İstanbul HatıЯası: Bir Akşam Yemeğinin Ardından
By Mehmet Yılmaz on Eyl 20, 2012 in Sitede Yaşam
İstanbul’da planladığımız buluşmayı Üsküdar’daki Katibim lokantasında gerçekleştirdik çok şükür. Bu yemekten iki gün sonra sonra gündüz saatlerinde buluşup uzuuuun bir çay içtik. Akşam yemeği sırasında Paris’ten getirdiğim kurabiyeler umduğum kadar beğeni toplamasa da tamamını yemek için gösterilen nezakete teşekkür ediyorum. Ama kurabiyenin hepsini yemeyip tabağında bırakanlar gözümden kaçmadı, isimlerini açıklamıyorum, onlar kendilerini biliyor 🙂
Herkes Cemile Bayraktar‘ı sordu. İstanbul’da yeni bir hayata başlayacağı için bundan sonraki buluşmalara kolaylıkla gelebilecektir sanırım ama bu sefer olmadı, kısmet… Buluşmamıza gelince… Hem katılanlara teşekkür etmek hem de bu toplantılardan biraz bahsetmek isterim.
Öncelikle Yıldız Ramazanoğlu ve Cihan Aktaş’ın aramıza katılması bize büyük mutluluk verdi, kapıdan içeri girdiklerinde masada bulunan herkesin yüzünden okunabiliyordu bu mutluluk. Severek okuduğumuz yazarlar olmanın ötesinde, kelimelere sığmayan bir şey bu, “pozitif enerji” lâfını pek sevmiyorum, tabiri caizse bir “nûr” demeyi tercih ederim. En radikal, en sabırsız, en keskin yorumlar yapılırken bile bu iki güzel insanın itidal ve hüsnü zan üzre aldıkları tavırları dikkatimi çekti, imrenmedim desem yalan olur.
Peki ne konuştuk?
Yeni katılanlara Derin Düşünce’nin kuruluşundan bahsettik. Sonradan fark ettiğim bir gerçek vardı Yıldız Hanım ile paylaşmak istemiştim o gece: DD’nin doğumu adeta Hrant Dink’in ölümüyle tetiklenmişti. O dönemde bir çok insan birşey yapmak gerektiğini düşünüyordu ama eyleme geçmiyordu. Hrant’ın vurulduğu gün dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden AXA’nın Paris’teki binalarından birinde, kafeteryada idim. Elimde plastik bir bardaktan içtiğim berbat bir makine kahvesi vardı. Aktifleri 1 trilyon avronun üzerinde (Türkiye GSMH’nın iki misli) olan firmanın “savaş ganimetleriyle” oynayan treydırlar bonus ve komisyonlarını abartarak böbürleniyorlardı etrafımızda. Barın arkasındaki dev ekranda Euronews açıktı sürekli olarak. Ekranda Hrant’ı gördüm. Yerde yatıyordu. Ayakkabısındaki delik üzerine zoom yapıyordu kamera. Yıldırım çarpmış gibi oldum. Üzerini örtmüşlerdi. Euronews ekranında kayan haberler geçiyordu: Dünya borsalarının endeksleri, altın ve petrol fiatları… Cebim çaldı. Bir SMS. Öğleden sonraki toplantım erkene alınmıştı, acele toplantı salonuna gitmem gerekiyordu. Hrant’a adam gibi üzülecek bir dakikam bile yoktu. Değersiz değerler, kıymeti kendinden menkul kıymetler insanî değerlerin üzerindeydi.
Herkesin bir kaynama noktası vardır. Zannederim benim ve bazı DD yazarlarının kaynama noktasına o gün erişildi, Hrant’ın öldüğü gün. Başörtüsü yasakları, Kürtçe yasağı, devlet terörü, Kemalizm, PKK… Bütün bunları farklı platformlarda zaman zaman konuşuyorduk ama kendimizi aktif olarak görmüyorduk. En azından kendi adıma “bu benim işim değil” diyordum. Bu ülkenin Ahmet Altanları, Ferhat Kentelleri vardı. Sosyologlar, psikologlar, hukukçular… Bunlar dururken benim gibi bir mühendise görev düşmezdi.
Yıldız Ramazanoğlu bu sözleri duyunca itiraz etti. Kendisinin eczacı, Cihan Aktaş’ın mimar olduğunu söyledi ve daha bir çok kıymetli insan saydı. Hiç biri sosyal bilimlerden değildi ve gerçekten de adaleti muhteşem biçimde savunmuşlardı. O söyleyince hak verdim. DD’nin kurucu üyelerinden Ekrem Senai de mühendisti meselâ. Magrib.Org editörü Tan Haskol borsacıydı. Adalet, hukuk, siyaset, sanat… Hiç bir saha uzmanlara terk edilmemeli sanırım, halkın, “sıradan” insanların her zaman söyleyecek sözü olmalı.
Cihan Aktaş ile bir çok makalesinin yayınlandığı Dünya Bülteni sitesinden bahsettik. Bir de Dünya Bizim ekibinin kulaklarını çınlattık. Masadaki davetlilerin takip ettiği siteler arasındaydı bu ikisi. Sonra söz Taraf’a yöneltilen ağır eleştirilere geldi. Türkiye Taraf kadar açık sözlü bir gazeteye alışık değildi büyük ihtimal. Kâh fetullahçı, kâh PKKlı damgasının vurulması belki de bu yüzden. Ama Taraf kusursuz değildi. Bu gazetede yazan ve “background” itibariyle solcu sayılabilecek yazarları eleştirdik, Karl Karl Marx’tan bahsettik. Bugünkü solcuların Alman İdeolojisi’ni anlamadan olduğu gibi Türkiye’ye giydirmeye çalıştıklarını söyledik. Sözün, romanın, şiirin, sanat eserlerinin siyasete alet eden amigo ile müdahil sanatçı arasında fark olduğu söylendi, Sartre’ın “angaje edebiyat” metni hatırlandı. Meşru olan neydi peki? Sanatçının şu veya bu politik çizgiyi dayatması değil okurunu, sanat severi uyarması, uyandırması ama son tahlilde onu özgür bırakmasıydı. Emile Zola’nın “Germinal” gibi romanlarının bu farka güzel bir örnek teşkil ettiği teslim edildi.
İran’ın Suriye politikası üzerine konuştuk. Paramparça olan İslâm coğrafyasına ve paramparça olan Müslüman vicdanlara üzüldük. Bir yanda NATO ile hareket eden Türkiye, diğer yanda Esed’e destek olan İran İslâm Cumhuriyeti! Coğrafyamızın ve vicdanlarımızın parçalanmış, fragmanlara bölünmüş hali bize Bağdat Fragmanları‘nı hatırlattı, Yıldız Ramazanoğlu’nun o eskimeyen kitabı:
“..Önce Bush tüm dünya Müslümanlarının Ramazanlarını tebrik etti… Amerika’da Müslümanlar Beyaz Saray’da iftar yemeği yerken, güya kalplerimiz kazanılırken, yeryüzünden bir İslâm şehri siliniyordu, tonlarca bomba oruçlu insanların üzerine yağdırılarak.”
Sonra Bela adlı romanından da tanıdığınız Suzan Nur Başarslan, Cihan Aktaş, Şeyma Bayuk Şekerci, Gülsüm Kavuncu Eryılmaz ve Yıldız Ramazanoğlu edebiyat üzerine derin sularda gezdiler ama uzakta kaldığım için çok iyi duyamadım konuşulanları. Gülsüm’ün iki blogu var birbirinden ilginç: Çaydanlık Politiktir ve Lulu’nun Mutfağı. Unutmadan söyleyeyim, Suzan’ın yeni romanı ocak ayında İz yayıncılıktan çıkıyor: “Bay Öteki”.
Bir ara “editör” kasketimi takıp uzun cümlelerden yakındım, anlamaya engel olduğunu söyledim. Üç tecrübeli romancı tersini savununca israr etmedim ama fikrimi değiştirmiş değilim, bu da böyle biline 🙂
Baştan beri “yorumlar” diyorum çünkü öylesine bir sohbet veya hal hatır sorma değil tersine çok değişik konuların tartışıldığı bir fikir atölyesinde bulduk kendimizi. Buluşmaya başladığımız saat olan 18’den itibaren derin mevzulara dalmıştık, masada bulunan davetlilerden bir çoğunun not defterlerini çıkardıklarını, sürekli bir şeyler yazdıklarını gördüm. Evet mevzular derindi. Meselâ bir ara Çuvaldız Hanım, Mustafacan Özdemir ve Magrib Magrib.Org‘dan Hüseyin Yahya Şekerci ile Küllî irade – Cüz’i irade üzerine konuştuk. Yıldız Hanım Velasquez’in 1656′da yaptığı “Nedimeler” adlı tablodan ve Derrida’nın yorumundan bahsetti. Kızı Sümeyye yine Derrida’nın İslâm üzerine yazdığı bir kitabı çeviriyormuş, yakında piyasaya çıkacakmış. Böyle bir kitabın varlığından haberim yoktu. Dediğim gibi her dakika yeni bir konu açılıyordu ve çok öğreticiydi. Fakat daha hoş olan yaşça bizden çok daha genç olanların birikimi ve verecek çok şeyi olmasıydi. 20 yaşın biraz üzerindeki genç yazarları Foucault‘dan, Gazâlî Hazretleri‘nden bahsederken dinlemek gerçekten çok keyifli ve gelecek için ümit verici. Meselâ Replikler.Net sitesinin editörü Beşir Eymen, 40cı kapı‘da ve Derin Düşünce‘de yazan Bilal Habeş Evran, Magrib.Org editörü Tan Haskol ve eğitim sorumlusu Doğan Narboğa ile İslâm ekonomi-politiği konuştuğumuz sırada kendi kendime bir kaç defa “yaw ben 20 yaşımda iken bu kadar çok okumamıştım” dedim.
Bilal Habeş Evran deyince… Kendisini henüz tanımayanlara « Adın şaire çıkar » adlı yazısını hatırlatarak tanıştırıyorduk. Mustafacan Özdemir de Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eseri üzerine yazdığı makale ile kalmıştı akıllarda. Böyledir bu işler, bazen eser yazarın önüne geçiverir 🙂
Evet, genç yazarlar o gece göz kamaştırdı. Zannediyorum ideolojik deli gömleklerini yırtmaya hazır bir genç kuşak yükseliyor. Biz “moruklar” 1980 darbesi öncesi ve şiddet ortamında ve takip eden faşist düzende yoğurulduk. Kendi adıma söyleyeyim, yürüyüşler, protestolar hâlâ korkutur beni. Bir panik, bir çatışma, korkarım kardeşin kardeşi vurmasından.
Ne kadar meşru olursa olsun bu temkin elbette entelektüel bir korkaklığa da evrilebilir. Peşinen kabul edelim. Zaten gençlerin yaşayacak ömrü daha uzun olduğuna göre Türkiye’nin geleceği hakkında da bizden fazla söz ve eylem hakları var değil mi? Evet, fikren güçlü bir nesil yetişiyor, umutluyum. Yaşları 20 ile 30 arasında olan yazarları, STK ekiplerini dikkatle takip edin. Ak saçlı ve kırışık yüzlü ağabeylerinden alacakları sancağı çok ileriye taşıma potansiyeli var bu kuşağın. Daha şimdiden bu fikre kendimizi alıştırmamızda fayda var 🙂
Son sözüm katılımcılara: Atladığım, unuttuğum kısımlar olduysa hakkınızı helâl edin.
Not 1: Yemekten sonraki perşembe günü Eminönü tarafında Aruna Cafe’de buluştuk. Yemeğe gelememiş olan Özlem Yağız ve çok sayıda blogun sahibi Mert Nuhoğlu, Muhammed Ali Aydın, Yıldız Ramazanoğlu,Tan Haskol, Bilal Habeş Evran, Beşir Eymen ve kıymetli dostu Muhyiddin Hoca geldiler. “Hoca” diyorum zira Muhyiddin fıkıh konusunda ders veren bir uzman. Kendisini saatlerce soru yağmuruna tuttuk, sağolsun bıkmadan, usanmadan cevap verdi. Bu buluşmanın hikâyesini de bir başka sefer anlatalım.
Not 2: Üsküdar’daki akşam yemeğinden önce İSBEK‘in düzenlediği etkinliklere katıldım. İstanbul Bilim Sanat Eğitim Kültür Derneği tefsirden hat sanatına, tasavvuf musikisinden ebruya ve fotoğraf atölyelerine uzanan geniş bir sahada faaliyet gösteriyor. Sadık Yalsızuçanlar, Emin Işık, Mahmut Erol Kılıç gibi kıymetli insanlarla buluşmak isteyenlere tavsiye ederim.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
12 Yorum
Yazan:MY Tarih: Eyl 20, 2012 | Reply
iki not daha:
1) Yıldız Ramazanoğlu’nun son kitabi Görme Bahçesi Timas’tan çikti,
2) Magrib.Org’dan Yahya Sekerci DD kitaplarinin kagit olarak basilmasini teklif etti. Satis gelirlerini yetimhanelere bagislamayi düsündük, sanirim diger yazarlar da destek olurlar buna.
Bu “normal” kitap basma konu aslinda her toplantida gündeme gelir ama elini tasin altina sokacak, mesai yapacak adam bulunmadigindan netice alinmaz. Bu sefer farkli görünüyor. Yahya yayin dünyasindan isimler taniyor. Ayrica Bilal Habes editörlükte destek vermeyi teklif etti. Bakalim Türk gibi baslayip Müslüman gibi bitirebilecek miyiz? Zaman gösterecek. Simdiki haliyle e-kitaplar ayda 10-12 bin kez indiriliyor. Yani nesriyat açisindan bir sorun yok aslinda. Ama kagit baski bir prestij meselesi. belki katkida bulunan STKlar için de bir gelir kapisi olabilir. Nasib.
Yazan:Beşir Eymen Tarih: Eyl 20, 2012 | Reply
Mehmet abi bu satırları okurken yine heyecanlandım hani 🙂
Güzel insanları yakından tanımama vesile olan güzel iki bulusmaydı.
Magrib biraz geç kalmıştı ya yukarıdakileri okuyunca hayıflandım şimdi.
Hayli önemli konularda fikir alış-verişi yapmışsınız. Bu arada hatırlatayım dedim, Muhyiddin beyin iki yazısı yayımlanmıştı DD’de.
Yazan:suzannur Tarih: Eyl 20, 2012 | Reply
Gerçekten çok güzel bir ortamdı hele de gençleri görünce… maşallah diyorum. Bu çocuklar hangi ara bu kitapları okudular diye düşündüm ben de. Harika.
Çuvaldız hanıma yazarlık baskısı yapsam da kabul ettiremedim. Onun analizci ve dikkatli bakışı gerçekten çok hoşuma gidiyor.
Yıldız Hanım’la ve Gülsüm’le ilk kez yüz yüze görüştük, bu da beni çok mutlu etti.
Bu arada sizlerden sonra Cihan Hanım’la sahil yürüyüşü yaptık, azıcık kıskanın 🙂 Hangi arada Harem’e ulaştığımızı anlayamadık sohbet ederken.
Bilal’i yormak lazım bence de, söz verdiği işi gerçekleştirmeli.
Beşir, Mustafacan, Tan, Mağrip.orgdan diğer arkadaşlar…
Tüm katılımcılara çok teşekkür ediyorum. Böyle güzel ortamlarda bir şeyler paylaşabilmek inşallah bir daha nasip olur.
ve son söz:Mehmet abi, söz verdiğim gibi inşallah üçüncü romanda kahramanlarımdan biri onun adı olacak 🙂 Allah yazdırmayı nasip etsin inşallah. Her şey için çok teşekkür ederim abi, emeğin çok fazla ama o kurabiyeler konusunda eleştirilere açık olmalısın 🙂
Yazan:MY Tarih: Eyl 20, 2012 | Reply
ah Suzan Nûr ah! çok açik sözlüsün 🙂
düsün Cuvaldiz Hanim bile “mahlep fazla kaçmis onun için biraz acilik var” dedi, galiba senden cesaret aldi 🙂
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 20, 2012 | Reply
Çok değerli katılımcılar. Ne yazık ki sohbete part time katılabildim. Maşallah, gençlerimiz çok donanımlı ve heyecanlıydılar. Cihan ve Yıldız hanımlarla konuşma imkanı olmadı, bir baktım gitmişler. Suzannur da öyle. Yalnız bu yazıda Çuvaldız hanımı görünce şaşırdım. Hangi ara geldi de gitti, ben mi farketmedim?
Yazan:MY Tarih: Eyl 20, 2012 | Reply
abi Çuvaldız hanım çok erken gelmisti, bayagi kaldi aslinda, kismet
Yazan:yıldız ramazanoğlu Tarih: Eyl 21, 2012 | Reply
buluşma için mehmet beye teşekkür borcumuz var. yeni ufuklar açıldı zihnimde. islamcılık tartışmalarının masadaki gençlerin henüz farkında bile olamadığını gördüm. zihnimiz sanki temiz havayla buluştu.
Yazan:MY Tarih: Eyl 21, 2012 | Reply
eyv. ben tesekkür ediyorum, Ocak 2007’den beri emegi geçen her yazara, ihlas ile çalisan herkese yürekten tesekkür.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Eyl 21, 2012 | Reply
Teşekkürler,
Bende emeğiniz büyük, bu enerjiyi daha gençlere taşıyabiliriz inş.
Tekrar görüşmek dileğiyle.
Yazan:Mehmet Alaca Tarih: Eyl 22, 2012 | Reply
Mehmet Abi merhaba,
Anladığım kadarıyla güzel bir toplantı olmuş, katılamadığım için üzüldüm:( Zaten haberim de olmadı, sosyal ağ kullanmadığım için. Bir dahakine inşallah:)
Yazan:çuvaldız Tarih: Eyl 23, 2012 | Reply
Şuan bulunduğum köy, şimdilerde yapılmış ve yapılmakta olan çift şeritli yollarla ortalama 5,6, olmadı 7 saatte ulaşılabilen, İstanbul’a 600 km uzaklıkta bir yer. 35 sene öncesine kadar da burada değil elektrik, asfalt ve hatta beton bile yoktu. Yığma taştan su kuyularının serinliği kısa bir süre için de olsa buzdolabı işlevi görüyordu. İsi bol fitilli idareler ve gaz lambaları, orman içindeki bu köye erken gelen gecelerde yapılan, televizyonsuz, çay ikramlı uzun sohbetlerin cılız olsalar da en değerli aydınlatıcılarıydı.
O zamanlarda bizi bu köye ulaştıran, bir tarafı metrelerce derinlikte uçurum olan dağ yollarında zıt istikâmette giden iki aracın karşı karşıya geldiklerindeki tehlikeli durumu anlatabilmem için iki inatçı keçinin hikâyesini anımsatmam yeterli olur. Yolcu dolu otobüsün böyle bir karşılaşmadan sonra diğer aracın yanından geçerek yoluna devam edebilmesi için şoförünün en az bir tekerleğin, mutlaka ve sadece yarısını boşlukta gezdirebilecek bir ip cambazı kadar mahir olması gerekirdi.
Araba patikası bu yola yakın köylerde yaşayan çocuklar, herhangi bir aracı uzaktan gördüklerinde hemen ona doğru koşmaya başlarlardı. Şimdilerde her trafik ışığında duran otomobillerin yanında aniden bitiveren çocuklar gibi cam silmek, sakız, su, kağıt mendil satmak değildi amaçları. Onlar, hep tetikte bekledikleri ama hiç durmadan yollarına devam eden bu araçları “gazete, gazete” diye bağırarak karşılar, o bozuk yollarda ayaklarından çıkan terliklerine aldırmadan bir süre koşarak eskortluk eder ve en nihayetinde de umutları ve nefesleri tükendiğinde de gözleri hâlâ giden aracın arkasına takılı, üzgün ve terli yüzlerle yol kenarına çökerlerdi.
Tüm bunları neden mi anlattım? O akşamki buluşmada blog ve blogculuk üzerine Cihan hanımla yaptığımız kısa ve bitmeyen bir sohbet aklıma takılı kaldığı için.
Sadece 35 sene öncesiyle mukayese edildiğinde bugün bu ülkenin başkentine İstanbul’dan çok daha yakın bir yerdeki çocuklar, bir gazetede yazılanları okuyabilmek, renkli fotoğraflarına bakabilmek için geçip giden arabaların ardından koşmak zorunda değiller artık. Bugünkü mevcut iletişim, ulaşım imkanlarını kullanarak takipçi olmaktan çıkıp takip edilenler arasına katılabiliyorlar. Şahsi bloglarını açarak ne düşünüp hissediyor olduklarını kendi kelimeleriyle ifade edebildikleri gibi daha önce sessizce içlerinden okumak zorunda kaldıkları durumları aktif katılımlarıyla şekillendirebiliyorlar. Birbirlerinden bihaber sadece sunulanı/verileni alan konumunda olanlar inançlarını, fikirlerini, duygularını kolaylıkla değiştiriyor olmasalar da rahatlıkla konumlarını değiştirebiliyor ve veren olabiliyorlar. Dilimin döndüğünce ve mümkün olabildiğince de kısa tutumaya çalışarak, kelimeler aracılığıyla çocuk gözlerimle görebildiklerimden oluşan anılardan aklımda kalanları fotoğraflamaya çalıştığım bu durumun anlamı, değeri nereden bakıldığına ve nelerin ne kadarının görülebildiğine göre değişecektir elbette.
Katibim’de gerçekleşen buluşma benim katılabildiğim 4.DD buluşmasıydı. Belki hiçbir zaman karşılıklı gelme, tanışma, konuşma imkanım olmayacak belki böyle bir imkanım olsa bile bir takım önyargılarım nedeniyle duygu ve düşüncelerini öğrenemeden hiç temassız, yanlarından teğet geçebileceğim fikirlere sahip insanlarla bir site aracılığıyla yan yana gelebilmek bana o uzun bozuk yolları ve gazete diye bağıran çocukların yanlarından bir an için bile duraksamadan hızla geçip giden otomobilleri anımsattı. Mehmet bey aracını Hrant Dink’in ölümüyle yavaşlatmış ve Derin Düşünce’de durmuş 🙂 Böyle bir sitenin oluşumuna katkıda bulunmak, yeraltına sızan suya ulaşmak, kova kova yeryüzüne çıkarmak, susuzluğu giderebilmek, etrafındaki genişçe bir alanı yeşil tutabilmek için önce kürek kürek derince bir çukur açmaya benzetilebilir. Derinlik konusunda ısrarlı, inançlı, gayretli, azimli tüm düşünce yazarlarına, mutfakta ve mutfak dışındaki tüm emekleri için öncelikle ve özellikle Mehmet beye çok teşekkürler.
4.DD buluşmasının ardından kısaca söyleyebileceğim; Pergel ayakları ne kadar uzunsa çizilebilecek daire de o kadar büyük oluyor. Gördüm, şahidim.Yolun başındaki gençler ve feyz alınacak kadar değerli, tecrübeli kalemler…Orada bulunarak kendilerini tanımak gibi kıymetli bir fırsatı vermiş olanlara ayrı ayrı teşekkür ederim.
Mehmet bey, kurabiyenizin tadının bana sevdiğim başka bir kurabiyenin tadını anımsattığını söylediğime ve tabağımda da mahzun bir parçasını bırakmadığıma göre ima ettiğiniz gibi cesur olmayı gerektiren haksız bir yorumda bulunmuş sayılmam öyle değil mi? Kısa cümleler= biraz daha şekerli kurabiyeler 😉
S(u/ı)zan Nûr,
OKUyucu(*) olarak kalmak bir tercih değil had bilmek (haddini bildiğini ifade etmek de bir tür hadsizlik sayılabilir ama olsun idareten kullanacağım artık )Malum, delikli kalburda su birikmez, eh, biriken olmayınca da yazıl(a)maz.
(*)Yukarıdakine benzer cümlelerin ardından Cihan hanımın anımsadığı, anımsattığı ve maalesef benim de iki kez seyretmeme rağmen hatırlayamadığım için kendisine söylediklerimle nasıl bir paralellik kurduğunu o akşamki buluşmada soramadığım film.
Ekrem bey, o gün sizinle ve Cemile hanımla da sohbet edebilmeyi ve size birkaç şey sorabilmeyi umut etmiştim ama kısmet değilmiş, olamadı. İnş. Başka bir vesile ile karşılaştığımızda hal hatırınızla beraber onları da sorabilirim.
Yazan:Fatih ÖKSÜZ Tarih: Eyl 25, 2012 | Reply
Güzel bir buluşmaya benziyor.Siz değerli agabey ve ablaların “pozitif enerji”lerinin yüksek oluşu bizleri daha çok mutlu etti.Değişik bir ekol yarattığınızın farkında mısın bilmiyorum ama;merkezi insan olan bu fikir platformunun (DD) kurucuları önünde şapkamı çıkartıyorum.Siz değerli agabey ve ablalarımız,çınar gibi başımızda durduğunuz sürece çok daha güzel günler göreceğiz inşallah hep beraber.
Not:Bir dahaki DD buluşmasını Kaz Dağları’nda yaparsanız cemallerinizi görürüz inşallah.