AKP ve Türk Silahlı Kuvvetleri: Sivil otorite orduya söz dinletebilecek mi?
By Tavit Kilimciyan on Eki 16, 2012 in AKP, Militarizm, Türk Silahlı Kuvvetleri, Ulus-Devlet
“… Asker-sivil ilişkilerinde demokratik sivil denetim dediğimiz yeni bir paradigmaya geçişi sembolize eden önemli reformların önceden planlanarak ve kararlı bir biçimde gerçekleştirildiği bir süreçten mi geçiyoruz? Bu sorunun cevabı olumsuz. 2007’deki ’27 Nisan e-muhtıra olayı’nın zorlayıcılığı sonucunda askerle ilgili yapısal reformların gündeme alındığını kabul etsek bile, o tarihten bu yana askeriyenin siyaseti şekillendirici/vesayetçi rolünü ‘sistemli’ bir oyun planıyla geri çekmeye kararlı ve hevesli bir iktidar yapısından söz edemeyiz.
Sormamız gereken ikinci soru ise şu: iktidar partisi, aslında Türk sağının DNA’larına bulaştığı için doğal ve zahmetsiz bir biçimde gerçekleştirdiği bir denge politikasını mı yeniden sahnelemektedir? Türk sağının geleneğinde, iktidarda kalabilmenin bir koşulu olarak asker kesimini memnun kılmak önemli bir mülahaza olageldi. Sivil iktidarlar, siyasete müdahil olmayı görev sayan ve sivil denetimden uzak ve özerk yaşamaya alışkın bir ordunun varlığı ile ‘milli irade’ arasında kurdukları ‘denge’ politikalarına dayandılar. O sayede ayakta kaldılar. Ve bu kısır döngüyü kıramadıkları için askeri bürokrasiyi denetleyemeyen seçilmiş otoriteler sıfatıyla TSK yüksek komuta heyeti ile uzlaşmaya ve hatta ittifaka uzanan bir ilişki kurmak gereğini hissettiler. AK Parti bu geleneği sürdüren ya da yeniden icat eden bir parti midir? Yani öncelikli amacı demokratik bir sivil denetimi yerleştirmek olmayıp Kemalist iktidar bloğunun dışından denkleme dâhil olması nedeniyle kendisine yönelik tehdit algısını savuşturmak ve iktidarını sağlama almak mıdır? Çok bildik bir içgüdü ile mi hareket etmektedir? Üçüncü olarak, AK Parti iktidarının, tüm bu reformları aslında bazı unsurlar tarafından zorlanması nedeniyle kendi istemi dışında gerçekleştirdiğini düşünebilir miyiz? …” (Ümit Cizre / Agos)
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.