Tiryandafilya! İtaatkârım, itimatkârım ve takdirkârım
By Efraim K on Ara 4, 2012 in Hayat, İnsan
Bir konuda hakkını yediğimi düşünüyorum; sana olan sevgimi, aşkımı, ya da dilimin dönmediği, bunun adı her neyse işte onu sana çok mu sıradan zamanlarda ve mekânlarda söylüyorum. Sen havadaki nem oranından bile bahsederken seni sevdiğimi söylüyorum; gülüyorsun ve çocukluğuna rağmen çocukluğuma veriyorsun. Aşk, gerçekten de insanı nasıl da aptallaştırıyor, alışkanlıklarını, düzenini çift taraflı değiştiriyor.
Tiryandafilya, bana yıllar önce ezberlediğim şiirleri tekrar öğreten kadın.
Dün sabaha karşı oturduğum izbeden bulutların alışılandan daha hızlı hareket edişini izlerken aklıma düştü bu fikir. Sana olan sevgimi ilk defa nerede söylediğimi hatırlamıyordum. Bu duruma belki de bir kutsallık atfetmem gerekiyordu, bilmiyorum. Neden düşünemedim, nasıl atladım bu güzel ana daha da bir güzellik katmayı bilmiyorum. Her zamanki gibi cehaletime ver canım benim. ‘Nerede söylemeliydim’ sorusunun tek bir cevabı vardı oysa ki; Anneannemin mezarına gidecektik ve sana orada, bir ölümlünün mezarı başında söyleyecektim sevdiğimi ilk kez. Kendisi ki hürmet ettiğim insanların en başında gelir. Ölmesi, bu mahalleyi terk edip de diğerine taşınması benim için hiçbir şey değiştirmedi. Anneannem öldü ve kurtuldu. Benim hiçbir şeye cesaretim yok; daha da doğrusu eceliyle ölmek dışında inançlarım bana başka bir seçenek bırakmıyor. Süreci yasal çerçevede hızlandırmak adına çokça sigara içiyorum hepsi bu Tiryandafilya.
Sen de biliyorsun kötü bir hayatım var. Annem dışında beni sevmeyen bir sürü birinci, ikinci, üçüncü dereceden eş, dost, yakın ve onun da üzerine benim kendilerini yakın olarak görmediklerimden müteşekkil bir yığınlar manzumesi. Eyyüp Peygamber’in atıldığı gübre yığınında ikamet etmeye mukim bir zavallı. İki büyük farkım var ki ondan, diğerlerini saymaya hacet bırakmıyor; ilki bir peygambere haiz olan hasletlerin hiçbirine sahip olmamam, diğeri de onun kadar çetin bir sınava hiç tabi tutulmamam.
Kısaca beni sevmeyenlerle benim sevmediklerimden oluşmuş bir yumakla sarmaş dolaş olmuşuz. Kendimi sevdirmek fikri en baştan ahmakça zaten. Hoş, insanların hayatını kolaylaştırmak, ellerini rahatlatmak adına elimden geleni de yaptım. Onlara, beni mağaramda terk etmekten başka yol bırakmadım. Oysa ki isterdim bir mürşidin çıkmasını ve beni demir gibi dövüp şekil vermesini. Belki de bana samimiyetle kucak açmaya çalışanlar da oldu ama hepsine karşı birer kirpi oldum. Kim niye katlansındı ki benim gibi birine. Ya da ne gibi başka göz kamaştırıcı hasletlere sahiptim? En son senin yanına gelirken cebimde sigara param bile yoktu, bunun üstüne sen de biliyorsun ki güzel bile değilim. Tüm bunların üstüne insanlarla arama ördüğüm Hadriyan duvarını koyarsan göreceksin ki kamu âlem günahsız, cümle kusur hep bendedir.
Dost canlısı hiç olmadım, olamadım; aynı dili konuşamadığımız insana selam bile vermemek için yolumu değiştirdim, selam almak gereksiz bir ameliyeden öteye geçmediyse farzı çiğnememek için olmuştur benim için. Uzatmaya gerek yok; kim, beni, niye sevsin ki? Ömrü boyunca muhkem bir duvarın arkasından insanlarla konuşan ve ancak eşine iblis’te rastlanacak kadar bir kibirle donatılmış bir ölümlü. Bana süre de verilmemişti oysa ki kıyamete kadar İblis’e verildiği gibi. Karım da dâhil olmak üzere bu duvarın arkasına geçmeyi ‘sayemde’başaran tek insansın. Karşısında üryan kaldığım, gönüllü soyunduğum, kırk yıllık kirli libaslarımdan azat olduğum tek insansın Tiryandafilya. Bunu nasıl başardın ve daha da doğrusu neden başardın; geçen süre zarfında sorulması gereken ve izaha muhtaç olan bir soru benim için. Cevabını senden beklemek gereksiz bir ameliye bu sorunun, biliyorum. Yarını olmayan bir aşkın bugününü yaşamak benim için de kâfi.
Bu kadar eksiği olan bir insan ancak bir şeye gebedir; ‘kahraman yaratmaya’ Tiryandafilya. Ama gerçek bir kahraman yaratmaya. Öyle diyor ustaların ustası: ‘Don Kişot olun. Hürmet ettiğim tek adamdır. Kaybedilmiş bir davanın ancak bu kadar fedakâr bir kahramanı olabilir. Öyle görmek ve inandırmak ihtiyacında. Dünya Şanso Panso’larla dolu’.
Kahramanlık tahayyülün ne kadar da yanlışmış değil mi? Yine de Alatriste’yi de tanımış olmasını isterdim Usta’nın. Don Kişot, en hafif tabirle kafasında üç tane tahtası eksik olan bir çılgın. Alatriste’ninse sadece aklı başında. Beş para etmez bir adam Alatriste. Kılıcını, boynuzlanmış kocaların, parasını kurtarmaya çalışan tefecilerin, fahişelerin hizmetine sunmuş bir kiralık katil, bir paralı asker. Luthercilerle savaşıyorlar ve bir avuç kadar kalıyorlar. Düşmanınsa sadece atları bile onlardan kat kat fazla. Düşman Komutanı razı gelmiyor bu cesur adamın ölmesine. O da bilmektedir ki kahraman dediğin mantar gibi bitmez toprakta. Kendisinin cesaretini övdükten sonra teslim olmasını ya da çekip gitmesini ister. Kabul etmez Alatriste ve üzerine gelen düşmana yalın kılıç saldırır.
Kahraman olmak için hiç şansım olmamasından sebeptir benim, kendim gibi eksikleri olan adamların peşinden gitmem, izlerini her daim takip etmem. Belki de tüm o İnkılâp Tarihi derslerine rağmen Atatürk’e içimin ısınmamasına sebep onun bu kadar renksiz, düz ve eksiksiz bir satıh olmasındandı. Ama sonradan öğrendim onun da diğerleri gibi bir kahraman olduğunu. Fikriye verem, Lâtife de münzevi bir kanser oluyor. Tecelli, kendi de alkolden ölüyor. Kötü bir hayat ama bir kahraman için de bir o kadar tutarlı.
Kitaplara gömdüm yine kendimi, bir de Allah’a sığındım. Neresinden tutarsan tut bir köpek tabiatı benimki. Her zoru gördüğünde koşarak sahibinin kucağına atlayan bir köpeğin sadakati ne kadar geçer akçedir. Oysa ki köpek sadece sahibine sadıktır, kendi cinslerine değil. Kendi cinslerimden kaçtığım için, onların bitmez, boş sohbetlerini dinlememek için kitaplara ve Allah’a sığınıyorum. Sonra da insanlara ayaküstü verilen vaazlar; namaz kılmak günde beş kere öz eleştiri vermektir falan filan. ‘Bir ay önce neden öz eleştiri vermiyordun’ diye soracak bir ahmak bile yok etrafımda.
Beni kahramanın olarak gördüğünü söylerken aynı zamanda eksiklerimi de söylüyorsun Tiryandafilya. Benden kahraman olur mu? Elbette ki olur. Çünkü beynimde, bedenimde, her zerremde o kadar çok eksik taşıyorum ki kahramanlık ancak bana yakışır.
Bulutlar Tiryandafilya, bulutlar…alışılandan ne kadar da hızlı hareket ediyordu değil mi?
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Ara 4, 2012 | Reply
Tiryandafilya! İtaatkârım, itimatkârım ve takdirkârım: http://t.co/HOWkQZO4