Alternatif Bir Uğur Mumcu Yazısı
By İbrahim Becer on Oca 28, 2013 in atatürkçülük, CHP, Irkçılık, Kemalizmin Zararları, şiddet, Türk Solu
Uğur Mumcu’nun yazdığı son dönemler büyük oranda benim de en mümbit okuma evrelerime tesadüf etmekte. Kendisiyle tanışmam da, koltuğunun altına Cumhuriyet Gazetesi sıkıştırıp okula gelerek solculuk oynayan arkadaşlar vesilesiyle olmuştur. Kütüphanemde bulunan ‘Devrimci ve Demokrat’ adlı kitabını bulup bir daha göz gezdirdim ve aynı hisleri bugün de yaşadım; Uğur Mumcu’nun bende bıraktığı izlenim, Emin Çölaşan’ın bir tık üstüdür o kadar. Belki mesaisinin büyük bölümünü inananların aleyhinde harcamasındandır kendisine karşı bu mesafem, bilemiyorum. Belki de hata bizdeydi; çünkü bahse konu yıllar Beşiktaşlılığımızla paraleldi son kertede; hayata daha bir siyah-beyaz baktığımız yıllardı o yıllar.
O yılları idrak eden cümle yaşıtlarımız bilir ki o zamanlar Araf’ta kalmak, en azından Ahmet Kaya tarafından ‘oportünizme bulaşmış tipik bir orta yolcu olmak’ suçlamasıyla hüküm giymeye müsaviydi. Biz de en nihayetinde muhitinin bıçkın delikanlıları olan, Dilipakları, Bulaçları, Seyyid Kutupları, Necip Fazılları, Sadık Albayrakları hatmederek hayat mücadelesi vermeye çalışan ‘kargıdan tüfek, bamyadan fişek’ de olsak muarızlarımızın nazarında, bir taraftık kendi çapımızda. O yılları düşünüyorum da yaptığım en akıllıca iş, karşı mahallenin delikanlılarına da kulak kabartmak olmuş. Şu yazıyı yazdığım kütüphanemde bir göz gezdiriyorum da kimler yok ki; Abdi İpekçi, Server Tanilli, Şükran Kurdakul, Hikmet Çetinkaya vs. o günlerden okuyup da hala envanterimde sakladığım, dost diyemeyeceğim ama düşman demeye de dilimin varmadığı seviyeli beraberliklerim benim kendileri.
Uğur Mumcu hakkında yazmak yine de aklımda yoktu. Ta ki yaşını başını almış bir tayfanın yirminci ölüm yıldönümü için yürüdüğü haberini internetten okuyuncaya kadar. ADD ve CHP üyesi efradın, yürüyüşün sonunda ‘Ankara’nın taşına bak’ ve ‘Yiğidim aslanım burada yatıyor’ isimli şarkıları yirmi sene sonra bile kâğıda bakarak okumalarını biraz ayıplasam da bu tayfa için değişimin, kendini yenilemenin ‘kıyametin yakın alameti’ olacağına inancım pekişti.
Geçen yirmi sene boyunca düşünmeden, araştırmadan, boş da olsa bir komplo teorisi kurmadan yürüyen bir tayfa var bu ülkede. Bunu yaparken de çıkış noktası olarak kendilerine demokratlığı, Atatürkçülüğü, laikliği alıyorlar ki bunun meseleye ne faydası olduğu hala muammadır benim için. Bu tayfaya baktığım zaman benim aklıma hep aynı şey geliyor: Hani bazı roller vardır ve aynı aktörler onu yıllar yılı oynaya oynaya rol üzerine yapışır. Hulusi Kentmen’in babacan fabrikatör, Erol Taş’ın da kötü adam olması gibi yani büyük ölçüde. Meclisteki temsilcilerinin periyodik olarak faşist suçlamasıyla itham edildiği bu kitlenin vücuduna demokratlık ne ölçüde uyuyor bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var o da bu rolün hakkını yıllar yılı veremeseler de oynamaktan bıkmadıkları gerçeği.
‘Farkında olmak’ da en azından bir seviye yakalamak anlamına gelmekte; Etrafıma baktığım zaman gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da duymayan insanları görüyorum ve garipsiyorum. Eskiden suçu bizim mürteci tayfasında bulduklarından sebep bize çemkirirdiler. Artık takip etmiyorum, etmediğim gibi de önemsemiyorum da bu tayfayı.
Çünkü geçen zaman zarfında ne onlar böyle bir iddiayı ispatlayabildiler ne de bu konuda en ufak bir delile ulaşılabildi. Yürümek de düşünmeye ihtiyaç duyulmayan bir eylem olduğu müddetçe, benim ülkemin yolları, kaldırımları, o kaldırımlarda mukim dükkânları değişir ama bu körlük değişmez. Çünkü bahse konu tarifin tıpta tarifi yok; belki nörolojinin ihtisas sahasına giriyor bu kadar körü körüne inanmışlık, onu da bilemem. Ama hemfikir olduğum bir söz var, o da Ufuk Uras’ın meclis’te kendisine lâf atan CHP Milletvekillerine verdiği o muhteşem cevap: ‘Milli Eğitim Bakanlığı, müfredata mantık derslerini biraz fazla koysa böyle manzaralarla karşılaşmayız’ demişti kendileri.
Türkiye gibi İttihatçı damarın ayak takımına kadar sirayet ettiği bir ülkede, komplo teorilerine değer vermezseniz yirmi bin sene yürüseniz kunduracıları sevindirirsiniz o kadar. Akıllı uslu olmasından geçtim, en kof teori bile nazarında değerlidir bu fakirin. Benim teorim şu olmuştur bu menfur suikast neticesinde: ‘Sivas Katliamı da dâhil olmak üzere birçok önemli olay o birkaç senede cereyan etti. Sonra şehirlerdeki bu suikast eylemleri son buldu ve Güney doğuda benzeri bir dönem başladı. Bu iki olay yerindeki failler ayrı kaynaktan emir alıyorlarsa söylediklerimi unutun. Ama birileri şehirlerde olan bu suikastların faillerine yeni oyun alanları açarak, onları Güneydoğuya göndererek gözden kaçırmaya çalışmadıklarından nasıl emin olacağız?’
Hiram Abas’ı, Ahmet Cem Ersever’i okuyup anlamadan Türkiye’yi ve onun derin yapılanmasını anlamanız hemen hemen imkânsızdır. Bahsettiğim insanlar paranoyak derecesinde dikkatli ve çok iyi silah kullanan insanlar. Yakın mesafeden ateş edilerek öldürülebilen bu iki devlet görevlisiyle, silahsız bir gazeteciyi kıyaslamak mümkün mü sizce. Ha, kendinize güveniyorsanız, vaktiniz varsa bu araştırmayı Resneli Niyazilere, Yakup Cemillere kadar dayandırın diyeceğim ama gerçekten bana umut vermiyorsunuz. Haberin altındaki fotoğraflara bakıyorum ve başkan da dahil olmak üzere iki tane şarkıyı ezberden okuyamadığı için elindeki kağıttan sufle alan bir insanlar tayfası duruyor önümde. Konuşmacının ne söylediğini merak ettiğim için metni okuyorum ama o da ayrı bir hayal kırıklığı. Uğur Mumcu’nun bugünkü bürokrat yapıyı o günlerden gördüğünden dem vuruyor falan filan.
Bugünkü bürokrat yapının başındaki Başbakan ezberden onlarca şiir okuyabiliyor, bugünkü hukuki yapı rejim için tehlikeli gördüklerini mahkemelere çıkarabiliyor ama 1992 yılında Başbakan yardımcısı ve SHP Genel Başkanı olan Erdal İnönü neden Sivas Katliamını önleyemiyor? Bu soruları bilerek soruyorum ki canınız acısın ve okuyup anlamaya, düşünmeye çalışın biraz.
Ya da alın size bir komplo teorisi daha; ‘ Turgut Özal’ın 1989’da Cumhurbaşkanı olmasının akabinde DHKP-C’nin lider kadrosunu oluşturan Dursun Karataş, Bedri Yağan, İbrahim Erdoğan, Sinan Kukul, Şener Yıldırım cezaevinden bir şekilde kaçıyor ya da kaçırılıyor. Dursun Karataş 1995’de kanserden ölüyor, Bedri Yağan’sa Hanefi Avcı’nın yönettiği bir operasyonda öldürülüyor. Tüm siyasi cinayetlerin işlendiği tarih aralığı da aynı tarih aralığına isabet ediyor. Gariptir, Bedri Yağan’ın öldürülmesine karşı çıkan tek parti o günün SHP’si. ‘Devlet sol bir örgütü taşeron olarak kullanır mı’ diye soracaksınız. Peki, yakın zamandaki itirafçı- Jitem işbirliğine ne diyeceksiniz? Ya Devlet- Hizbullah aşkı gözünüzü biraz olsun açmaz mı?
Ya da Alevilerin evlerinin işaretlenmesi olayının arkasından yakalanan üç kişiden ikisinin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği üyesi, diğerinin de DHKP-C üyesi çıkmasına ne diyeceksiniz? Geçtim onu Paris’te öldürülen üç PKK’lının şüphelisi kim çıktı?
Bu teorilerin saçma olduğunu, boş olduğunu ya da aklınıza gelen her türlü sıfatı ekleyerek mantıksız olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat gün sonuna baktığınızda benim elimde kendi araştırmalarım neticesinde ulaştığım iki teori varken, sizlerin elinde yirmi yıl boyunca olağan şüpheli olarak gördüğünüz dindarlara karşı biriktirdiğiniz kin ve nefret tohumları var. Sizler kendinize o meş’um soruyu sormadan ben size sorayım: Yirmi yıl boyunca bu ülkenin inanan insanlarına birer suçlu muamelesi yapmanızın neticesinde elinize ne geçti?
Bakın, ben size yürümeyin demiyorum. İsterseniz koca bir günü Türkiye’nin bulvarlarında bir aşağı bir yukarı gezerek bitirin, umurumda değil. Ama artık beş dakika bir soluklanın ve okuyun, anlamaya çalışın. Bir konu hakkında bir fikriniz olsun ve körü körüne önyargılarla hareket etmeyin.
Osmanlıcanın gözünü seveyim; o kadar zengin bir dildir ki sayfalarca anlatacağın bir konuyu tek satırda anlatır geçer adama.
‘Galat-ı meşhur lugat-i fasihden evladır’ der Kudema. Yanisi şu ki sizin için yürümekten başka yol yok. İşin ‘düşünmek’ kısmı da biz gibi mürtecilere kaldı yine. ‘Mürtecisin be imam’ diye suçlanmasının akabinde ‘mürteciyim hamdolsun’ diyen Akif’e de selam olsun buradan.
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.
Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?
Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Oca 28, 2013 | Reply
Alternatif Bir Uğur Mumcu : http://t.co/bq48SZJo
Yazan:Fatih Öksüz Tarih: Oca 29, 2013 | Reply
Yine güzel bir yazı,eline sağlık.Kemalizm öyle bir hastalık ki,son 90 yıldır T.C milli eğitiminden şırınga edilmiş bir çeşit virüs gibi;neredeyse her Türkiyeli’nin vücudunda var.İnsanı en zayıf anında yakalar mazallah.