Bir tarafta nezaket, edep ve her şeye rağmen saygı; diğer tarafta küstahlık, çiğlik ve egoizm vardı.
Herhalde programın en vurucu cümlesi en sonunda gelen cümle oldu. Hz.Mevlana, “sen bu aklınla Kur’an’ı tefsir etmeye kalkıyorsun, önce kendini tefsir et. Kur’an aşikardır ama sen kapalısın. Kalbin Kur’an’ın hakikatine kapalı olduğu için anlayışsızlığını Kur’an’a yüklüyorsun. Önce neşteri kendine vur. Sadrın açılınca Kur’an sana iner…”
Abdülaziz Bayındır, Kur’an’ı herkes anlar, müşrikler de anlıyordu dedi programda. Bence kendi anlayışı da müşriklerin anlayış seviyesinde. Çünkü müşrikler de onun gibi miracı mucize kabul etmemişlerdi, müşrikler de olağanüstü bir şey yoktur, çürümüş kemikleri kim diriltecek diye meydan okuyorlardı. Müşrikler de söylediğin doğruysa bizi yıldırım çarpsa ya, veya gökten bir bela gelse ya diye meydan okumuşlardı. Müşrikler de Hz.Muhammed’in ilmini tezyif etmişler, biz dururken bu ümmi yetime mi peygamberlik gelecek demişlerdi.
Mevlana Hz. “Kur’an satır satır edep”tir buyuruyor. Bir insanın Kur’an’ı ne kadar anladığı, onu ne kadar yaşadığı davranışlarında tezahür eder.
Kaç kitap yazdığın, kaç kişiyi karşına aldığın değil; kitaptan ne hisse aldığın, kaç kişiyi yanına aldığındır önemli olan.
Allah Fatih Çıtlak beyefendiden razı olsun. Bu programda bize güzel bir çerçeve sundu. Programın başında kendileri “en büyük keramet Hz.Muhammed’in ahlakıyla ahlaklanmaktır” buyurdu ve program boyunca saygısıyla, sabrıyla, kendisine hakaret eden bir adama dahi şefkatle yaklaşmasıyla bu kerametini sergiledi. Fazla söze gerek yok.
bir defasinda Türkiye’den gelmis dindar arkadaslarla yemek yiyorduk, masada bir de Paris’te doktorluk (fizik tedavi, osteopati) yapan bir Türk dostum daha vardi.
lokantaya kirmizi dekolte bir kiyafet içinde çok alimli bir kadin girdi, bir yandan kiritarak ve saçlarini savurarak yürüyor, bir yandan da “herkes bana bakiyor mu?” gibilerinden bakislariyla masalari tariyordu.
Yanimizdaki dindar misafirlerimiz dinen emrolundugu gibi derhal bakislarini çevirdiler, “bizim” doktor hariç. “Aa zavalli kadincagiz” dedi. Yüzünde samimi bir acima ifadesi vardi. “ne ayak?” gibilerinden yüzüne baktim, bizim doktor:
“filanca omuru sag legen kemigine kaynamis, dogustan gelen, irsî bir hastalik bu, sirti ve beli çok agriyor olmali, onun için böyle analjezik pozisyon almis, bak sol omuzu nasil havada duruyor”
dedi.
Kim daha eftal? HARAM’a bakmayan zahidler mi yoksa HARAM’i görmeyen ârifler mi?
bizi mükemmellestirmeyen bilgi sadece malümat olur, kitap tasiyan esseklere benzeriz. Oysa ilim, iRFan ile aRiF olup yol alinir diye düsünüyorum. Yine de dogrusunu ALLAH (C.C.) bilir 🙂
Cengiz bey,
Tartışma programlarında ben bir şey öğrendiğimi hatırlamıyorum. Hakikatın barika-i efkardan doğduğu hikayesine de inanmıyorum. Fakat tespit ettiğim bir şey var. Bu tip programlarda kişi, öğrenme amacını taşımıyor. Kendi bakış açısını yansıtan tarafın karşı tarafı “morartması”nı esas alıyor. Çünkü insanda his hakimdir. Bu açıdan bakıldığında Fatih bey’in misyonunun daha çok bir resmi ortaya koymak, ümmetin şerirlerini afişe etmek olduğunu düşünüyorum. Kafaları karışık, her gördüğü sakallıyı hoca zanneden bir sürü insan var. Arapça bilen her adama hürmet gösteren, alim zanneden insanlar var. Bunların afişe olması lazım. Çünkü şerrin def’i, menfaatin celbinden evladır.
Bununla birlikte, kerametin tarifinin doğru yapıldığını düşünüyorum. Programda anlatılan şu cümleler gayet efradını cami, ağyarına mani bir tanım teşkil ediyor:
-Peygamberlere verilen olağanüstü, aklı acze düşüren hallere mucize, velilere verilen olağanüstü hallere keramet deniyor
-Peygamberler mucize için Allah’tan istimdad ediyor, istiyor ve gönderiliyor; keramet ise istemeden, hatta bazen haberi dahi olmadan “ikram” ediliyor. Hiçbir veli “bak şimdi sana nasıl keramet göstereceğim” demiyor. Bunu söyleyen kişinin de veli olmadığı aşikar oluyor, yaptığı da istidrac olarak nitelendiriliyor. Olağanüstü haller sergilemek için illa müslüman olmak gerekmiyor.
-Keramet ehli insanlar bunun havada uçmak, denizde yürümek olmadığını, Peygamberin (SAV) ahlakıyla ahlaklanmak olduğunu söylüyorlar.
Konuyla ilgili kısım şuradan izlenebilir:
Mucizeyi kabul etmeyen bir adama kerameti “niye olmasın?” diye anlatabileceğini düşünmek naif bir yaklaşım olur.
Kerametin ne olduğuna dair bir fikir jimnastiği yapalım. Bu program sırasında Abdülaziz Bayındır birden taş kesilseydi veya dili tutulsaydı, kalp krizi geçirseydi bunu keramet olarak nitelendirirdik değil mi? İşte, Fatih bey’in söylediği şey de bu galiba. Bu yaklaşım “avam”ın keramet anlayışıdır diyor. Bir veli için bu itibar edilir bir şey değil. Çünkü Hz.Peygamber’in ahlakında bu yok. Taif’te taşlandığında, Uhud’da yüzü yaralandığında, amcası öldürüldüğünde, namaz kılarken başına işkembe konulduğunda buna karşılık vermedi, öfkelenmedi, mukabele etmedi, sabretti, “bilmiyorlar” diye dua etti. Kendisine binbir türlü hakarette bulunan Ebu Cehil’in kapısını aşındırmaktan geri durmadı. Mekke’yi fethettiğinde aklındaki düşünce intikam değildi, “şimdi intikam zamanıdır” diyen kumandanını azletti, şehre tevazu ve mahviyyet içinde, devesinin üzerinde secde vaziyetinde girdi. Böyle bir ahlaka sahip olmak mucizelerin mucizesidir. Velilerin talip olduğu şey budur. Kerametin en büyüğü bu ahlaka sahip olmaktır.
Bayındır’ın yalancılıkla suçladığı velilerin de kerametleri buydu. Abdülkadir Geylani (KS) kardeşlerin çatışmasını engellemek için Maliki mezhebine geçmişti; Hz.Mevlana Moğolları kazanma adına onlara cihad ilan etmedi, Bediüzzaman Said Nursi kendisine eziyet edenlere hakkını helal ettiğini beyan etti. Bu insanlar böyle büyük oldular. Olağanüstü “hal” denilen şey işte bu hallerdir. Normal bir insan bu kadar sabırlı, bu kadar mürüvvetli, bu kadar affedici olamaz.
Belki şu keramet daha açıklayıcı olabilir. Bediüzzaman namaz vakti jandarmalardan namaz için izin vermelerini istiyor. “Kazaya bırakırsın” diyorlar. Halbuki Said Nursi, cephede bile namaz kılan Hz.Peygamber’i kendisine örnek almış bir veli. Örneği Hz.Muhammed (SA. Nasıl böyle bir şeye razı olur? Dua ediyor ve kelepçeler çözülüyor. Hayretler içinde kalan jandarmalar izin vermek durumunda kalıyorlar. Kendisi bunun “namazın kerameti” olduğunu söylüyor. Çok doğru söylüyor. Sen de hayatın boyunca namaz konusunda bu kadar hassas olursan, ezanın sesini duyduğunda bu çağrıya can u gönülden icabet edersen bu keramet, ikram sende de zuhur eder. Peki buradaki ikram, keramet kelepçelerin çözülmesi midir, hayatı boyunca namazı kazaya bırakmama ahlakı mıdır? Bilmem anlatabiliyor muyum?
Bu açıdan bakıldığında evet, herkes keramet gösterebilir. Ama asıl keramet, bu ikramı hakedecek ahlaka bürünmektir. Yoksa son zamanlarda belgesel kanallarında izliyorum. Dinamo diye bir illüzyonist var. Su üstünde yürüyor. Veya mentalistler var, beyin okuyorlar. Hipnoz yapıyorlar. Başka şeyler de yapacaklar. Makbul olan “hal” bu değil.
Ben bu gibi tartışmlar sırasında daha analitik olunmasından yanayım.
“Olağanüstü” çok/en üstün, çok/en değerli, çok/en büyük vb. anlamlarda da kullanılabilir, insan iradesini aşan ve cari doğa yasalarına aykırı anlamında da kullanılabilir.
Ve bu ikisi -ilki ikincisine neden olabilmekle beraber- bence tamamıyla farklı şeyler.
Bu yüzden de iki başlık altında ele alınmalılar.
Peygamber’in ahlakı ilk anlamıyla olağanüstüdür ama ikinci anlamıyla değildir.
Su üstünde yürümek vb. ilk anlamıyla olağanüstü değildir ama ikinci anlamıyla olağanüstüdür.
Bir kavramın hangi anlamının daha önemli olduğu, bu farklı anlamların nesnel karşılığa sahip olup olmadığı tartışmasından ayrıdır.
Analitik/indirgemeci dil biraz ukeladır, kabul. Ama ben işe yaradığı kanaatindeyim.
Allah için mucize, sürpriz yoktur. Allah adamları için de yoktur.İki adam tartışıyorlarmış. Allah deveyi iğne deliğinden geçirebilir mi diye. Birisi, geçirir demiş, deveyi küçültüp iğne deliğinden küçük hale getirir. Diğeri, hayır iğne deliğini büyütüp geçirir demiş. Oradaki arif bir zat, siz neyin tartışmasını yapıyorsunuz, benim bildiğim Allah ne o deveyi küçültür, ne iğne deliğini büyütür, o şekilde geçirir demiş. “Olağan” veya “olağanüstü” dediğimiz şey nedir önce bunu anlamak lazım. Allah (CC) kendi adetinin, emrinin mahkumu değildir. Nitekim ateşe “serin ol” dediği zaman ateş yakmaz. Sopaya emreder, canlanır yılan olur.
Ahlak konusunu ise fazla küçümsüyoruz. Nefis ve şeytanın tazyikine mukavemet etmek olağanüstüdür, deveyi iğne deliğinden geçirmekten daha zordur. Kibrini, şehvetini, hırslarını, riyasını, öfkesini yenmek er kişinin kârıdır. Hz.Abdülkadir’in (KS) hayatına bakın. Böyle bir hayata talip olmak bile istemezsiniz. Normal bir insanın göze alamayacağı bir hayattır. Hz.Mevlana (KS) gibi bir zatın yetişmesi bir adamın havada uçmasından daha hayret verici geliyor bana. Çok ilginçtir, Hz.Mevlana’nın menkıbesi çoktur ama havada uçtuğunu, aynı anda iki yerde olduğunu ve bunun gibi “olağanüstü” hallerini gören de pek yoktur.
Cengiz bey, analitik olmak güzel. Belki de velilerin kerametleri bu analitik düşünme şeklinden insanları kurtarmak içindir. Akıl dediğin şeyi paket edip koltuğunun altına sıkıştırıverirler adamın. Analitik hiçbir izahta bulunamazsın. Belki de keramet böyle bir şeydir kimbilir?
Bir sinek bir kartalı
salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir,
Ben de gördüm tozunu
11 Yorum
Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Kas 29, 2012 | Reply
Gözden kaçmasın: http://t.co/xZeLsGuq
Yazan:fatma gökhan Tarih: Kas 30, 2012 | Reply
izleme imkanı buldum
Bir tarafta Münevver bir duruş, diğer tarafta entellektüel bir kibir vardı:(
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Kas 30, 2012 | Reply
Bir tarafta nezaket, edep ve her şeye rağmen saygı; diğer tarafta küstahlık, çiğlik ve egoizm vardı.
Herhalde programın en vurucu cümlesi en sonunda gelen cümle oldu. Hz.Mevlana, “sen bu aklınla Kur’an’ı tefsir etmeye kalkıyorsun, önce kendini tefsir et. Kur’an aşikardır ama sen kapalısın. Kalbin Kur’an’ın hakikatine kapalı olduğu için anlayışsızlığını Kur’an’a yüklüyorsun. Önce neşteri kendine vur. Sadrın açılınca Kur’an sana iner…”
Abdülaziz Bayındır, Kur’an’ı herkes anlar, müşrikler de anlıyordu dedi programda. Bence kendi anlayışı da müşriklerin anlayış seviyesinde. Çünkü müşrikler de onun gibi miracı mucize kabul etmemişlerdi, müşrikler de olağanüstü bir şey yoktur, çürümüş kemikleri kim diriltecek diye meydan okuyorlardı. Müşrikler de söylediğin doğruysa bizi yıldırım çarpsa ya, veya gökten bir bela gelse ya diye meydan okumuşlardı. Müşrikler de Hz.Muhammed’in ilmini tezyif etmişler, biz dururken bu ümmi yetime mi peygamberlik gelecek demişlerdi.
Mevlana Hz. “Kur’an satır satır edep”tir buyuruyor. Bir insanın Kur’an’ı ne kadar anladığı, onu ne kadar yaşadığı davranışlarında tezahür eder.
Kaç kitap yazdığın, kaç kişiyi karşına aldığın değil; kitaptan ne hisse aldığın, kaç kişiyi yanına aldığındır önemli olan.
Allah Fatih Çıtlak beyefendiden razı olsun. Bu programda bize güzel bir çerçeve sundu. Programın başında kendileri “en büyük keramet Hz.Muhammed’in ahlakıyla ahlaklanmaktır” buyurdu ve program boyunca saygısıyla, sabrıyla, kendisine hakaret eden bir adama dahi şefkatle yaklaşmasıyla bu kerametini sergiledi. Fazla söze gerek yok.
Yazan:Zahid bakmaz, Ârif görmez Tarih: Kas 30, 2012 | Reply
bir defasinda Türkiye’den gelmis dindar arkadaslarla yemek yiyorduk, masada bir de Paris’te doktorluk (fizik tedavi, osteopati) yapan bir Türk dostum daha vardi.
lokantaya kirmizi dekolte bir kiyafet içinde çok alimli bir kadin girdi, bir yandan kiritarak ve saçlarini savurarak yürüyor, bir yandan da “herkes bana bakiyor mu?” gibilerinden bakislariyla masalari tariyordu.
Yanimizdaki dindar misafirlerimiz dinen emrolundugu gibi derhal bakislarini çevirdiler, “bizim” doktor hariç. “Aa zavalli kadincagiz” dedi. Yüzünde samimi bir acima ifadesi vardi. “ne ayak?” gibilerinden yüzüne baktim, bizim doktor:
dedi.
Kim daha eftal? HARAM’a bakmayan zahidler mi yoksa HARAM’i görmeyen ârifler mi?
bizi mükemmellestirmeyen bilgi sadece malümat olur, kitap tasiyan esseklere benzeriz. Oysa ilim, iRFan ile aRiF olup yol alinir diye düsünüyorum. Yine de dogrusunu ALLAH (C.C.) bilir 🙂
Hayirli cumalar
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Kas 30, 2012 | Reply
Programın videosuna aşağıdaki linkten ulaşılabilir:
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ara 1, 2012 | Reply
Ben programın tümünü izledim.
Bence ilmi bir tartışma değil, çünkü:
Tartışan iki kişinin önkabulleri birbirinden farklı.
Tartışmada bu önkabullere hiç değinmeksizin, önkabullerin izin verdiği ya da vermediği şeyler üzerinde konuşuluyor.
Haliyle karışık ve sistemsiz.
Kuralları/elemanları üzerinde anlaşmaya varılmamış bir oyunu oynamak gibi, neticesiz.
Çok ilginç, “keramet” kavramına ilişkin belirgin bir tanım dahi yapılmadı ya da yapılamadı.
Ancak üslup bakımından Fatih Bey kesinlikle daha önde görünüyor.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 1, 2012 | Reply
Cengiz bey,
Tartışma programlarında ben bir şey öğrendiğimi hatırlamıyorum. Hakikatın barika-i efkardan doğduğu hikayesine de inanmıyorum. Fakat tespit ettiğim bir şey var. Bu tip programlarda kişi, öğrenme amacını taşımıyor. Kendi bakış açısını yansıtan tarafın karşı tarafı “morartması”nı esas alıyor. Çünkü insanda his hakimdir. Bu açıdan bakıldığında Fatih bey’in misyonunun daha çok bir resmi ortaya koymak, ümmetin şerirlerini afişe etmek olduğunu düşünüyorum. Kafaları karışık, her gördüğü sakallıyı hoca zanneden bir sürü insan var. Arapça bilen her adama hürmet gösteren, alim zanneden insanlar var. Bunların afişe olması lazım. Çünkü şerrin def’i, menfaatin celbinden evladır.
Bununla birlikte, kerametin tarifinin doğru yapıldığını düşünüyorum. Programda anlatılan şu cümleler gayet efradını cami, ağyarına mani bir tanım teşkil ediyor:
-Peygamberlere verilen olağanüstü, aklı acze düşüren hallere mucize, velilere verilen olağanüstü hallere keramet deniyor
-Peygamberler mucize için Allah’tan istimdad ediyor, istiyor ve gönderiliyor; keramet ise istemeden, hatta bazen haberi dahi olmadan “ikram” ediliyor. Hiçbir veli “bak şimdi sana nasıl keramet göstereceğim” demiyor. Bunu söyleyen kişinin de veli olmadığı aşikar oluyor, yaptığı da istidrac olarak nitelendiriliyor. Olağanüstü haller sergilemek için illa müslüman olmak gerekmiyor.
-Keramet ehli insanlar bunun havada uçmak, denizde yürümek olmadığını, Peygamberin (SAV) ahlakıyla ahlaklanmak olduğunu söylüyorlar.
Konuyla ilgili kısım şuradan izlenebilir:
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ara 2, 2012 | Reply
Merhaba Ekrem Bey,
Bu denilmişse de bu “olağanüstü hal” nasıl bir şeydir, üzerinde durulmadı, örneklendirilmedi diye hatırlıyorum.
“Keramet”in gerek ikram yönü üzerinde durmak bana konuyla ilgili görünmedi.
Pekala mu’cize gibi bir şeydir keramet. Yani “normal” koşulların dışında gerçekleşen ‘mucizevi’ olaylardır. İstekli-isteksiz vb. bunlar ayrıntı.
Ben olsam “Kardeşim mucizeyi kabul ediyorsun da kerameti niye hiç olmazsa olabilir diye kabul etmiyorsun?” derdim.
Çünkü adam “olmamış”ı geçip “öyle bişey yok” diye kestirip atıyor.
Kısaca “Niye olmasın?” gibi basit bir soru varken başka ve yan konularda dönülüp duruldu.
Bir de Fatih Bey’in kerameti getirip ahlak konusuna bağlaması bence gereksiz.
Çünkü bunda bir “olağanüstülük” yok. Böyle denirse Bayındır’ın “her müslüman evliya” sözü ile aynı kapıya çıkılır.
Ve bunda tartışılacak bir şey kalmaz.
Olağanüstü olay olur mu, olmaz mı? Asıl soru buydu ama konu dağıldı gibi göründü bana.
Havada uçmak, denizde yürümek vb. benim bildiğim tam da tartışma götüren keramet örnekleri. Öyle değil mi?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 3, 2012 | Reply
Cengiz bey,
Mucizeyi kabul etmeyen bir adama kerameti “niye olmasın?” diye anlatabileceğini düşünmek naif bir yaklaşım olur.
Kerametin ne olduğuna dair bir fikir jimnastiği yapalım. Bu program sırasında Abdülaziz Bayındır birden taş kesilseydi veya dili tutulsaydı, kalp krizi geçirseydi bunu keramet olarak nitelendirirdik değil mi? İşte, Fatih bey’in söylediği şey de bu galiba. Bu yaklaşım “avam”ın keramet anlayışıdır diyor. Bir veli için bu itibar edilir bir şey değil. Çünkü Hz.Peygamber’in ahlakında bu yok. Taif’te taşlandığında, Uhud’da yüzü yaralandığında, amcası öldürüldüğünde, namaz kılarken başına işkembe konulduğunda buna karşılık vermedi, öfkelenmedi, mukabele etmedi, sabretti, “bilmiyorlar” diye dua etti. Kendisine binbir türlü hakarette bulunan Ebu Cehil’in kapısını aşındırmaktan geri durmadı. Mekke’yi fethettiğinde aklındaki düşünce intikam değildi, “şimdi intikam zamanıdır” diyen kumandanını azletti, şehre tevazu ve mahviyyet içinde, devesinin üzerinde secde vaziyetinde girdi. Böyle bir ahlaka sahip olmak mucizelerin mucizesidir. Velilerin talip olduğu şey budur. Kerametin en büyüğü bu ahlaka sahip olmaktır.
Bayındır’ın yalancılıkla suçladığı velilerin de kerametleri buydu. Abdülkadir Geylani (KS) kardeşlerin çatışmasını engellemek için Maliki mezhebine geçmişti; Hz.Mevlana Moğolları kazanma adına onlara cihad ilan etmedi, Bediüzzaman Said Nursi kendisine eziyet edenlere hakkını helal ettiğini beyan etti. Bu insanlar böyle büyük oldular. Olağanüstü “hal” denilen şey işte bu hallerdir. Normal bir insan bu kadar sabırlı, bu kadar mürüvvetli, bu kadar affedici olamaz.
Belki şu keramet daha açıklayıcı olabilir. Bediüzzaman namaz vakti jandarmalardan namaz için izin vermelerini istiyor. “Kazaya bırakırsın” diyorlar. Halbuki Said Nursi, cephede bile namaz kılan Hz.Peygamber’i kendisine örnek almış bir veli. Örneği Hz.Muhammed (SA. Nasıl böyle bir şeye razı olur? Dua ediyor ve kelepçeler çözülüyor. Hayretler içinde kalan jandarmalar izin vermek durumunda kalıyorlar. Kendisi bunun “namazın kerameti” olduğunu söylüyor. Çok doğru söylüyor. Sen de hayatın boyunca namaz konusunda bu kadar hassas olursan, ezanın sesini duyduğunda bu çağrıya can u gönülden icabet edersen bu keramet, ikram sende de zuhur eder. Peki buradaki ikram, keramet kelepçelerin çözülmesi midir, hayatı boyunca namazı kazaya bırakmama ahlakı mıdır? Bilmem anlatabiliyor muyum?
Bu açıdan bakıldığında evet, herkes keramet gösterebilir. Ama asıl keramet, bu ikramı hakedecek ahlaka bürünmektir. Yoksa son zamanlarda belgesel kanallarında izliyorum. Dinamo diye bir illüzyonist var. Su üstünde yürüyor. Veya mentalistler var, beyin okuyorlar. Hipnoz yapıyorlar. Başka şeyler de yapacaklar. Makbul olan “hal” bu değil.
Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Ara 7, 2012 | Reply
@Ekrem Senai
“İşi yokuşa sürmek” gibi görünmesin ama:
Ben bu gibi tartışmlar sırasında daha analitik olunmasından yanayım.
“Olağanüstü” çok/en üstün, çok/en değerli, çok/en büyük vb. anlamlarda da kullanılabilir, insan iradesini aşan ve cari doğa yasalarına aykırı anlamında da kullanılabilir.
Ve bu ikisi -ilki ikincisine neden olabilmekle beraber- bence tamamıyla farklı şeyler.
Bu yüzden de iki başlık altında ele alınmalılar.
Peygamber’in ahlakı ilk anlamıyla olağanüstüdür ama ikinci anlamıyla değildir.
Su üstünde yürümek vb. ilk anlamıyla olağanüstü değildir ama ikinci anlamıyla olağanüstüdür.
Bir kavramın hangi anlamının daha önemli olduğu, bu farklı anlamların nesnel karşılığa sahip olup olmadığı tartışmasından ayrıdır.
Analitik/indirgemeci dil biraz ukeladır, kabul. Ama ben işe yaradığı kanaatindeyim.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 7, 2012 | Reply
Cengiz bey,
Allah için mucize, sürpriz yoktur. Allah adamları için de yoktur.İki adam tartışıyorlarmış. Allah deveyi iğne deliğinden geçirebilir mi diye. Birisi, geçirir demiş, deveyi küçültüp iğne deliğinden küçük hale getirir. Diğeri, hayır iğne deliğini büyütüp geçirir demiş. Oradaki arif bir zat, siz neyin tartışmasını yapıyorsunuz, benim bildiğim Allah ne o deveyi küçültür, ne iğne deliğini büyütür, o şekilde geçirir demiş. “Olağan” veya “olağanüstü” dediğimiz şey nedir önce bunu anlamak lazım. Allah (CC) kendi adetinin, emrinin mahkumu değildir. Nitekim ateşe “serin ol” dediği zaman ateş yakmaz. Sopaya emreder, canlanır yılan olur.
Ahlak konusunu ise fazla küçümsüyoruz. Nefis ve şeytanın tazyikine mukavemet etmek olağanüstüdür, deveyi iğne deliğinden geçirmekten daha zordur. Kibrini, şehvetini, hırslarını, riyasını, öfkesini yenmek er kişinin kârıdır. Hz.Abdülkadir’in (KS) hayatına bakın. Böyle bir hayata talip olmak bile istemezsiniz. Normal bir insanın göze alamayacağı bir hayattır. Hz.Mevlana (KS) gibi bir zatın yetişmesi bir adamın havada uçmasından daha hayret verici geliyor bana. Çok ilginçtir, Hz.Mevlana’nın menkıbesi çoktur ama havada uçtuğunu, aynı anda iki yerde olduğunu ve bunun gibi “olağanüstü” hallerini gören de pek yoktur.
Cengiz bey, analitik olmak güzel. Belki de velilerin kerametleri bu analitik düşünme şeklinden insanları kurtarmak içindir. Akıl dediğin şeyi paket edip koltuğunun altına sıkıştırıverirler adamın. Analitik hiçbir izahta bulunamazsın. Belki de keramet böyle bir şeydir kimbilir?
Bir sinek bir kartalı
salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir,
Ben de gördüm tozunu