Vekile Koca Dayağı: Kadına Şiddette Son Durak!
By Fatma Gökhan on Ara 9, 2012 in Aile, Kadın, şiddet
Son yıllarda kulağımıza ve gözümüze her gün medya vasıtasıyla sokulan kadına şiddet konusu hepimizin malumu. Yapılan araştırmalar Türkiye’de kadına yönelik şiddetin yüzde bin 400 arttığını gösteriyor. Bu durumun sebepleri araştırılıyor… Sonuç: TBMM’de bir kadın milletvekili boşandığı eşinden zarar görmemek için koruma istiyor. Nasıl bir akıl tutulmasıdır bu? Meclise gözündeki morluğu saklamaya çalışarak gelen, üç çocuk annesi, yorgun, incitilmiş bir kadından söz ediyorum… Toplumda statüsü ne olursa olsun erkek egemen şiddetten kendisini koruyamıyor bu hanım. Eminim bu kadın vekilimizin, kendisine zarar vereceğini düşündüğü eski eşi de toplumda statü sahibi ve eğitimli bir insan. Amacım ne birilerinin özel hayatını deşifre etmek ne de zaten yıkılmış olan bir evliliğin taze acılarına tuz biber ekmek.
Tek amacım son yıllarda hızlı bir şekilde tırmanan erkek egemen şiddetin boyutlarına dikkat çekmek.
Şiddet gören kadınları koruma altına almak hiçbir sorunu çözmüyor, son yaşanan olay bunu fazlasıyla ispatladı. İnsanlar bu ülkenin eğitim kurumlarında okuyup doktor, avukat, mühendis, öğretmen olabiliyor. Ancak büyüme yolunda ilerleyen bu organizmalar ne yazık ki eğitim sürecinden geçerken içlerinde yaşattıkları “insanı” geliştiremiyor. Çünkü eğitim sistemimiz buna izin vermiyor. Çünkü yarış atı gibi koşturulan öğrenciler güzel ahlaklarıyla değil, güzel notlarıyla diğer çocuklara fark atıyor. Bu sebepten vali olan ama adam olamayan bireyler yetişiyor.
Yetişkinlik döneminde şiddete meyleden eğitimli kişilerin, egolarını büyütürken içlerindeki insanı besleyemediklerini, onu zayıflatıp öldürdüklerini düşünüyorum. Özellikle kendisinden fiziksel olarak güçsüz olan bir kadına veya bir çocuğa şiddet uygulayan bir erkek yiğit değil yitiktir. Konuşmaktan, empati kurmaktan acizdir! Şiddet zavallılığın en somut halidir…
Kadın vekilimiz gibi daha nice kadın, isminin önüne hangi unvanı almış olursa olsun şiddet görmektedir. Eğitimsiz bir kadının “Eşim bana şiddet uyguluyor” demesi bir nebze kolaydır. Ama doktor, gazeteci, öğretmen olmuş ve toplumda belli bir tanınırlığı olan kadınların şiddet gördüğünü söylemesi neredeyse imkânsızdır. Eminim bu ülkede eşinden şiddet gördüğü halde bunu dile getir(e)meyen çok sayıda eğitimli kadın var. Özellikle iş güç sahibi, eğitimli kadınlar çocukları için ve en önemlisi “dul kadın” damgasını yememek için bu zavallı erkeklerle evliliklerini sürdürüyorlar. Çünkü yuvasına sahip çıkamamış, erkeğini idare edememiş dişi kuş Türk toplumunda pek itibar görmez. Bu toplumda başında bir erkek olmadan var olmaya çalışırsan “erkek gibi bir kadın” olmak zorundasındır. Başka türlü hayata tutunamazsın. Dul kadın, iş yerindeki erkekler tarafından sevgiye ve erkeğe muhtaç bir zavallı olarak algılanır. Dul kadın hemcinsleri tarafından da, eşini veya nişanlısını ayartacak potansiyel bir tehlike olarak algılanır. Eğer adın dul kadınsa asla ama asla bekâr bir erkekle evlenmeyi düşünemezsin! Peygamberin sünneti bu alanda pek işlemez. Neden Peygamber daha çok dul hanımları nikâhı altına aldı diye sorgulanmaz. Ama çok kadınla evlilik noktasında Peygamber’in sünnetine sonsuz tabidir göbeği ve cebi şişkin erkekler!
Bu toplumda dul kadın yaftasını yememek için psikopat ruhlu eşlerinin şiddetine katlanan yığınlarca kadın var biliyorum. Eşinden ayrılan bir kadın çocukluysa evlenmesi neredeyse bir felakettir. Allah’ın ve Resulünün açtığı yolları bir bir tıkar toplumsal doğrular(!). Dul kalan erkeğin her zaman yaraları sarılır ve en kısa sürede evlenmesi, gerek akraba gerek eş dost tarafından desteklenir.
Kadını sadece beden boyutuna indirgeyen dünya görüşü sanırım birçok kadın sorununun temelini teşkil ediyor. Bu haksızlığı öncelikle kadın kendisine yapıyor. Karşı cinsin beğenisini kazanmak için akıl melekelerini yitiriyor.
Sadece beden olarak algılanan, genç kız ismini yitirip, yasak meyveyi tatmış, toplumda kadın olarak isimlendirilen bir hanım en çok bedeniyle erkeğine bağlı olmak zorundadır. Türk toplumunda genç kız olmak önemlidir. Beden, bir kadının ruhundan ve düşünce dünyasından önce gelir. Bedenini ve kalbini bir başka erkeğe kaptıran bir kadının eski eşinin gazabına uğraması çok normaldir. Okul önlerinde veya caddede, sokakta “ya benimsin ya toprağın” felsefesiyle yaşayan yığınlarca Türk erkeği, genç kızların veya kadınların bedenini hedef almaktadır.
Kadını düşünen, hisseden, karar verebilen bir varlık olarak algılayamamak bizlere modern hayatı dayatan batının bir hastalığı olarak sirayet etti. Batının kadını salt bedene indirgemesi aile dinamiklerini yerle bir eden bir süreci de beraberinde getirdi. Batının bu zihni yapısını gerçek bir münevver olan sosyolog Prof. Ümit Meriç çok çarpıcı tespitlerle açıklıyor:
“…400 yıldır tanrı kiliseye hapsedilmiş ve hayattan çekilmiş durumdadır. Maneviyat hayatın ucuna itilmiş, batı uygarlığı maddi bir iskelet olmuştur. İnsan ne “Allah’ın ruhu”nu taşıyan bir varlıktır, ne de O’nun yeryüzündeki halifesi. Bu uygarlıkta insanın hayvandan farklı olarak taşıdığı hiçbir temel varlık değeri yoktur. FİL GÜÇLÜDÜR. İNSAN DA AKILLI. Bu akıllı hayvan bilim ve teknik silahı ile tabiat üzerinde egemenlik kurmuştur. Bunun dışında hayatın başlangıcı, süresi ve sonuyla ilgili olarak diğer hayvanlardan hiçbir farkı yoktur. Belli bir süre yaşayacak ve sonunda ölecektir. Bu kısa zamandan başka bir şeye sahip olmayan insanın yapacağı tek şey, bu zaman içinde kendisine en yararlı gelen şeyleri toplamak ve kendisine en fazla zevk ve eğlence veren şeylerden alabildiğine faydalanmaktır. Bu iki ayağı üzerinde gezen dünyalık ve akıllı hayvan bütün fıtri ve bedeni güdülerini sonuna kadar kullanmalıdır. Arzularını doyurmak yolunda hürdür. İşte bu sebepten böyle bir toplumda cinsi güdüler vahşileşir. Sınır tanımaz. Kadın da verdiği zevk oranında değer taşır. Artık kadın ilahi bir emanet ve insanı oluşturan iki temel parçadan biri olmaktan çıkmış ve yalnızca bir ”beden” haline gelmiştir. Taşıdığı değer bedenin değeri kadar olacaktır. Böyle bir toplumda kadının tüm varlığı görülmekte ve alıcının gözü ile değerlendirilmektedir. KADIN SADECE DERİ, ERKEKSE SADECE GÖZ’DÜR…”(Prof. Dr. Ümit Meriç/Sosyolojik Açıdan Kılık Kıyafet ve İslam’da Örtünme)
Kadın anne, eş, ilahi bir emanet olarak evin en değerlisiydi. Değerler dünyasından çok hızlı bir kopuş yaşıyor Türk toplumu. Günümüz anneleri kızlarına “ne olursa olsun oku! Benim gibi olma” diye can havliyle yalvarıyor, bunun sebepleri araştırılmalı. Türkiye’de niçin eğitimli genç kızlarımız iş hayatına atılmayı ve maddi özgürlüklerini kazanmayı “evlilik hayatında tepesini attıran eşini kapının önüne koyabilme gücü” olarak algılıyor?
Ailede gerek kadına gerek erkeğe uygulanan şiddetin sebepleri alanında uzman sosyologlar tarafından incelenmeli ve ona göre daha kalıcı çözümler üretilmelidir.
Toplumumuzda kadına şiddetin yüzde bin 400 artmasının sebebini sadece erkeklere fatura edecek değilim. Ancak bu toplumda gerek din gerekse gelenek adına en çok kadınlar sömürüldü. Şu an toplumsal bir cinnet geçiriyoruz ve bu cinnet halini kadınlara koruma vererek çözemeyiz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
3 Yorum
Yazan:my Tarih: Ara 9, 2012 | Reply
modernite bizi kör etti, islamcilar da dahil (sözüm meclisten disari) kadin-erkek iliskisilerini iki ayri takim, iki ayri “millet” iliskisi gibi görüyorlar. Kadinlari korumak erkeklere zarar verecekmis gibi!
zannediyorum bu mengeneden kurtulmanin yolu daha genis bir açidan bakabilmekle olacak, insanin mânâsi olduguna iman etmek, insanin esya OLMADIGINI idrak etmek.
Bakis açisini genisletmek açisindan bir kaç makale öneriyorum:
http://www.derindusunce.org/2010/05/01/masum-degiliz-hicbirimiz/
http://www.derindusunce.org/2007/08/30/tehlikenin-farkinda-misiniz/
http://www.derindusunce.org/2008/11/25/pornografi-nasil-sanat-oldu/
http://www.derindusunce.org/2008/11/26/cocuklarin-cinsel-istismari/
http://www.derindusunce.org/2007/03/14/kotu-insan-uretme/
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Ara 9, 2012 | Reply
Vekile Koca Dayağı: Kadına Şiddette Son Durak!: http://t.co/YytskoXo
Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Ara 9, 2012 | Reply
Vekile Koca Dayağı: Kadına Şiddette Son Durak!: http://t.co/iaSKPPyD