Ali Bulaç gibi düşünüyorum, fakat…
By Fatma Gökhan on Oca 17, 2013 in islamcilik
2011 seçimlerinde “Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyasını eleştiren Ali Bulaç’ı; kadınların iş istihdamına yönelik görüşleri haricinde, canı gönülden desteklemiştim. Bu desteğimin sonunda başörtülü arkadaşların eleştirilerine maruz kalsam da, seçim arifesinde oluşturulan bu talebin kimseye fayda getirmeyeceğini düşünüyordum, hala bunun doğruluğunu savunuyorum. 2013 yılına geldiğimizde yine Ali Bulaç gibi düşünüyorum ancak bir farkla; başörtülüler birçok alanda var olma mücadelesi vermeliler, artık bunun zamanı geldi de geçiyor. Benim itirazım başından beri bu hak mücadelesi için seçilen başlıktaydı. “Başörtülü aday yoksa oy da yok” şeklinde bir sözlü hareket kamuoyunda başörtülülerin sorunlarını algılatmaktan ziyade mevcut hükümete karşı oluşturulmuş bir oy vermeme kampanyası olarak karşılık buluyordu.
Bu sebepten başörtülülerin Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığı mağduriyeti, bu topluma anlatacak yeni bir başlık oluşturulmalı. Martin Luther King’in Amerikalı zencilerin yaşadığı acıları anlatmak için kaleme aldığı bir özgürlük manifestosu bu ülkenin zenci kadınları=başörtülüler için de yazılmalı.
Martin Luther King 1963 Ağustosunda Washington D. C. ‘de yaptığı konuşmasında umudu yitik zencileri şu sözlerle ayağa kaldırmıştı:
“I have a dream (Benim Bir Hayalim Var)
Bir Hayalim Var…
Bugün diyorum ki dostlarım, şu anın ve yarının getireceği güçlüklere ve engellemelere rağmen hala bir hayalim var benim. Amerikan Rüyası içinde derinden yer edinmiş bir hayal.
Bir hayalim var…
Gün gelecek bu ulus, ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak; ‘Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.’
Bir hayalim var…
Gün gelecek eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar.
Bir hayalim var…
Gün gelecek, adaletsizliğin ve eziyetin sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan Missisippi Eyaleti bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek.
Bir hayalim var: Gün gelecek dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar.
Bugün bir hayalim var! Bir rüyam var: Gün gelecek ahlaksızlık ırkçılarıyla, ‘müdahale etme’ ve ‘etkisiz hale getirme’ kelimelerini dilinden düşürmeyen valisiyle Alabama, işte tam orada Alabama’da, küçük siyah oğlanlar ve kızlar; küçük beyaz oğlanlar ve beyaz kızlarla el ele tutuşma şansına sahip olacaklar.
Bugün bir hayalim var! Bir hayalim var: Gün gelecek her vadi yüceltilecek, her tepe ve her dağ alçaltılacak, engebeli alanlar engebesiz hale getirilecek ve eğri büğrü bölümler dümdüz olacak; Tanrı’nın zaferi ortaya çıkacak ve bütün bedenler bunu birlikte izleyecekler.”
Martin Luther King zencilerin hakları için mücadele verirken 25 kez tutuklanıp, 4 kez suikasta uğramıştır. 1968’de bir motelde uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir.
Özgürlük mücadelesi veren insanların seçtikleri hayat şekli tehlikeli ve yorucudur. Ve Hak eninde sonunda tecelli eder. Bugün ABD’de zencilerin nüfus artış hızı, edindikleri mevkiler ve Obama’nın başkanlık koltuğuna tekrar oturması, bu tecellinin devamı niteliğindedir.
Tekrar başörtüsü konusuna dönecek olursak, “Başörtülü aday yoksa oy da yok” şeklinde bir slogan bir başörtülü olarak benim ve yaşı benden ileri olan başörtülülerin acılarını dillendiremiyor maalesef.
Oy vermemek ve temsil edilme hakkından vazgeçmek kördüğüm olmuş sorunları çözme yöntemi olamaz. 2011 yılında bazı başörtülü arkadaşlar, kastettikleri şeyin oy vermemek olmadığını, oy vereceklerini, amaçlarının farklı olduğunu anlatmaya çalıştılarsa da, seçilen slogan tam aksini iddia eder vaziyetteydi.
Ali Bulaç’ın kadınların çalışma hayatına atılması konusundaki fikirleri beni bir hayli şaşırtmıştı. Bu şaşkınlığım, onun yeni kaleme aldığı yazılarla artarak devam ediyor… Erkeklerin aile içinde cinnet geçirme mevzusunu nasıl olur da kadının çalışma hayatına atılmasına bağlar! Ali Bey bu soruna bakış açısını biraz genişletirse, cinnet geçiren erkeklerin kredi kartı borçlarını; ev, araba ve daha nice dünyalık gayrimenkule sahip olmak için gayri meşru yolları meşrulaştırmaya çalıştıklarını görecektir. Eş seçerken kadınların ve erkeklerin karşısındakinin ahlaki yapısından önce hesap cüzdanını sorguladığını ve son olarak bu cinnetin altından ahlaksız bir tüketim anlayışının çıktığını görecektir.
İnsanlık modern dünya ile tanışmadan önce de kadınlar çalışma hayatında aktifti. Kadının tek görevi ev ve çocuk değildi. Kapısının önündeki tarlayı eşiyle birlikte ekip biçiyor. Hayvanların beslenip sütünün sağılmasından, yağın, peynirin yapılmasından da kadın mesuldü. Kadın ürettiği kadar mutluydu. Çocuklarının önüne koyduğu sofrada kendi emeğinin de bulunması kadının öz güveninin bir parçasıydı. Zamanında bir başörtülü yazarın “Modern toplumda ev artık hayatın kıyısıdır” demesi bir hayli sert karşılık bulmuştu. Günümüzde, kapısının önünde tarlası olmayan, evinin yanında ağılı, hayvanları olmayan bir kadın üretim aşamasına nasıl dâhil olacak? Bu maksatla söylenen bir cümle ne yazık ki farklı taraflara çekilmişti.
Kadınlar çalışma hayatına dâhil edilmelidir. Erkeklerin içine düştüğü cinnet halini kadınların çalışma isteğine bağlamak kolaya kaçan bir bakış açısıdır. Bu toplumun kadınlarının geçmişini irdeleyin, binlerce hazin hikâye ile karşılaşacaksınız. Çok geriye gitmeden annelerinize veya anneannelerinize sorun, en insani hakları bile erkek egemen bir geleneğe veya yanlış dini yorumlara kurban gitti. Annelerimiz, babaannelerimiz evlenince aileleriyle görüşmek için bile kayınvalide, kayınpeder, eş hiyerarşisinden nasibini aldı. Evde, çocuklarının hatta anne ve babasının sorumluluğunu kadına yıkan, kazandığı üç beş kuruşun yorgunluğunu hanımının başına kakan erkek modellerini bu toplumun kadınları unutmadı… Bu sebepten doğurdukları kız çocuklarını can havli ile okutmaya çalışıyorlar…
Yıllarca kadını şahitlik, idarecilik yapma konusunda eksik akıllı, duygusal olarak yorumlayan bir bakış açısı artık kırılmalıdır. Modern dünyada kadını cisimleştirerek, “Güzelsin, vücudunla kendini ortaya koy” diyen bakış açısıyla “Güzelsin, fitnenin kaynağısın, eve dön” diyen bakış açısı aynı paralellikte ilerlemiştir bana göre. Kadınlar düşünebilen, liderlik yapabilen, gerektiğinde erkeklerden daha cesur bir irade ortaya koyabilen varlıklardır.
Son olarak, başörtülüler eğer kamusal alanda da varlık gösterecekse önce rehabilite edilmelidirler. Biz başörtülüler bu ülkede kendimizi bir milletvekili, bir hâkime, bir bakan, bir üst düzey yönetici olarak hayal etmeyi unuttuk! Akranlarımız sıralarında ders çalışırken, ideal mesleklerini hayal ederken, bizler hangi açık kapıdan, görünmeden, hakarete uğramadan, ikna odalarına düşmeden sınıflarımıza gidebiliriz diye düşünmenin gayreti içindeydik. Mahkeme binalarının önünden geçerken hukuk diplomamızı unuttuk, TBMM’nin önünden geçerken siyaset diplomamızı unuttuk, bizler öylece yürüyüp geçtik taş binaların önünden, o binaların kapıları bizler için hep kapalıydı. Şimdi içimizdeki bu burukluğu atmamız için çok güçlü bir manifesto gerek… I have a dream (Benim bir hayalim var) gibi…
… e-kitap okumak için…
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Oca 22, 2013 | Reply
Kuru kuruya kadınlar çalışmasın, evine dönsün çocuk baksın demesi kolay. Devlet gerçekten bu düşüncedeyse bunun da yolu kolay. Silah zoruyla kadınları çalışmaktan alıkoyamayacağına göre bunu para zoruyla yaparsın. Örneğin çalışmayıp da çocuk bakan kadına maaş bağlarsın. O da yaptığı işin karşılığını almış olur. Tabii bu durum adalete sığar mı onu bilemem.