Zekeriya Beyaz da mı ulusalcıydı?
By İbrahim Becer on Ara 2, 2012 in Politika, Ulusalcılık
Tamı tamına 4.16 saniye sürdü çektiğim çile.
Bahse konu süre geçene kadar, en başından bugüne kadar yazdığım onca yazı ve bunun onlarca miskal ağırlığındaki okuduklarım geçti. Okuduklarım ki benim yazdıklarımın yanında ağırlıkları, akademik dilleri ya da ne derseniz deyin fazlalıklarıyla birer mümbit vaha gibi hala zihnimde yer işgal etmekteler.
Televizyonu eskiden az seyrederdim artık hiç seyretmiyorum. Eskiden yedi saat uyurdum; önce üç saate indirdim ama başaramadım ya da bünye kabul etmedi. Yorgun göz kapaklarımla yaptığım uzun pazarlıklar neticesinde beş saatte karar kıldık. Yegâne arzum daha fazla okuyabilmek, etrafımda olanları daha iyi anlayabilmek, idrak edebilmek, muarızım dahi olsa bir empati kurma yolunu bulabilmekti. Hadi oldu olacak kırıldı nacak bir de itirafta bulunayım; Bu kışı, olduğu gibi Cemil Meriç’e ayırdım. Üstadı sindire sindire okurken bir ayrıntı beni ziyadesiyle mahcup etti. Dört yaşında dört numara miyop olan Üstat ileriki yıllarda bu arazdan ne kadar mustarip olsa da okumaya ara vermez. İş o raddeye varır ki, gözleri o kadar ziyasını kaybetmiştir ki, Üstat okumalarını bir masanın üzerine koyduğu sandalyeye oturarak yapmak zorunda kalır. Çünkü tepesindeki lambanın kordonunu aşağıya uzatacak kadar bile parası yoktur. Tepesindeki ampulün hemen altında da olsa, ileri derece miyobu da olsa, ileriki günlerde kör de olsa okumaya hiç ara vermeden devam eden bir Cemil Meriç geçmişti bu dünyadan.
Cemil Meriç, ben gibi bu uğraştan yıllar sonra bile çırak sıfatıyla tekaüde ayrılacak bir acemi başta olmak üzere çok insana ışık olmuş bir zirve. Hele benim için, benim atıflar dünyam için mümbit bir kaynak, batmayan güneş. Sadece ve sadece ona layık olma çabasıdır bu yarı ölüm halinden de feragat.
Neyse konumuza geri dönelim; Necip Fazıl’ın bir yazısında atıfta bulunduğu ‘dehr’ kelimesini araştırmak için internette gezerken gözüme Zekeriya Beyaz takıldı. Başlığın kışkırtıcılığı ilgimi çekti zahir: ‘Ey AKP’liler sizi ne namaz ne de oruç kurtarır’ şeklinde bir başlıktı. Ben bu başlık işini eskiden beri becerememişimdir zaten. Sağ olsun, Mehmet Yılmaz halleder bazen bu işi ve çok da iyi yapar. Yoksa Zekeriya Beyaz’ı neden ciddiye alayım da zaman ayırayım. Bir daha anladım ki bu başlık işi önemliymiş ve ben de bu işi gerçekten beceremiyormuşum.
4,16 saniye süren çilenin sonunda anladım ki Beyaz Hoca da Ulusalcı olmuş. Kısaca Başbakan’ın şahsında Ak Parti’nin Türkiye’yi Amerika’nın ileri karakolu yaptığından falan dem vuruyordu. BOP’tan giriyor, Amerika’dan çıkıyordu Hoca. Bir ara kendisini izleyen kamerayı ıskalayıp ters yöne döndü ama kişisel performansını yine de bitirmeyi başardı. Tam puan mı aldı bu çabasının karşısında? Sanmam; Hoca, dünyaya fiziksel olarak şaşı baksa da Cemil Meriç kadar dünyayı göremez. Körlük, manasını Hoca’da bulur. Hoca, Kuran’ın tarifiyle ‘gözleri olup da görmeyenler’ tayfasındadır ve bu yola gönüllü girmiştir anladığım kadarıyla. Ne ona kur yapan olmuştur, ne de kurduğu akıllı cümlelerle aklını çelen. Yani ya yola girmiştir ya da çıkmıştır ama her ne olduysa gönül rızasıyla olmuştur.
Ben ki yarım din bilgisine sahibim, Hoca bildiğin bu işin profesörü. Ama bildiğim bir şey varsa bu yarım aklımla, ben Hoca’nın müntesibi olsam, onu müçtehit imam bellesem batacağım en ufak çukur şirk çukuru olur. Hoca’nın içtihatlarını merak edenler internetten araştırsın. Ben yazardım yazmasına burada ama sitenin derinliğiyle paradoks oluşturur da sitenin kalitesine halel gelir diye korkuyorum.
Belki sekr halinden kurtarabilirdim kendimi, bilemiyorum. Divan Edebiyatıyla alakadar olanlar, İskender Pala’ya ve eserlerine aşina olanlar için ‘Mecnun’un hali’ desem belki biraz açıklayıcı olur umudundayım. Tasavvuftaki sekr hali ki, bu hale düşenin cezai ehliyetinin olmadığı Rabbani tarafından garanti altına alınmakta. Ama sekr hali bana çok uzak ve ben de aklıma mukayyet olabiliyorum.
Benim üzüldüğüm nokta, bana bu yazıyı yazdıran saik belli sayıdaki pişmanlıktan öte bir şey değil. Elbet ben de biliyordum, adına Ulusalcılık, vatan- bayrak edebiyatçılığı, sofu faşizmim benim düşüncelerime ihtiram etmediğini. Ve yine biliyorum bu kâğıttan tayfanın ne menem bir cehalet tutkalıyla birbirine sımsıkı bağlarla bağlı olduğunu. Ama benim, bugün geldiğim nokta da kendimde bulduğum kusur ‘neden bu kadar ciddiye aldığım’ sorusudur.
Neden bu adamların söylediklerini bu kadar ciddiye almışım, neden aynı ciddiyetle oturmuş yazılar döşenmişim, neden bu yazıları daha da güzelleştirmek için anekdotlar, şiirler aramışım, ben ne büyük bir aptalmışım ki ideologlarından biri de Zekeriya Beyaz olan bu basit bir nezleye, anemi teşhisi koymuşum.
Bu sebepten ötürü, Akif’ten Cahit Sıtkı’ya, Cemil Meriç’ten Hugo’ya kadar kendisinden alıntı yaptığım tüm Edebiyat çınarlarından özür dilerim. Boş yere zamanlarını aldığım ve adını burada terennüm etmekten hicap duyacağım atıflar dünyamın krallar ve kraliçeleri size sesleniyorum: Bu kadar boş bir dava müsveddesinin üzerine gidebilmek adına sizi yazdırdığım müşahitlik sıfatından azat ediyorum. Varın gidin yolunuza.
Beyaz Hoca’nın mücahidi olduğu davanın müşahidi olmaya ben bile fazlayım.
… Bu konuda okumak için…
Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)
Zorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Ara 2, 2012 | Reply
Zekeriya Beyaz da mı ulusalcıydı?: http://t.co/ag1PZVPp