Tiryandafilya, başımı çok büyük derde soktun
By Efraim K on Kas 25, 2012 in Hayat, İnsan
Bu cümleyi güzelliğinin hatırına, muhabbetinin yüzü suyu hürmetine daha bir eğip bükebilir, beliğ bir hale de getirebilirdim ama suretine telmihte bulunmaya bile lüzum hissetmedim nedendir bilmem bu saatten sonra.
Şuaraya olan düşkünlüğüme yor yine de sen benim şairlerin sözünü tutmamı; onların her dediğine ‘başım gözüm üstüne’ diyerek mukabelede bulunmamı. ‘Cahit Sıtkı’nın hesabı’ ne yalan söyleyeyim benim de işime gelmekteydi. Cahit Sıtkı ki kendisine elfaz bahşedilen ama buna karşılık hendeseden bihaber bir çirkin adam Tiryandafilya. Onun hesaplarına göre yaşı otuz beşti ve ortasındaydı ömrün; tam on bir sene sonra öldü. Ne diyordu Sezai Karakoç hatırladın mı Tiryandafilya: ‘Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır/Sakın kader deme, kaderin üzerinde bir kader vardır’.
Sana hiç şiir yazmadım, yazamadım; yoksa ben de isterdim şuara ehli gibi, ‘başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü/ boyamak gözlerini bir yeşil bir maviye’. Heyhat ki bu bu sanata karşı ne bir kabiliyeti ne de hakkıyla şakirtlik edecek zamanı var bu aciz kulun. Ben geldiğimde köşeler tutulmuştu Tiryandafilya. Sende de hiç merak yokmuş ki bir kere olsun sormadın, ‘o kadar şair arasında neden Cahit Sıtkı diye’. Sanatına elbette ki sözümüz yok Üstadın ama beni cezbeden tarafı onun da benim kadar çirkin olmasıydı Tiryandafilya. İkimizi de karşılaştırırsan anlarsın ki o benden bir adım önde. Buna rağmen benim de onu geçtiğim başka bir konu var ki, ben hayal kurup da masal yazmadım Tiryandafilya. Üstat ve ben, ikimiz de hakkımız ve de haddimiz olmadan bir güzele meftun olup gam dağlarına çıkıp naralar atan adamlarız yani Erdem Beyazıt’ın tabiriyle.
İşte böyle bir ortamda çıka geldin. Ev sahibinin toparlanmaya başladığını, onu götürecek külüstür kamyonun belki de köşeden dönmek üzere olduğunu bile idrak etmekten acizdin belki. Serdin postunu başköşeye ve gözlerimin ta içine bakıyorsun Tiryandafilya. Bana çok iyiliğin oldu o günden beri; bir sorumun da cevabını bana öğrettin ya, sana bir kere daha müteşekkirim: ‘Araf’ta kalmak ne demekmiş’ sayende hıfzettim Tiryandafilya.
Bana başka iyiliklerin de oldu ve de olmakta Tiryandafilya. Ama yazının ilk paragrafındaki iyiliğinin yerini hiçbir şey tutmayacak bu saatten sonra. ‘Kimse yok mu ?’ diye feryat figan geçen bir ömürde tam dört onluğu deviren bu şaşkına ‘lebbeyk’ deyip icabet eden tek kulsun sen Tiryandafilya. Bu saatten sonra bana dertten başka ne verebilirsin ben de bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var seni bekleyen korkunç bir rezalet Tiryandafilya. Adını dillere düşürebilirim demiştim sana; adın ki kurtuluştur ama söylememeliyim, onu da bilmekteyim ama bu yük çok ağır Tiryandafilya.
Çok da iyi bir kul olmadım ben Tiryandafilya ama kötü de olmadım. ‘Namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, zina etmeyeceksin cennet garanti’ diye kulağımıza üfürdüler derme çatma Kur’an Kurslarında intisap ettik ve cennete talip olduk o kadar. Cennete girersem de ne yapacağım hakkında en ufak bir bilgim de yoktu ne yalan söyleyeyim. Hiçbir planı olmadan koca bir ömrü geçirmiş adamım ben Tiryandafilya. Arabanın arkasından koşan ve araba durduğu zaman ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri olmayan köpek misali yani.
Yine de tüm bu kargaşanın, gürültünün içinde bir soru vardı ki beni hep düşündürmüştü Tiryandafilya. ‘İyi bir kul olduysam geçen zaman zarfında, nedendir dualarımın kabulündeki bu tehir?’ Ne kadar da küstahça bir soru değil mi? Bir çizginin ötesine geçmeye çalışan aptalca bir cesaretin ete kemiğe bürünmüş hali değil de nedir bu soru. Belki de ‘ağzım kurusun yok musun ey adl-i İlahi’ diyen Akif’ten feyiz almıştım hatırlamıyorum. Sonraları, çok sonraları bir dost sohbetinde çıkıverdi ömürlük sorumun cevabı: ‘Firavun’a her şey verildiği için dua etmek zorunda hissetmemişti kendisini hiç. Dua eden adam derdi olan adamdır, zahmet içinde olan adamdır’ demişti dostum Hafız.’
Bana verdiğin ve vereceğin dert için, davetime icabet ettiğin için binlerce teşekkür Tiryandafilya…
… e-kitap okumak için…
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
2 Yorum
Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Kas 25, 2012 | Reply
Tiryandafilya, başımı çok büyük derde soktun: http://t.co/UrqnE7VJ
Yazan:çuvaldız Tarih: Kas 25, 2012 | Reply
Dert deyince bir zamandır gözümün önüne ateşin isiyle karartılmış cam parçası geliyor. Hani şu çocukken kitaplardan nasıl olduğunu okuduğumuz o güneş tutulmasını merakla çıplak çocuk gözlerimizle izleyebilmek için öğretmenlerin önerdiği ateşin isiyle filtre edilmiş cam 🙂
Çoğu zaman pek çoğumuza okul sözlüklerindeki gibi kısa, kısır, baştan savma ve hatta zorlama bir tanımla tarif edildiği, bizler de tam anlamıyla kendimizi bu tarifin girdabına terk ettiğimiz için olsa gerek derd, aydınlık, huzurlu, güneşli günlerin kararması bir mahrumiyet hali gibi geliyor. Mahrum, yoksun, yoksul olduğu sanrısıyla, donanımsız, isyanla kör çıplak gözle bakınca insanın görebileceği pek de bir şey de olmuyor… Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan/Denizler durulmaz dalgalanmadan
Okuduğum bu güzel yazıdan anlayabildiğim kadarıyla, dert ateşi insanın içindeki karanlık dağda yanınca, engelleri önüne katıp gönül gözünden akan is görüşü netleştiriyor olsa gerek ki insan, hayal ve hakikat tutulmasını, yazı için seçilen, onu hem zenginleştirerek tamamlayan, hem de tek bir karede kısacık özetleyiveren resim netliğinde an ve an izleyip, izlettirebiliyor.
Efraim bey suya düşen damla misali bereketli yazınız da düştüğü yerde hâlâ yankılanmaya devam ediyor. Elinize sağlık, gönlünüze bereket.