televizyon olacaktı ne de “öldürecek” vakit. İhtimal hava kararırken yorgunluktan bir köşede uyuyup kalacaktık her birimiz. Daha iyi insanlar olmayacaktık ama iyiymiş gibi görünmek daha kolay olacaktı. Yalandan da olsa dürüst ve çalışkan görünen bu insanların ortasında bir çocuk eğitmek daha kolay olabilirdi. İnsanî değerler “görünür” oldukları için kültürün bir parçasıydı, yani babadan oğula geçen bir mirastı. Her insan Erdem’i ya da hiç olmazsa vehmini bulabilirdi.

Vakit ve yiyecek bolluğu belki de en büyük derdimiz bugün? Şimdi süpermarketten geliyor sanki rızık. Kuru bir ekmeğe hamd etmek şöyle dursun “susamlı olsun” diyoruz. Fransız ekmeği yok mu? Az pişmiş, çok pişmiş, ekşi mayalı… Kimlik tüketimi yaptığımızdan doymak için yemiyoruz; “birisi” olmak için tüketiyoruz. (Bkz. Konu ile ilgili bir e-kitap: Ey Kapitalizm! Kara Sevdam!)

Su musluktan akıyor. Çocuklar kuraklık zamanlarında yağmur yağması için elleri titreyerek dua eden bir baba görmüyorlar. Sular akmazsa birinin suçudur muhakkak, şikâyet ederiz. Parasını verdik ya! Ekmek, Yağmur, Toprak ile mesafe koyduk aramıza, yabancılaştık. Ölüm’le mesafe koyduk aramıza, Hayat’a yabancılaştık! (Bkz. Ölümden Bahseden Kitap) Ama faturayı teknolojiye ya da kapitalizme kesmeden önce İnsan fıtratı üzerine düşünmek gerekmez mi?

Eğer 9cu asırda yaşasaydık her şey öyle toz pembe olmayacaktı elbette. Meselâ 40 veya 50 yaşında ölmek normal olacaktı. Babasıyla aynı yaşta olan bir dayının veya bir komşunun ölümü korkutacaktı kızımı. Sıranın yakında kendi babasına, hatta kendisine de geleceğini görecekti, dünyaya bu kadar bağlanmayacaktı. Çürük bir diş, tarlada ayağa batan bir çivi, basit bir iltihap… Antibiyotik satılmayan bir dünyada ölüm postacı kadar yakındı hemen herkese. İhtimal kendinden önce doğmuş ve ölmüş kardeşleri olacaktı. Doğum yaparken ölen anneler kızımın hayat-ölüm tasavvurunu şekillendirecekti.

Köyün/şehrin en yüksek binası ya caminin minaresi ya da bir kilisenin çan kulesi olabilirdi. Oysa bugün gökdelenler ve alış-veriş merkezleri ile şekillenen görsel hafıza çocuklara en “YÜKSEK” değer olarak PARA’yı ögretiyor. Para kazanmak veya harcamak için göğe küstahça, kibirle yükseliyor kuleler.  Eğer 9cu asırda yaşasaydık tevazu, acz ve yakarış ile inşa edilen ibadethaneler köylerin silüetini şekillendirecekti. Bu binalar kredi kartı olsun olmasın herkesin girebileceği, içeride Yaratan ile başbaşa kalabileceği yerler olacaktı.

21ci asırda yaşamaktan memnunum ama…

Yanlış anlaşılmasın. Yaşadığım asırdan şikâyetçi değilim. Sadece başımıza geleni anlamaya çalışıyorum. İnsanlığın çivisi ne zaman çıktı tam olarak? Ve tabi o çiviyi yerine sokmak mümkün mü yeniden? Derdim bundan ibaret. Yoksa interneti seviyorum. Asansöre binmeyi, yolcu uçağı ile 4-5 saatte binlerce km yol almayı seviyorum. Çocuklarımı koruyan modern tıbbı seviyorum, Mars’a giden robotların Dünya’ya yolladığı fotoğraflardan heyecan duyuyorum… Liste uzun. Ama yine de bir sorun var diyorum. Bilim ve teknolojinin bu kadar ilerlediği, İnsan’ın ve insanların kendilerini bu kadar beğendiği bir çağda nasıl oldu da iki dünya savaşı çıkardık? Nasıl oldu da hâlâ en “uygar / demokratik / liberal / özgür / hümanist …” ülkeler petrol çalmak için çoluk çocuk demeden soykırım yapabiliyor Irak’ta ve Afganistan’da? Nasıl oluyor da en ileri(?) ülkelerde insanlar fazla yemekten, şekerden, kalpten, tansiyondan ölürken daha geri(?) ülkelerde açlık hüküm sürüyor? Demek ki bir şeyler gerçekten ters gidiyor. Nedir?

“Modernite bir zaman dilimi değildir, bir zihniyettir” demişti Michel Foucault bir konferansta. Her şeyin ölçülebilir, sayılarla, formüllerle ifade edilebilir olduğunu söylemek hatasını yaptı insanlık. Bu vehim, adına ister materyalizm deyin ister pozitivizm, bir saatli bomba gibiydi. Patlayacaktı. Çünkü metre ile, saat ile, terazi ile ölçülebilir olan şeyleri alıp satma temayülümüz vardır. Karşılaştırır, ikame ederiz, biri için öbürünü feda edersiniz. Ölçülebilenler mallaşır, ticarîleşir, şeyleşir. Robert Musil’den dinleyelim:

“… Bir gün Ulrich istikbal vaad eden bir genç olmayı dahi terk etti. Boks ve futbol dehalarından bahsedilmeye başlamıştı daha o devirde ama makul seviyede kalınıyordu. “Deha” kelimesini çokça kullanan, bunun çığırtkanlığını yapan gazeteciler ve yazarlar türedi. Baştan çok abartmadılar. Futbolda ” orta saha dahisi” diyorlardı ya da bir “tenis dahisi”. Bir taneydi evvelâ. Modern zihniyet henüz kendine çok güvenmiyordu. Fakat Ulrich bir gün “dahi bir yarış atı” gördü gazetede. […] Bir atın veya bir boksörün başarısı hiç bir itiraza imkân vermeksizin ölçülebilir ve sayılarla ifade edilebilir. Oysa [ Mozart, Da Vinci, Goethe  gibi ] gerçekten deha olan bir insanın başarılarını sayılarla ifade edemezsiniz. İşte bu yüzdendir ki spor ve objektiflik İnsan’ın kıymeti konusundaki eski moda fikirleri silip atabilmiştir …” (13cü bölüm, Dahiyane bir yarış atı Ulrich’teki niteliksiz adam olma hissini teyid ediyor)

Dikkatli bakan bir göz (=akıl) için bu kısacık alıntı bir altın madeni aslında. Objektif/ standart/ modern/ bilimci bir zihniyetin önce lisana sirayet etmesini, ardından da değerlere ve nihayetinde insan davranışlarına bulaşmasını çok güzel anlatıyor. İnsan topluluklarını karınca sürülerine benzeten pozitivistleri, Aguste Comte’u, Marx’ın tarihsel determinizmini ve “tarih yasalarını” hatırlayın. (Bkz. Derin MAЯҖ isimli e-kitap) Bilimsel sosyalizm uğruna yapılan katliamları Nazi savaş suçlarıyla tartın… Tabi ölçmeden. Zira zulüm, adalet, vicdan gibi olgular sayılmaz, tartıya, ölçüye gelmez. Yine bu paragrafı okurken Nazi Almanyası gibi faşist devletlerde sporun nasıl suistimal edildiğini hatırlayın. 19 Mayıs faşizmini de tabi…

Ya liberalizm? Lisan ile, MaNTıK ve NuTuK üzerinden değerlerimize ve fiilimize sirayet eden nedir? Para’nın ve Piyasa’nın bize efendilik taslamasına neden direnemedik? Liberalizm denen ideolojiyi Stalin Rusya’sına, Hitler Almanya’sına yaklaştıran nedir? Buna kısaca cevap verelim. Friedman, Mandeville, Hayek, Popper, Berlin, Mises, Rothbard gibi liberallerin ahlâk teorilerinden bahsettiğimiz bir makaleden:

“Liberal düşünürler mutluluk tatmin, fayda, iyilik gibi kelimeleri neredeyse eş anlamlı gibi kullanıyorlar. İngilizlerde “welfare, happiness, utility, satisfaction…”, Fransızlarda “bonheur, utilité, bien être, satisfaction…”.

Dildeki bu yıkım liberal zihinleri bir fikir hapishanesine mahkûm ediyor tabi. Gerçekte MUTLULUK ve TATMİN birbiriyle kesinlikle karıştırılMAması gereken şeyler. (Bkz.  Derin İnsan  kitabı, insan maymunlaşabilir mi?  isimli bölüm) Böyle bir karışıklığın üzerine hiç bir şey inşa etmek mümkün değil. Liberallerin asırlardır süren bocalaması da bunun ispatı.Liberal politikalar belirlenirken çok sayıda insanı “mutlu” edip az sayıda insanı üzecek şeyler ahlâken doğru kabul ediliyor. Liberal ahlâk tabi. Meselâ yaşlıları, sakatları, akıl hastalarını yok etmek “doğru” olabilir çünkü bu sağlıklı ve genç olan çoğunluğun vergi yükünü hafifletir. Benzer şekilde bir miktar zenci köle çalıştırmak çoğunluğu “mutsuz” etmeyeceğine göre… Liberal Ahlâk denen ölçülebilir, objektif, pozitivist ahlâk(!) fikren o kadar çürük ki eleştirmeye bile gerek yok. Biraz yakından baktınız mı serap gibi, kendiliğinden yok oluyor.

Ayn Rand’a (1905-1982) geldiğimizde yine yeni bir teori yok, kasdettiğim kitap Bencilliğin Erdemi (The Virtue of Selfishness: A New Concept of Egoism). Rand teorisine Objektivist Etik adını vermiş ama zaten baştan beri liberal ahlâkın ayakları bu objektivizm betonuna gömülü değil mi? Ölçülebilir, çarpılıp bölünebilir, istatistik-leŞebilir mutluluklar peşinde değil mi ekonomistlerimiz? Pozitivizmin ekonomiye uyarlanması, bu pozitivist ekonomi anlayışının da siyaseti kapsaması değil mi söz konusu olan?

İşte Milton Friedman’ın kurşun kalemi bunun için önemli. Friedman’ın kişisel hatası değil masaya yatırdığımız. Para, borsa ya da uluslararası ticaretin otomatik olarak barış üreteceği yanılgısı, insanlardaki bencilliklerin ve nefsanî tutkuların Piyasa sayesinde aklanıp paklanacağı, toplum için iyilik üreteceği… Liberal Ahlâk’ın ta kendisi!

Liberalizmin en önemli  sorunu temel kavramları yanlış isimlendirmesi, daha doğrusu Pozitivizmin kelimeleri ve kavramlarıyla düşün(dür)mesi. (Bkz.  Bir pozitivizm eleştirisi  adlı kitap). Pozitivizm karşısındaki bu peşin mağlubiyet, bu büyük fikrî zaafiyet sebebiyle liberal düşünce de Sosyalizm ve Faşizm ile aynı çıpaya bağlı bir gemi sanki? Bu “pozitivizm çıpası” insanların FARKLI kavramlara AYNI ismi vermesine sebep oluyor kanaatimizce. İşte FAYDA ve MUTLULUK‘un birbiriyle karıştırılması da bu durumun en acı ve en feci örneklerinden biri. (Liberalizmin Kusurları(3): Ahlâksızdır)

Sonuç

Evet, ekonomik hayat ile insanî değerler arasındaki ilk kopuş emekle kazanç arasında oldu ve biz hazırlıksız yakalandık: Eskiden tarlasını eken köylü ektiğini biçiyor, biçtiğini yiyordu. Yağmur ve güneş için dua ediyordu. Bugün traktörün mazotu ithal. Tarlada yetişen ürün büyük kentlere gider ya da ihraç edilir. Yağmur veya güneşten daha önemli endişeler var artık: ABD’de başkanlık seçimi, Ortadoğu’daki savaş,  Brüksel’in Türk mallarına kota koyması… Amerikan doları yine mi tırmanışa geçti? Ham petrolün varili kaça? Hatta tarımla ilgisi olmayan ama dolara ve petrole eklemlenen faktörler bile yağmurdan önemli: Altın fiatları, borsa endeksleri, NASDAQ, Dow Jones… Köylü ektiğini biçEmiyor çünkü Amerikan doları cinsinden kâr etmek zorunda. Doların değerini etkileyecek her spekülasyon köylünün alınterine de fiat biçmiş oluyor. Ve o ekmeği yiyen herkesin.

Konya’daki köylülerce ekilen buğdaydan yapılan ekmeğin Konyalılar tarafından yenilebilmesi Konyalıların elinde değil… Bu ekmek son kırıntısına kadar New York’taki, Londra’daki, Paris’teki tahıl borsalarına, Amerikan dolarının değerine, ham petrole ve altına bağlı. Para ve Teknoloji ile kurduğumuz sapık ilişkiyi yeniden gözden geçirme vakti geldi diye düşünüyorum.

 

 

… E-Kitap okumak için…

 

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Maymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

 

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

 

Kitap Tanıtan Kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

 Kitap tanıtan kitap  4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel  bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Barbaros Tarih: Mar 4, 2014 | Reply

    Değindiğiniz yer için size çok teşekkür ediyorum. Modernite adı altında kalıp gelenek, görenek kavramını unuttuk, robotlaştık, insanlığımızı unuttuk. Bu durumdan şikayet edemiyoruz çünkü itiraz hakkımızın olduğunu unuttuk unutturulduk uyutulduk.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin