İttihad-ı İslam ve Cevaplara Reddiye – 2
By Mustafacan Ozdemir on Eyl 21, 2012 in Barış, islamcilik, Ortadoğu
Bir önceki yazımda isyanımı dillendirebildiğim en hafif dille dillendirmeye çalışmıştım ama çeşitli yerlerden gelen yorumlar bıçakla ayrılmış gibi. Bir kesim sonuna kadar katılırken bir kesim içini doldurmuyorsun, nasıl olacak, Hristiyanları zorla Müslüman mı yapacaksınız diyenlerden, bahsettiğimiz birliği fiziksel bir sınır zannedip denizlerin yokluğundan ve adalardan söz edenlere kadar anlattığımızı anlamayanlar, anlamlandıramayanlar mevcut. Birbirlerini 5 yıl evvel dünyanın en kanlı savaşıyla biçen Avrupa toplumu bir birlik kurarken ve bunun çekirdeğini en problemli bölgenin iki tarafıyla başarırlarken zannediyorum bu insanlar bizim kadar sıkıntı çekmemiştir. Bütün dünya Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar birlik fikrini ortaya atıp bunun temellerini hazırlamaya çalışırken biz nasıl bu fikri çürütebiliriz, yanlışlayabiliriz çabasında insanlar görüyorum. Bugün yanı başımızda yer alan Avrupa Birliğinde hiç Müslüman yaşamıyor mu? İnsanlığını kaybeden bu güruhun her türlü mezalimini gören ve buna şiddetle karşı çıkan bizler dinimizde buna yer olmadığını varsaysak bile bu zalimliği uygulayabilir miyiz? Dinde zorlamanın olmadığı bilmeyecek kadar cahil olan insanlara fikri zemin tartışmalarında dil dökme çabamın çok iyi niyetli olduğunu düşünüyorum bazen. Osmanlı’da tebaanın yarısından fazlası gayrimüslim değil miydi? İslam Birliğini ne zannediyoruz? Sınırların sembolik bir şekilde kaldığı bir Ortadoğu birliğinden başlanılması ve oluşacak bölgesel birlikteliklerle meydana gelecek bir İslam Birliği fikri neden bu kadar olmaz geliyor fikriyatımıza? Konfederasyon yapısı içerisinde bir birlik kurmak neden bu kadar zor? Halkların bunu istemediğini bize anlatmaktan bıkmayan medyaya mı inanıyoruz bu olumsuz yorumları yaparken? Poşusuyla birlikte namaz kılan, oruç tutan insanların görüntüleri neden yayınlanmıyor? Neden Kürdistan’da bulunan halkın bu ülkeye beslediği muhabbet gözler önüne serilmiyor? Filistin sorununda İran’la hemfikir, tek yürek, tek bilek, bir zikriyat olan Türkiye, Bosna’da aşkla karşılanan Türkiye, Suriye’de, Mısır’da… Suni sınırları kaldırıp atmak neden bu kadar olmaz geliyor? 150 yıl önce biz zaten böyle yaşamıyor muyduk? Hep neden ve nasıl olması gerektiğiyle ilgili açıklamalar yapmaya zorlanan bizler, adeta sınava çekilen ve iğrendiğimiz öğrenci öğretmen metaforundan hareketle yapılan yorumlara şunu diyoruz: Olmaması için bize bir şeyler gösterin? Nasıl bu fikrin karşısında duracağız? Aşık olunan ulusçuluk fikrine ve isimlere yine bağlı kalınabilir. Sınırlarımız göstermelik olarak durabilir ve dış siyasette herkes bağımsız bir devlet olarak stratejisini güdebilir tabi ki konfederasyonun belirlediği ana politikadan ayrılmamak esasıyla. Ortak bir ordu kurulabilir, ortak para sistemine tabi ki geçilebilir. Suudi Arabistan, eski Mısır ve Tunus gibi ülkelerin Amerika’ya sırtını dayamasının nedeni nedir? Birbirimizle çatıştırılmamız, birbirimizle anlaşamaz konuma getirilişimiz, birbirimize güvenemeyişimiz ve bir abi eli ararken namerdin korumasına çekilişimiz… Öyle bir pakt kurulur ki bu ülküler birbirinin güvencesi haline getirilir. Emperyalistlerin bu coğrafyada var olma sebepleri üzerine düşündüğümüzde neyi göreceğiz? Neye önlem almamız gerekiyor? Kaybedecek neyimiz kaldı şerefimizden, izzetimizden ve çekilen paçamızın yırtılmasından başka. Herkes aynı fikri mi savunuyor ki biz bu birliği kuralım? Ya bu uhrevi hassasiyetleri hissetmiyorsa insanlar ne yapacaklar? Ya da bu birliği oluşturacak uhrevi hassasiyet artık biz de mevcut mu? Şunu artık anlamak durumundayız Kur’an üzerinden bir devletin yasaları konulmaz. Kur’an belli sınırlar çizer ve yol gösterir. Hiç akletmez misiniz derken bize verilen mesaj biraz da bu değil midir? Seküler hayat tarzını yaşayan insanlar bugün de yaşıyorlar geçmişte de yaşadırlar. Sadece buna ad koyuldu bir zamandan sonra ve Fransızlar Sekülarizm diye bir şey var bakın dediler. Sekülarizm olduğu için insanlar seküler olmadılar insanların bir kısmı farklı bir hayat tarzı yaşıyordu ve buna uydurulacak bir ideoloji ve ya hayat tarzı ne derseniz deyin isimlendirilip ortaya koyuldu ardından da içinde bölündü ve laiklik icat olundu. Yukarı da belirttiğim gibi kimseyi bir şeylere zorlayamayız ki bunu bize dinimiz öğütlüyor, emrediyor. Ama kamusal alan dolayısıyla ikinci sınıfa da itilmeyi hazmedemeyiz. Laik, ilerici, ve aydınlık eğitim sistemlerinin bizi bilgisiz, ilimsiz, kültürsüz bir hale getirmesinden ve kaygılarını güttüğü ‘‘zararlı” fikriyatları sansürlemesinden, insanları yok saymasından, var ettiklerini kendi doğrularına en uygun olanlardan seçmesinden tabi ki memnun değiliz. Aydınlanma dediğimizin cahiliye olmadığını kim bize dikte ediyor? Mısır ve Tunus’ta insanlar seküler mi yoksa sekülerleştirildiler mi ayrı bir tartışma konusu ama hallerinden memnun olmadıkları ve isyan ettikleri ortada değil mi? Mutlak suretle aynı düşünmediğimiz insanlarda mevcuttur ve bu insanları asıp kesmeyi önermiyoruz. Sorunun net bir şekilde sorulmasını arzu ederim, siz ne yapılacağını düşünüyorsunuz, kaygınız nedir ne değildir? Paradokslar aslında sorulardan dahi kendini belli ediyor sıkça konuştuğum insanlar nezdinde de. Bir kesim bu hareketi gerçekleştirecek İslami şuura sahip olunmadığını düşünürken bir kesim ise olacak bu devrim sonucunda İslami çoğunluğun farklı hayat tarzını benimseyenlere ne yapacağını merak ediyor. Sabah namazlarını insanların bir sıra bile doldurmadığından dem vuranlar evlerinde 4 saatlik uykusunu bölüp Allah’a yakaranlara ve 16 saat çalışmaya o seccadeden kalkıp kahvaltı bile etmeden giden şuura ne diyebilecek? Cuma namazlarında yetemeyen camilere bakıp nasıl bir düşünceye gark olacak? Kabul ediyorum modernizm İslam’ı bu coğrafya da bu ülkede çokça etkiledi fakat hala şehadet mertebesine olan aşkından dolayı gözü kapalı askere giden insanları nereye koyacağız? Filistin için yapılan direniş gösterilerini, Srebrenitsa için yapılan gösterileri, Suriye için yapılanı, Afganistan, Arakan… Bunları nasıl görmezden gelebiliriz ve nasıl bu kadar umutsuz olabiliriz. İttihat ve Terakki ile birlikte beynimize yüzyılı aşkın süredir kazınan bir unutturma, değiştirme ve sabitleme politikasına karşı bu kadar dik duruşumuzu nasıl açıklamalıyız? Umudu aldığımız yer şüphesiz Allah. Hamas’ın liderinin Türkiye’den geldiğini öğrendiği gazeteciye demek Halifenin şehrinden geliyorsunuz demesi neyi işaret ediyor bize? Somalili kardeşlerimizin halife özlemi ve Osmanlı’yı hasretle yad edişleri bizi nereye götürüyor? İsyana kalkan hemen her Müslüman devletin ve topluluğun bir şekilde Türkiye’ye muhabbet beslemesi neyi önümüze seriyor? Venezuela, Arjantin, Kuzey Kore gibi devletler bölgelerinde başı çekerlerken ve bir dizi plan proje ortaya koyup bize bizim içimizdekilerden fazla muhabbet beslerken umutsuz olmak biraz umutsuz değil mi?
ölümü düşündüğüm her gün
hayata son derece manalı bir not düşerim
ölümü düşünmektir Filistin
umudu yeşertmektir
Eyvallah’ı yüceltmektir
attığım her adım aynı yola çıkıyor
tekillerin ‘‘hal”sizliğine dua ediyorum
günahkar olabilir ama
inanıyorum
biliyorum ki Allah
inananlarladır ve
sabrın sonu
zaferdir!
… Biraz okumak için…
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.