Yeni Dünya Düzensizliği / Tzvetan Todorov
By essenza on Oca 2, 2013 in Amerikan Saldırganlığı, Barış, Kitap Sohbeti, Uygar(?) Batı
“Adalet ancak hakikatten, mutluluk ancak adaletten doğabilir.”(Anatole France)
“Bir Avrupalı’nın bakışıyla” imzasını taşıyan kitap(1), Bulgar asıllı düşünürün analitik gücünü sade bir dille bütünleştirmiş. Önsöz değerli bir ismin; Harvard Üniversitesi’nden Stanley Hoffmann. Hoffman’ın tabiriyle: “az sayfada, o kadar çok bilgi”. Kalın kitaplara uzaktan bakanlar için ideal/tam 120 sayfa.
Kitapta eleştirel gücün hak babında yerini koruduğu kanaatindeyim. Misal, Ortadoğu’da işgallerin görünen/görünmeyen yüzü, BM’nin faaliyetlerinde görmezden gelme politikasının işlenmesi, ABD’nin demokrasi anlayışındaki tutarsızlıklar ve özerkleşmesini istediği düzene atıflar…
Todorov, “hiper güç” nitelemesinin karşısında “sakin güç” diye tanımladığı Avrupa’yı, “barışçıl birlik modeli” üzerine kurgulamış. ABD’nin karşısında, söz sahibi olabilmek ve yanlış yapılanmalara farklı bir duruş sergilemek için daha güçlü bir bütünselliğin, AB ile mümkün olabileceğini belirtmiş.
Terazinin kefelerinde katmerleşen “güç” ve arka raflara itilen “hukuk” bu bağlamda çelişkileri aktaran düşünceler… Sayfaları çevirdiğimde, üstünkörü bir geçişin temsili söz konusu olmamakla beraber, kelimelerin kodları çözülmekte ve sade bir güzergah izlenmekte.
“Herkesin gözünde erdem dili, kuvvet dilinden üstündür” diyen yazar, bu sözün nasıl kullanılabileceği üzerine cümleler aktarıyor. Asıl ideallerin çok tehlikeli retorik bir silah olduğunu belirtip, tutarlılığını devam ettiriyor. “Eğer bir politikanın ilkelerini tartışmak istiyorsak, yaldızlı kelimelerle formüle edilmiş ifadeler yerine hadiselerin adını tam koymamız ve gerçek hiyerarşiler kurmamız daha yerinde olacaktır” (s.26-27).
Peki, dayatmanın yanlış yol olduğunu vurgulayan Todorov, demokratik tutumun nasıl bir çerçeve çizmesi gerektiğini düşünüyor?
Yazar “Demokratik düşünce teolojik ve politik bütünlüğün hayata geçtiği ölçüde kabul edilir.” der ve düşüncesini beraber sorgulamamıza izin verir. Misal, “çeşitliliğin varoluşuna izin vereceği yerde bütünlüğü dayatmaktadır. Buna demokratik denilebilir mi?”. Buna dair bir söylev daha/belki de sarsıcı darbe: “Başkalarına özgürlük dayatıldığı zaman, onları hükümranlığı altına almak, köleleştirmek demektir; onlara eşitliği dayatmak ise, onları aşağılamak veya kendinden aşağı görmek demektir” (s.34).
Todorov, bireysellikten öte/herhangi bir kalıbın içine dahil olmayan, üst formda bakış açısıyla bir çok isme ve biz okuyucularına davetsiz giriş sunuyor. Ağırladığı isimlerden biri, Vasili Grossman. Rus yazar Grossman’ın “Hayat ve Kader” (Yaşam ve Yazgı) eserinden bir söz eklenmiş ki üstünde düşünülesi…“Her nerede iyi’nin şafağı sökerse, orada çocuklar ve yaşlılar ölür ve kan akar.” Alıntı şöyle sürer: “Öyleyse, neden iyiyi hala zorla dayatmaktan vazgeçmek gerekmektedir? Çünkü sonuç, sevinçten çok acı çektiren tehlikelerle doludur. Asil son iğrenç vasıtaları me¨sru kılmaz.” Ve bir nokta Todorov’dan ; “Hayran olunacak idealler insanoğlunun mutluluğunu sağlamaya yetmezler: Bu idealler geliştikçe çocuklar ölür, yaşlılar ölür ve hep kan akar.” (s.37)
Düşünce ikliminin en sert/donuk hali, tüm damarlarıyla hat üzerinde kurulu ve bu eksen savaşın en sıcak haliyle sembolize. Müzakere ışığında çözümler üretebilmek varken, alanı daraltanlara siyaset dersi : “Savaş bir başarısızlık itirafı olup bütün siyasi yollar tükenince kaba kuvvete başvurmaktan başka çaresi kalmamasının işaretidir. Silahlar konuşunca söz biter; oysa siyaset aslında bir söz söyleme işidir; görüşme yapma, uzlaşma arama ve mütekabiliyet sağlama işidir.” (s.62)
Resim: Güney Vietnam, “ABD bombalarından” kaçış (Sawada, K. 1965)
Her şey çok net/ göz var nizam var dedirten bir olaya-BM’nin sorgulandığı satırlara- katılmamak mümkün değil! O zaman gelin bu satırlara bakalım. “Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na verilmiş olan meşruiyet bir güç kamuflajıdır; çok da gerekli değildir. Uluslararası ilişkilerde çoğulcu ideale karşı sık sık hukuka ve kurallara saygı ve riayetin sadece zayıflara hatırlatıldığı söylenir. Şayet sadece kuvvetli olmak söz konusu olunca bu antlaşmaları umursamadan ihlal edip arzular tatmin edilebilirdi.” (s.65)
Hayat, yaptırımlarına nasıl bir konsensüs dahilinde ses veriyor. Sanki süreçte işlenenler, tek bir hikayenin kopyası gibi/bir klişeden ibaret. Uluslar arası yasalar-yönetmelikler-düzenlemeler kendine özgü bir tutuma gebeyse, bu kurumların aslında “işe yaramaz” olduğunu söylemek mümkün müdür? Todorov, bu duruma şöyle bakmakta; “Gerçeği yanlış bir biçimde arıyoruz. Hukukun güce hakim olması gerçek midir, yoksa şu an için çekici ama tercihlerimizi saptayabilecek olan bir kandırmaca mı? Uluslar arası meşruiyet ve dünya demokrasisi hukuki kurgulardan başka bir şey midir acaba?” (s.70).
BM Güvenlik Konseyi veto hakkını 5 daimi üyeyle sınırlıyor. “Bizler en iyiyi düşünürüz!” tekselliğine, yazar 73. sayfada “Güçlü bir devlet yanılır mı hiç?” tavrıyla yaklaşır.
Todorov, sayfaların bir kısmını da “sakin güç” adını verdiği AB’ye ayırmış. Gücün tek bir ülke babında işe yaramadığını/yaramayacağını, daha kapsamlı bir bütünleşmenin olması gerektiğini düşünen Todorov, Avrupa ordusunda olması gerekli özellikleri de sıralamış. Bu özellikler arasında BM’ye atfın yer aldığı madde şöyle: “Dünyanın herhangi bir yerinde dost bir hükümetin çağrısına cevap verebilecek acil askeri müdahale gücü oluşturmak veya soykırımı (Birleşmiş Milletler’inkinden daha hızlı müdahaleyle) önlemek”. Bu duruma ilişkin olması gereken notu ararken, yeni bir maddenin ardından ışığı gördüm. İşte sade/güzel bir, “bu arada” çıkışı; “Bu arada, süper güç emperyalist güç olma özelliklerine sahip olabilecek her türlü girişimden kaçınmalıdır.” (s.90).
Yazar, bir Avrupa modelinin nasıl olması gerektiğini açıklamalarıyla sıralamış. Detayları okuyucuya bırakırken, dilerseniz sıralama başlıklarına göz atalım. Akla uygunluk veya aklilik (rasyonalite), adalet, demokrasi, bireysel özgürlük, laiklik ve hoşgörü
Kitabın sonlarına yaklaşırken, Todorov kendi modeline uyarladığı birçok unsurdan bahsetmeye devam etmekte. Yalnız aklıma takılan bir şey var. Sayfalarda özgür bir tutumla beslenen düşünceler ve eleştirel çizginin yerinde olduğunu düşünüyor olmam, farklı bir pencereye yöneldi. Günümüz AB’nin sıraladığı tekerrürlerle baş başa kaldığımı hissettim. Nasıl mı? O zaman yolculuk, sayfa 115’e. “Avrupa Birliği’ni teşkil eden devletler benzer ölçüde kalmalıdırlar. İşte bu yüzden, siyasi rejimi ne olursa olsun ve diğer Avrupa ülkeleriyle olan kültürel sınırı ne olursa olsun Rusya asla Avrupa Birliği’nin üyesi olmayacaktır. Ülke çok büyük, nüfusu alabildiğine fazla ve kapsamı, bir istikrarsızlık unsuru doğurabilecek durumdadır. Aynı sebeple Kuzey Afrika ülkeleri de Birlik ülkesi olamayacaklardır.” Böyle bir sınırlamaya cevaben “tamam da onlar zaten Avrupa ülkesi değil” eleştirisini getirenlere, şu noktayı eklemeliyim. Todorov, Rusya için uygun görmediği durumu, daha küçük ülkeler olarak nitelediği Belarus ve Ukrayna için uygun görüyor. Ancak ekleme yapmayı ihmal etmiyor. “Fas veya Cezayir veya bir başka birinin birliğe alınması da mümkün gözükmemektedir.” İnsanın “ne yaptın Todorov” diyesi geliyor. Lakin yazar -klasik bir tavırla- yeni bir ekleme daha yapar. Mevcut ilişkilerin devamının sağlanması gerektiğini söyler.
Sonuç olarak yazar sorgulamaya tabii tuttuğu oluşumları, farklı kavramlar eşliğinde temellendiriyor. Genel olarak sistemin çarpık hallerine gönderme yaparak, belki de eğri düzenin aktığı okyanusa, bir damla da benden edasına “bir dakika, bu durum neye tekabül ediyor” dedirttiriyor! Zaman, “bir dakika” demenin çoğalmasını umduğumuz evreye dönüyor.
¹ Todorov, T. 2005. Yeni Dünya Düzensizliği, Çeviren: Dr. Ömer Faruk Turan, Babıali Kültür Yay. , 120s.
… E-Kitap okumak için…
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.