Türk Basını: Riyakârlığın da bu Taraf’ı!
By Tanju Ozkaya on Eyl 5, 2012 in taraf gazetesi, Türk Basını, vicdan
İnsanlık olarak evrensel (ortak) değerlerimizin olduğu hepinizin malum. Kültürel kodlara farklı şifrelenmiş olsa da bazı değerler dünyanın neresinde olursanız olun aynı renkte makes bulur. Örneğin hoşgörü ya da kimi mesleki değerler, yaşam hakkı ya da bilimsel kuramlar gibi. İşte bu kapsamda kendisine has bir itibarı ve gücü olan gazeteciliğin de evrensel bir değerler yumağı barındırdığını sıradan bir gazete okuru bile bilir. ‘İki kere iki dört’ kesinliğinde ortak bir değerler manzumesi yoksa da genel çerçeveler bakımından hem gazetecilik ilke ve kuralları hem de patrik uygulamalarda bu evrenselliği görmek mümkün. Yani dünyanın herhangi bir yerinde rutin bir haber yazacağınız zaman 5 N 1K’ disiplinini göz önünde bulundurur, haber etiği perspektifinde metni kaleme alırsınız. Konuyu çok fazla uzatmayalım zira asıl meselemiz gazetecilik formasyonu ya da ilkeleri değil! Konumuz, Taraf gazetesi örneğinde Türk/Türkiye basının son günleri. Türkiye basını; ‘genel gazetecilik ilke ve prensipleri potası içinde yer almıyor mu’ ya da ‘Türkiye’de icra edilen medya süreci gazetecilik sürecine girmiyor mu?’ soruları yöneltilebilir haliyle. Ancak ‘İşin bizcesi’nin topuz ayarının her alanında kaçırıldığı güzel ülkemizde, gazeteciliğin evrensel kuralları bir kenara bırakılmış, milli değerlerle yeniden renklendirilerek, tedavüle konulduğu yine hepinizi malumu.
Böyle bir tespiti yapabilmek için ne sosyolog ne de iyi bir alan gazetecisi olmaya gerek yok! Bayiden rastgelen alacağı birkaç gazeteyi inceleyen herkes, bunu görecektir. Yanlış, gazeteciliğini kavramsal tanımıyla başlıyor ülkemizde. Gazete okuyanı, okumayanı, sahibi, satıcısı, hocası, öğrencisi, hâkimi, savcısı ama herkes, gazetecilik için o bildik tanımı yapıyor: “Efendim medya/gazetecilik dördüncü kuvvettir” yani güçtür. Tabii işe bu salt düzeyde bakıldığında gazeteciliğin aslında kamusal bir işlev gördüğünü söylememizde engel yok. Ancak medyanın gücü değil de güçlü olanın medyası gerçeği söz konusuysa, gazeteciliğin nasıl bir kuvvet olduğu ve hangi işlevi yerine getirdiği tartışması, yeni bir mecra açacaktır. Daha açık bir ifadeyle ‘medyanın gücü değil’ de ‘güçlünün medyası’ gerçeğinin söz konusu olduğu bir ortamda, kamusal bir işlevden bahsetmek ne mümkün! Saltanat misali babadan oğla geçen gazetelerin, daha düne kadar gazete okuru bile olmayan patron ve genel yayın yönetmenleri tarafından yöneltilmesi, Türk basının bir başka handikabı! Çalışma hayatı, sendikalar, iş kazaları, işsizlik gibi ekonomi sayfaları için hayati olan konuların yer bulamadığı bu gazeteleri aynı sayfaları, holding bültenlerine dönüştüğü kısa süreli bir gözlemle hemen fark edilecektir. İhale alacağı için yatağındaki çarşafı açıp erkeğini arzulayan kadın misali bütün sayfalarını iktidar sahiplerine yolgeçen hanı yapan sözde gazete yöneticileri, yeri geldiğinde alamadıkları ihaleler için de o sayfaları birer şantaj taahhütnamesine dönüştürmesini de çok iyi bilirler.
SOFRA BEZİ İŞLEVİNDEN JAKOBENLİĞE…
Ancak gün geldi; mizanpajı, logosunun rengi ve her şeyden önce ismiyle dikkat çeken bir gazete, basın dünyasına merhaba dedi. İlk önceleri ‘kaç gün sonra bu da diğerleri gibi olur’ on yargılarını daha ilk günlerde attığı başlıklarla yok etmeyi başarmıştı. Daha önce yaptığı işle isminin pareliliği bu kadar dikkat çeken bir başka yayın organı olmuş muydu bilinmez ama ismi “bütün gazeteler bir düşünceye taraftır” gerçeğini bir kez daha hatırlatıyordu. ‘Tarafsız gazetecilik olmaz ama adil gazetecilik olur’ gerçeğini ismiyle birlikte medya alanına taşıyan Taraf, yayın yaptığı ilk günden buyana Türkiye’nin gündeminde. Gerek haberleriyle gerekse de klişeleşmiş haber dilinin aksine mizahı gözeten, kimi zaman konuşma dili havasındaki yaklaşımıyla hep dikkatleri üzerine çekti. Yeri geldiğinde ‘babam olsa bile yazarım’ gazetecilik refleksiyle yayın yapan ve bir dönemin gözdesi Taraf, bugün yine gündemde ama gündemin hedef tahtasında.
Sağcısı, solcusu, liberali, Türkçüsü, Kürtçüsü, ötesi-berisi ama herkesin ağzında bir Taraf sakızı. Birbirinden uzak tandanslar, Taraf nefreti üzerinde birlik sağlamları yine bir alaturka gerçeği olarak tarihteki yerini alacaktır.
Daha düne kadar, darbe planlarını deşifre ettiği için her camia tarafından kutsanan Taraf, ne hikmetse artık üvey evlat muamelesi görüyor. Hatta biran önce miadını doldurması için neredeyse ‘gazete kapatma duasına’ gidilecek hale gelindi. Taraf’ın bir sonraki gün manşetini merakla bekleyen kocaman tirajlı gazeteler, onun haberlerini günlerce manşetlerinde tutup ekmek yediklerini unuturcasına gazetecilik dersi vermeye başlamaları, yine bize özgür bir tutum olarak hatırlanacak. Meslek hayatında bir kez bile tarafsız gazetecilik yapamamış, kendine gazeteci diyen birçok arkadaş, Taraf’ın objektif olmadığını söylüyor, kendilerinden adil gazetecilik örnekleri sunmaya çalışıyor. İsmi Taraf olan bir gazete ve gazeteciliğin tarafsız yapılamayacağı gerçeği kabak gibi ortadayken ve bugüne kadar tek bir gün bile objektif gazetecilik yapamayanların, Taraf’a bu şekilde yüklenmesine anlam vermek elbette zor.
Kimsenin karşılarından cesaret edemeyip, el pençe durduğu üniformalı tayfanın kırdığı cevizleri çarşaf çarşaf ortaya dökerken, “Taraf cesaretiyle basında yeni bir sayfa açtı” söylemlerinin sahipleri, uzun yıllardan beri biriktirdikleri cesaretlerinden olsa gerek, bugün gazetecilik havarisi kesildiklerini görüyoruz.
Balyoz, Ergenekon, cemaati bitirme planı, Erzincan hadisesi… Ah Türk medyası ah! Bir gün de delikanlı ol be! Vallahi de çok şey kaybetmezsin! Kaybedecek ne itibarın ne de mesleki değerlerin kaldı. Biliyoruz ki mesajınız çok açık: “Efendim malumunuz Taraf, belki de 50 yıl sonrası Türkiye koşullarında yapılacak gazetecilik örneğini sergiliyor. Rengimizi bozuyor, hem bakın bütün logolarımız kırmızı. Fark çok açık değil mi? Hem başbakana verilmiş sözümüz, masada ihalemiz duruyor…”
Peki peki ağlamayın hemen öyle, bildiğiniz gibi gazete olun ve serilin şu çaydanlığın altına. Hak ettiğiniz yer en fazla orası…
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:a.gürkan Tarih: Eyl 6, 2012 | Reply
Gazetecilik özelinden öte medyanın demokratik bir varlık olarak nitelenmesi, onun aynı zamanda ideolojik bir varlık olarak nitelenmesini açık etmesine rağmen, nasıl oluyorsa kapatıyor. Yani, medyanın demokratik bir toplum tasavvurunda işlevi, ideolojik temsil kabiliyetidir. Fakat medyanın -nedense?- devlet erklerini bütünleyici olarak anlaşılması, onun siyasi bir parti, hareket ya da STK’larından apayrı bir kurumsallık olduğu fikrini öne çıkarıyor. Oysa devlet kanalı dediğimiz -ancak gerçekte her zaman için bir hükumet kanalı olan- TRT dahil tüm medya, kendi çıkar grubuna çalışan birer ideolojik hizmet vasıtasından ibarettir. Bu yüzden özel televizyonculuğun ilk günlerinde patlayan “objektif habercilik” anlayışı, bir kıstas olarak algılanmaya başlanmış, sanki böyle bir şey varmış gibi de epey itibar görmüştür. Bu nedenle Taraf’ın, düşünmek noktasında bir ayrışma ve taraflaşmayı dile getirmesi; en azından objektiflik yalanını reddetmesiyle bir nebze dürüstlük içermektedir. Objektif haber yapıyorum diye, öğle tatilinde okulun çatı katında namaz kılan öğrencileri uyuşturucu kaçakçısı gibi gösteren habercilik anlayışı yerine şahsen, “ben buyum” diyen bir çizgiyi daha makul, doğrucu görüyorum.
Çokca denilen yalan, yanlı, yanlış, kasti… gibi menfi nitelemelerse zaten medyanın doğası gereği bir zorunluluktur: Bir düşünce çevresi, içinde yaşadığı toplumu kendi fikirleri etrafında bütünleşmiş olarak görmek istediği için toplumdaki olayları düşünüyor, yazıyor, üretiyor, yayıyor. Gazetecilik bu. Ayrıca bunların olduğu ya da olmadığı bir mecrada güç, para gibi daha somut çıkarlar için de aynı faaliyetler yürütülüyor. Medya da bu. Yani ilki ideolojik, ikincisi hem ideolojik hem de maddiyatçı. Eskiden bir yayın organı, yaklaşık değerler etrafındaki kimliklerle meşguldü, şimdi en renkli olan en kıymetli haline geldi. “Dava”larla birlikte gazetecilik öldü yerini medyacılık ele geçirdi. Son tahlilde Taraf da bir gazete olarak doğdu, giderek medyalaştı. Ama bu bir zaaf ya da yitim değil; gazetenin de medyanın da doğasında olan sıradan bir vakıa. İş, hala obkejtif bir gerçekliğin sunumunda ideolojik olana yaslanıp yaslanmamakta. Yani okuyucu/izleyici denilen izlerkitlede.