Evet Yoruyorsun Tiryandafilya…
By Efraim K on Oca 7, 2013 in Hayat, İnsan
Sana en son yazdığımda ellerinden ve onun güzelliğinden bahis açmıştım. Bunu yazmamdaki sebep, işin uzmanı olmam hasebiyle değildir; işin doğrusunu söylemek gerekirse durum biraz da Cemil Meriç’in ikrarı gibi. Hani diyor ya Üstat: ‘Mahkemede Marksist olduğumu haykırdığımda bir tane bile işçinin elini sıkmış değildim’. Pek bir fark yok aramızda kendisiyle aslında; ben de hayatımda bir eli ‘çirkin’ sıfatıyla anabilecek kadar sıkı kavradığımı hatırlamıyorum ya neyse. Daha da doğrusunu söylemek gerekirse ‘çirkin el nasıl olur’ hakkında en ufak bir bilgim bile yok. Ama nasıl bir insiyaktır bilmiyorum, senin ellerin çok güzel Tiryandafilya.
Sana sormuştum hani, hatırladın mı Tiryandafilya; ‘ellerinin güzelliğinden daha önce bahis açan var mı’ diye. ‘Var’ desen de, o elleri öveni bilmek istemem bugün bile. Bilemiyorum, belki de bir gün olur da sana dokunabilmek, elini tutabilmek, elin de dâhil olmak üzere ‘seni üzerime geçirebilmek’ hayali sebep oldu bu şekil bir haddi aşmama. Sen bunu da affet, ne olur kızma sakın bu şaşkına.
Sana olan aşkım daha ilk günden çok büyük, biliyorsun Tiryandafilya. Büyük ateşlerin küçük dağlarda yakılamayacağına olan inancımı bugün de koruyorum. Yaptığımın yanlış olduğunu elbet ben de biliyorum bilmesine ama nasıl bir gidiştir hala anlayamadım, girdiğim yolda akla ihtiyacım yok. Kendi geliştirdiğim, aforizmalara sığındığım anarşist ruhun da yerinde yeller esiyor artık. Uzun yıllar boyunca elde ettiğim, toplumda bana saygı vesilesi olan her şey çok ama çok uzakta artık. Bir savruluş, bir kopuş bu büyük oranda; öyle hissediyorum ki bütün bu fırtına dindiğinde elimde kalacak olan bir aşkın yekunu değil, dokuz sütuna manşet bir rezaletin hülasası olacak gibi.
Hz. Hamza’dan aşırdığım, yüz kızartıcı bir intihal vakasına imza attığım ‘gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam’ sözü ne kadar ağır bir lâfmış yeni yeni anlamaya başladım. Oysa ki ben daha basit cümlelerin adamıydım, biliyordum. ‘Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça…’ gerçeği üryan bir halde karşımda dururken cesaretime atıfta bulunmak, ancak ben gibi bir şaşkına yakışırdı. Çirkinliğimi, sempatik olduğum iddiasıyla kapatmaya çalıştığım günlerimi özlüyorum bazen. En azından bugünlerimden daha dürüsttüm; artık ahmaklığımı, cesur olduğum iddiasıyla savuşturmaya çalışıyorum ya kaderde bunları da görmek varmış.
İnanılmaz bir hızla düşman kazanıyorum. Aslında seni ele versem en azından insanların kafasında bir şeyler şekillenecek. ‘Personna no gratta’ olmak fikri insanı daha da bir güçlendiriyor. Düşünsene kalabalıkların içinde tek başınasın; daha doğrusu sen varsın ve kalabalıklar tek başına. Bu daha da güzel oldu değil mi. Kendime söylediğim yalanları haksız çıkaracak bütün deliller şerefsizdir nazarımda. ‘Gerçekleri duymak’ fikri bile beni ürkütüyor; gerçekler kötü hem de çok kötü. ‘hemen hemen imkânsız’ tamlamasını kullanmak bile büyük oranda ümit var etmekte beni. Bana yakışan tamlama çırılçıplak bir imkânsız.
Senin ellerinle mahdut bir hayal dünyam olmasının sebebi de budur işte. ‘O ellerle neler yapılmaz’ sorusu bir o kadar can yakıcı bir soru biliyorsun. Ama o ellerin bana ait olmadığı gerçeği de ne kadar acımasız durmakta bilemezsin. Acım çok büyük Tiryandafilya; sigara haricindeki tüm alışkanlıklarımı kökünden değiştiren sana karşı bu kadar açık düşeceğimi rüyamda görsem hayra yormazdım. ‘Acılarımız ve felaketlerimiz beşerileştiği ölçüde edebiyatın konusu olabilir’ diyor eskiler. İki yaralı kalpten tek bir kalp imal etmek fikrini hayata geçirebilmek kaç tane ölümlünün başına gelelebilir ki sorusu çok can alıcı Tiryandafilya. Tanış olduğum eskinin aşklarına baktığım zaman yoluna bu kadar engel çıkarılan, en baştan ahlaksızla derdest edilen bir büyük aşk bizimkisi. İsim koymakta zorlandığın kaç tane fiilin oldu senin, söyle bana Tiryandafilya.
Çeyrek yüzyılı silmekten bahsediyorum sana Tiryandafilya. Sana ait olsa bile eskiye ait hiçbir şey istemiyorum hayatımızda. Hitler belki de ‘hiçbir sistem kendinden öncekinin kalıntısına dahi tahammül edemez’ derken haklıydı. Yaşadıklarımızı anlattığın her kim olursa olsun muhatap olacağın en hafif sıfat ‘hain’ olacak. Hain, yani ihanet eden kişi; sen de bilirsin ki Tiryandafilya, içinde ihaneti barındıran bir aşk ilgi çekse de hain hiçbir zaman affedilmez. Hayatın boyunca özeleştiri vermek zorunda kalacağın insanların yanında, yörende olacağı düşüncesi iğrenç bir düşünce. Nerede kaldı senin o ellerinle müsavi sevdiğim, hayran kaldığım anarşist ruhun?
O ruhun senden gittiğini bir an için düşünsene Tiryandafilya; geriye ‘benden ne kalırın’ muhasebesini yaptın mı hiç? Nelere ağlayacağının, üzüleceğinin hesabını yaparken sana anlattığım hikâyeyi de unutma Tiryandafilya. Hani o kibirli, mağrur Pers kralıyla, mağlup Mısır Kralının sergüzeştinin anlatıldığı hikâyeyi.
Pers Kralı Mısır’ı almayı kafasına koymuştur; Kâhinlerini çağırır ve onlar da Zühre yıldızının kendi burcuna girdiğini ve zaferin yakın olduğunu söylerler. Zafer için her şey hazırdır artık ve kâhinlerin müjdelediği zafer de gelmekte gecikmez. Nil’in yanı başında kırk gün kırk gece süren savaşın sonunda Mısır düşer. Mısır’ı almak mağrur Pers Kralını tatmin etmez. Kibri, onu bambaşka bir intikamın peşinden sürükler. Acımasız Kral, Merkis Kalesinin yanına bir otağ kurdurur ve yanına da mağlup Mısır Kralını oturtur. Amacı bellidir; mağlup kralı daha da aşağılama istemektedir. Önce muzaffer Pers alayları geçer otağın önünden. Mağlup Kralın kılı bile kıpırdamaz. Daha sonra Mağlup Mısır Ordusu kahredici bir aşağılanma eşliğinde geçer otağın önünden; Mısır’ın mağlup Kralı soğukkanlılığını korumaktadır. Sonra karısı ve kızını geçirirler sürüye sürüye ve yine sakindir Kral. Veliaht Prensi yani biricik oğlunu da getirirler ve gözlerinin önünde ipe çekerler. O ana kadar kılı kıpırdamayan Mısır Kralı, son olarak hizmetçisi geldiği zaman ortalığı ayağa kaldırır, derbeder eder kendini. Pers Kralı bu duruma ilk önce anlam veremez; Bütün her şeyini kaybeden bir kral, neden basit bir hizmetçi için bu kadar feryat etmektedir.
Cevabı basittir aslında: Çünkü insan, ancak en değersizini kaybettiğinde her şeyi kaybettiğini anlar Tiryandafilya!
Gün gelip de düşmanlarımızın değil, dostlarımızın diline düştüğümüzde bu kadar güzel bir hikâyemiz olmayacağı gerçeğini yaz bir kenara Tiryandafilya. ‘Seni yoruyor muyum’ sorusuna her zaman yalan söyledim, özür dilerim. Beni yormuyorsun adeta perişan ediyorsun. Ellerimizden kayıp giden zamanı engellemek adına etrafımızdaki herkese haksızlık ediyoruz; tüm saçımızın telleri beyazlasa, belimiz bükülse ya da zihnimiz bulansa ve bir bunak olarak ölümü beklesek bunun açıklaması var, ya bir alçak olarak ölümü beklemek düşüncesi?
Bak Tiryandafilya, aklım erdiği günden bu yana yolda görsem selam vermediğim bir sürü kavramla –ki bunların arasında yalan, ihanet, alenen günah işlemek de dâhil- olan samimiyetim beni çok ama çok yoruyor. İsmimi yazıyorum, ismini yazıyorum sonra da bahse konu kavramları yazıyorum ve çıkan manzarayı seyretmeyi yüreğim değil midem bile kaldırmıyor.
Mevsimi geçtiği için değil, üzerine kırağı düştüğü için de değil, hele hele tadındaki mayhoşluğun damak tadıma hitap etmediği için hiç değil, ama ben artık seninle o ağacın altına da gitmek istemiyorum, kiren yemek de istemiyorum.
Ne olur aklına başka bir şey gelmesin…
… e-kitap okumak için…
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar
İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.