Gecenin üçü Tiryandafilya
By Efraim K on Ara 20, 2012 in Hayat, İnsan
Ölümcül bir soru var; okuduklarımızla yaşadıklarımız, özendiklerimizle kendimizin arasındaki uçurumun büyüklüğü neden bu kadar derin?
Oyun oynamayı seviyoruz; iki kişilik dünyevi bir aşktan bahis açmak amacıyla yazdığım alelade bir cümle olsun diye söylemiyorum bunu. Genel olarak, biz insanlar olarak oyun oynamayı seviyoruz. Kendini dev aynasında gören çocuğun ukalalığı biraz yaşadıklarımız. Bizimki çok daha çapsız, bir o kadar hadım bir ameliye çokça zaman. Geçtim aynanın devliğini, kendi cüceliğimizi görmemek için, ayaklarının altına kitap koyan hokkabazın tıynetine sahibiz. Şuara ayaklarımızın altında aşkımızı anlatmak için bazen, kimi zaman da Mevlâna’yı yedekliyoruz kendimize, ya da ne bileyim işte erdemli insanların yazdıkları, çizdikleri ne kadar kâğıt tomarı varsa çiğneyerek, üzerine basarak yükselmeye çalışıyoruz.
Hoş, bizlerin çeperini pis bir yosun gibi çepeçevre saran sıkıcı, boğucu, düpedüz alçakça bir riyakârlıkla orada duran duvarların alçaklığından kimse bahis açmak istemiyor. Yükselmek, diğerlerinden farklı olmak çabası, düşünen insanı oynamak gayreti belki de sadece kendimizi aldattığımız boş bir kendini tatmin. Kime göre mütefekkirsin, kime göre münevversin tartışılır. Etrafın fikir olarak, bilgi olarak ne derece kalabalık, ya da bunlara sahip insanlar bakımından ne derece mümbit? Bilmiyorum, kulak verdiğim tek ses, ‘yükselen biz değiliz, alçalan duvarlar’ diyen şarkıcının sesi.
Ulûhiyet kanat gerektirir o da bizde yok. Uçmak, şu kadar milyon yıl beşerin mefkûresi olmuş. En sonunda başarmış mı; el cevap, soğuk metal parçalarından müteşekkil bir kimyayla onu da becermiş ama öykündüğü, ağzının suyunu akıta akıta istediği bu değil ki. Oradan buradan devşirdiği, kırık dökük bilgilerle içinde ulûhiyet barındıran bir çift kanada talip insanoğlu. Laf çok, seç beğen al; Anka kuşları, hudhud kuşları, Kaf dağları, taçları ve de tahtları yerle bir edenler kimi ararsan dilimizin ucunda.
Süleyman Peygamber Belkıs’ın tahtını istediğinde, cinlerden bir ifrit ‘sen tahtından kalkmadan ben onu getiririm’ diyor. Asaf’ın teklifi daha cazip; ‘ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm’ diyor. Hepimizin gözü Asaf olmakta, ifritin cazibesi bu kadarmış. İfrit ve Asaf’ın yanındaki Süleyman gibi yüceler yücesi duvarı hesap eden var mı? Yok, olmadığı için de çapımız bu kadar zaten.
Süleyman Peygamber’i hatmediyorum son günlerde, biliyorsun Tiryandafilya. Her kutsal metinde izini sürüyorum kendisinin. Tabi ki onunla beraber Belkıs, Adoniram ve elbette ki Benoni de geliyor. Bu okumalarımda yolum Gerard de Nerval’le de kesişti; ilginç adam Nerval, bir yengeci boynuna bir ip bağlayarak gezdiriyor ve en sonunda da kendini bir telgraf direğine asıp öldürüyor. Kafanın bedene nispetle ağır gelmesi olayı büyük ölçüde.
İnsanın kendini önemsemesi hakkında çok şey okudum, dinledim ama orada anlatılan bir paragraf kadar hiçbiri ilgimi çekmemişti. Okumayı bu yüzden seviyorum işte. Her okuduğun kitapla beraber, cehaletin hakkında yine kendine özeleştiri veriyorsun. Belkıs’ a her yeri altından, zümrütten, pırlantadan yapılmış sarayı gezdiriyorlar ve yapımının on üç yıl sürdüğünü söylüyorlar. Daha sonra da Adonoi’ye adanan tapınağı gezdiriyorlar güzeller güzeli Belkıs’a ve yapımının yedi yıl sürdüğünü söylüyorlar. Belkıs’ı Belkıs yapan sadece sahip olduğu bir taht, cinlere hükmetmesini sağlayan Çavuş kuşu, akıl almaz güzelliği değil. Belkıs aynı zamanda çok da zeki olduğundan sebeptir ki gözünü kırpmadan soruyor: ‘Tanrınıza yaptığınız tapınak yedi yıl sürüyor ama onun kulu ve hizmetçisine yaptığınız saray on üç yıl sürüyorsa sizin samimiyetinizi sorgulamaz mıyım ben?’
Bende ne aradığını geçen zaman zarfında anladım Tiryandafilya. İki yarım adamdan bir adam vücuda getiren bir akıl oyunu seninkisi. Tacından, tahtından geçtim, Belkıs’ın en iyiyi arayan merakı bile senin için çok lüks biliyor musun? Seni güçlü kollarıyla saracak bir erkeği ve sana methiyeler düzecek bir erkeği aynı bünyede buluşturamamak ne bedbahtlık senin için. Sonra, zoru gördüğün zaman, ‘giderim’ resti çekiyorsun küçük aklınla. Karşındakinin bu resti görmeyeceğinden nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Hayatında hiç poker oynamamışsın anladım, satrançta mı oynamadın ki, iki adım sonrasının hamlesini kestiremiyorsun sen.
Sana kızdım mı? Asla sana kızmadım ve dahi kızmam da. İşin garip tarafı hayatımda hiç satranç oynamamama rağmen şu anda durduğumuz yeri bir ay öncesinde en ince detayına rağmen sana tarif etmemdir. En pespaye tezgâhlarda müşterisini bekleyen bir maldı kalbim ve en kötü büyücü tarafından bedavaya satın alındı zavallı. Yalnızdım ve kimsesizdim onca kalabalıkta. Tutanın elinde kalacaktım ve sen benim üzerime abandın. Ben daha çok meraklısına bir kalbe sahiptim ve senin için bir tecessüs oldum ben her daim, hatırladın mı Tiryandafilya.
Ve sen beni asla aldatmadın, ben sana gönüllü aldandım Tiryandafilya. Öyle diyor Bahattin Karakoç: ‘İsmaili bir gönülle, teslim olmaktır bıçağa/ Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk’. Sen sadece ‘Ben sana aldanabilirim ama sen beni aldattın sanma’ diyen İsmet Özel’i haklı çıkardın o kadar.
Görüyorsun ya Tiryandafilya, Şairler de artık seni terk etti. Onların çok mu adil olduğunu sanıyordun sen küçük aklınla. Şairler, şiirlerini hıfz eden adamların yanında saf tutan kişilerdir. Senin ezberinde beni taltif edeceğin bir şiirin bile yoktu, hatırla Tiryandafilya. Onları, seni anlatmaya dilim dönmediği için buraya çağıran, lâl kesildikleri kalın kitaplardan azad eden ve yüzün suyun hürmetine sana kul, köle eden bendim Tiryandafilya. Yoksa her biri yaşarken lâyemut olmuş bu kudemanın ne işi vardı senin gibi hayatının baharında ölümü hak etmiş bir cesedin yanında. Her biri sana o ruhu üflemek için çok çalıştılar bu yoğun bakım zamanında ama sen tepkisizlikte bir taşı bile kendine hayran bırakacak bir granitten öte bir taştan öte değilsin Tiryandafilya.
Kalbini olur olmaz herkese açmandan dün de şekvacıydım, bu gün de şekvacıyım, bilesin. Senin kalbinin geçmişi bir sabahçı kahvesinden farksızdı. Sadece kalmak zorunda olanların, parası olmadığı için, kimsesi olmadığı için geceyi geçirmek zorunda oldukları için destursuz girip oturanların mabediydi kalbin. O kalbe cıvıl cıvıl bir hayatı zerk etmek için harcadığım çabanın ödülüydü belki de verdiğin o son veda busesi.
Ne kadar çok isterdim kendi kalbim için, ‘kadın eli değmemiş, sahibinden’ demeyi. Dost meclislerinde bahis açıldığında bülbül kesildiğim, iftihar vesilesi yaptığım tek konuyu da elimden aldın. Senden başka bir konum kalmadı artık.
Gecenin üçü, gözlerimin içi kaşınıyor ve ben sana inanılmaz aşığım…
… e-kitap okumak için…
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar
İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.
3 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Ara 20, 2012 | Reply
Gecenin üçü Tiryandafilya: http://t.co/O1Kkbixa
Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Ara 21, 2012 | Reply
Gecenin üçü Tiryandafilya: http://t.co/qBGUXM2o
Yazan:Cemile Bayraktar (@jamilabayraktar) Tarih: Ara 23, 2012 | Reply
Gecenin üçü Tiryandafilya: http://t.co/iIQt52T5