PKK: Çözüm İçin Bir Adım… Belki De Son Adım…
By Emre Paksoy on Oca 28, 2013 in Devlet Terörü, Kürtler, PKK, şiddet
İnişli çıkışlı bir seyir izleyen Kürt sorununda yeni bir sayfa daha açıldı… Öcalan ile görüşmelerin tekrardan başladığı ve yeni bir müzakere sürecinin yaşandığı artık herkes tarafından biliniyor. Her iki tarafın bu yeni süreci gizleme ihtiyacı hissetmediği de ortada.
Şu bir gerçek ki, artık Türkiye’de toplumun önemli bir kısmı Kürt sorununun öyle ya da böyle çözülmesini istiyor. Bu yüzden Öcalan ile görüşülmesi artık önemli bir kesim için mesele değil. Hatta şehit ailesi derneklerinden birisi sorunun çözülmesi için Öcalan’la bile görüşülmesine yeşil ışık yakıyor. Hülâsa, artık Türkiye bu konuda bir gönül ve fikir birliği sağlamış durumda.
O zaman yeniden başlatılan müzakere sürecine değinelim. Bu sürecin ne getirebileceği, muhtemel sonuçları ve geçmişten farkı hakkında birkaç kelam edelim.
İlk olarak, görüşmenin zamanlaması dikkat çekici. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler sonrası (ve hatta öncesinde de) bölgede sürekli söz sahibi olmak isteyen Türkiye, her seferinde içeride Kürt sorunu gerçeği ve PKK’nın eylemleri ile karşılaşıyordu. O zamanlardan beri dile getirilen içeride Kürt sorunu çözülmeden aktif bir dış politikanın topal kalacağı düşüncesi doğrulanmış oldu. Bu sebeple sorunun çözümü amacıyla yeni bir süreç başlatıldı.
Ancak diğer taraftan sürecin tam olarak yeni başladığı söylenemez. 2011 yılında yaşanan Silvan saldırısı sonrası devlet bir taraftan askeri operasyonlara ağırlık verirken, diğer taraftan sürecin bir anlamda öz eleştirisini yaptığı gözleniyor. Önceki süreçte daha ortada somut hiçbir şey yokken kamuoyunun beklentilere sokulması ve ardından yaşananlar toplumda bir hayal kırıklığı meydana getirdi. Herkes sorun bitecek derken örgütün eylemlerini arttırması ve Habur’da yaşananlar çözüm iradesinin bulunduğu noktadan daha da geriye gitmesine ve daha kanlı bir süreci yaşamamıza neden oldu. Yeni başlayan süreçte ise kimsenin beklentiye girmemesi söylenerek daha temkinli gidildiği görülüyor.
Ayrıca bu dönemde “demokratik açılım” çalışmalarında nerede hata yapıldığının sorgulanmış olduğu yönünde izlenimler var. Daha öncesinde bir taraftan Öcalan ile bir taraftan da Oslo’da örgütün üst düzey sorumluları ile görüşülürken, diğer taraftan Öcalan’ın avukatlar üzerinden terör örgütüne talimatlar gönderdiği ve eylemleri arttırdığı biliniyor. Eskiden bu şekilde bir sistemin işlerliğine müsaade edilmesi terör örgütü tarafından silahın masada bir koz olarak kullanılmasına neden olmuştu.
Diğer taraftan eski süreçte örgütün kırsaldaki ve şehirdeki yapılanmalarına yönelik operasyonlara ara verilmesi de terör örgütü için bir hayat öpücüğü oldu. O dönem için ortaya konan tezlerden birisi Öcalan’ın örgütle ilişkisinin kesilmesi ve operasyonların devam etmesi yönündeydi. Böylelikle terör örgütünün masaya silahı koymasının önüne geçilebilirdi.
İşte yeni süreçte bir yandan Öcalan ile görüşmeler devam ederken, diğer yandan terör örgütüne yönelik operasyonlar devam ediyor. Ayrıca Öcalan ile sadece müzakere sürecinde belirlenen “temsilciler”in görüşmesine izin verilerek bir anlamda kontrollü bir iletişim sistemi kurulması amaçlanıyor.
Görüşmelerin sadece Öcalan üzerinden yürütülmesinin de yeni sürecin farklı ve avantajlı bir yönü gibi görünüyor. Öcalan şuan ki durumda PKK terör örgütü ve tüm yapılanmaları için tartışmasız tek lider. Hatta kendisinin KCK yapılanmasında “önderlik” gibi tanımlama ile yapının en üstüne yerleştirilmesi kendisine “insanüstü” bir varlık olarak yaklaşıldığını gösteriyor. Zaten terör örgütü içerisinde de böyle bir algı halen mevcut.
Yeni süreç Öcalan’ın teoride ve şiddet ortamında böyle bir sıfata sahipken barış süreci içerisinde gerçekte böyle olup olmadığını bize gösterebilir. Şöyle ifade edelim… Eğer Öcalan “silahlar sınır dışına çıksın” ve sonrasında da “silahlar bırakılsın” derse örgüt bu kararı uygulamaya koyabilecek mi? Eğer uygulayabilirse, herkesin hemfikir olduğu üzere sorunun çözümü konusunda önemli bir adım atılmış olacak. Ancak örgüt bu kararı uygulamazsa Öcalan unsuru denklemde etkisiz eleman haline gelecek…
Bu noktada bir öngörüde bulunabiliriz. Eğer Öcalan devam eden süreçte örgütün kendisi tarafından alınan kararın uygulanmayacağını sezerse “devlet ve PKK beni kullanıyor” diyerek aradan çekilmeye çalışabilir. Böylece halen var olduğunu sandığı etkinliğini koruduğunu düşünebilir. Böyle bir durumda ne yazık ki tekrar başa dönmek zorunda kalırız.
Bununla beraber Öcalan “sayesinde” terör örgütü silah bırakırsa ve sadece siyasi alanda mücadele edeceğini ilan ederse, önümüzdeki süreç için Öcalan’ın siyasi bir sembol ve hatta bir aktör olarak göreceğimiz gerçeğini de kabul etmek zorundayız. Böyle bir durumda Öcalan’ın ev hapsi ve daha da ötesi gündeme gelebilir.
Ayrıca görüşmelerin anormal bir biçimde bu kadar aleni hale gelmesi de muhtemelen yeni süreçte uygulamaya konulan bir taktik. Daha öncesinde Oslo görüşmelerinin ortaya çıkması ve kamuoyunda oluşan tepkinin önüne geçmek adına bu sürecin “şeffaf” yürütülmesi düşünülüyor gibi. Diğer taraftan, yukarıda bahsettiğimiz Öcalan’ın kendisinin etkisiz kalma ihtimaliyle görüşmeleri sonlandırması durumunda, devlet elini güçlü tutmak amacıyla bu yolu tercih etmiş olabilir. Bir anlamda Kürtlere “ben elimden geleni yaptım” mesajını vermek istiyor olabilir.
Terör örgütünün Öcalan’ın talimatı ile silah bırakıp bırakmayacağı konusunda da ise konunun çok farklı yönleri mevcut. Uluslararası boyutunda PKK’nın silah bırakmamasını isteyen devletlerin olabileceği konusu artık herkesçe bilinmekte. Aynı zamanda terör örgütü içerisinde uluslararası ilişkilere sahip olan ve örgütü yönlendirme kapasitesine sahip olan isimler mevcut. Mesela Bahoz Erdal’ın Suriye ile olan ilişkisi, Duran Kalkan ve Cemil Bayık’ın hem İran, hem de İsrail ile ilişkisi, bahsettiğimiz denklemi daha da karmaşık bir hale getiriyor. Fransa’da 3 kadın teröristin öldürülmesi, Öcalan ile yapılan görüşmenin hemen ardından Hakkâri’de bir karakol baskını teşebbüsü bu karmaşık denklemin somut verileri olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle yeni süreç içerisinde, daha öncesinde de olduğu gibi, birçok provakatif eylem ile karşılaşmamız bizi şaşırtmayacaktır.
Diğer taraftan önümüzdeki süreçte terör örgütünün silah bırakması durumunda daha küçük ama daha vahşi ve eylemselliği yüksek terör örgütleri ile karşılaşmamız da mümkün. Ki dünyada bunun örnekleri mevcut. Mesela İngiltere’de IRA’nın silah bırakmasının ardından IRA’dan kopan şiddet yanlıları Real IRA isimli bir terör örgütü kurarak eylemlerini sürdürdüler. Hatta barış sürecinin nihayete erdiği “Hayırlı Cuma Anlaşması (Good Friday Agreement)”nın hemen ardından Omagh şehrinde patlatılan bir bomba neticesinde birçok insan hayatını kaybetti. Bu yüzden yukarıda farklı devletlerle ilişkisi olan örgüt mensuplarını da dikkate aldığımızda böyle bir ihtimalin varlığını her zaman göz önünde bulundurmak gerek.
Ekonomik yönden baktığımızda da PKK sadece bir terör örgütü değil. Aynı zamanda ekonomik bir güç. Sınırdaki kaçakçılık ticareti, Diyarbakır kırsalındaki esrar ekimi, İran üzerinden getirilen eroin, silah ticareti, hatta koruculuk sistemi ve buna benzer birçok “kalem”, PKK’nın artık sadece bir terör örgütü olmadığının önemli göstergeleri. Bu yüzden PKK’nın silah bırakması milyar dolarlarla ifade edilen bu “piyasada” büyük bir “ekonomik kriz”in meydana gelmesine neden olabilir.
Bir diğer önemli unsur ise psikolojik. Teröristlerin normal bir insanın kolay kolay yapamayacağı vahşi bir terör eylemini gerçekleştirebilmesinin önemli nedenlerinden birisinin de psikolojik unsurlar olduğu kabul edilir. Bu durum psikolojide “bölünme” kavramı ile açıklanır. Buna göre bölünme, bir yandan normal bir insanmış gibi hareket edip, toplumun içerisinde varlığını sürdürürken aynı zamanda bahsettiğimiz eylemleri de gerçekleştirebilecek derecede vahşi bir “yaratığa” dönüşebilmesini ifade eder. Ancak bu insanlar, her ne kadar normal bir insan gibi şefkat ve merhamet duygularına sahip olsalar da, bu duyguları kendileri ile aynı aidiyet (etnisite, din) ya da aynı ideolojiye sahip diğer insanlara yönelik beslerler. Bu yüzden yaptıkları değerlendirmeler ve çözümlemeler bu kadar siyah ve beyaz ayrımına sahiptir. Tamamen kendileri ve diğerleri ayrımına göre düşünürler.
Bu nedenle teröristin varlığını sürdürebilmesi yaşadığı “bölünmüşlüğün” varlığı ve bunun mümkün olabileceği kaos ve terör ortamı ile mümkündür. Diğer bir ifadeyle sürekli bir siyah ve beyaz ya da kendileri ve diğerleri ayrımının olması gerekir. Bu yüzden yaşanacak bir “barış süreci” aslında terör zihniyetine sahip bir kişi ya da güruh için “barış tehdidi” olarak görülebilir. Böyle durumlarda terör grupları süreci baltalamak için kabul edilmesi zor, müzakereyi boşa düşürecek ve kışkırtıcı taleplerde bulunabilirler.
İşte önümüzdeki süreçte karşılaşabileceğiz ihtimallerden birisi de bu. Ki bunun ilk örneğini DTK Eş Başkanı Aysel TUĞLUK’un daha öncesinde “muhatabın sadece Öcalan” olduğunu söylerken, şimdi ise “Kandil’in de muhatap alınması gerektiğini” söylemesi ile bir nebze gördük…
Şimdi yapılan bu psikolojik çıkarımlar ne ifade ediyor?.. Aslında tüm bu söylediklerimizle dağdaki yaklaşık 5000 kişinin bu şekilde düşündüğünü söylemek çok iddialı olur. Duyduğumuza göre, dağdakilerin çoğu da dağdan inmeyi ve bir barış sürecinin gerçekleşmesini dört gözle bekliyor. Çünkü dağda örgüt mensuplarının ancak ortalama 3 yıl kaldığını, sonrasında ya teslim olduğunu ya da öldüğünü göz önüne alırsak bu durum daha iyi anlaşılır.
Ancak bu tespitler özellikle örgütün yönetim kadrosunu oluşturan kesimler için geçerlilik ifade etmekte. Uzun süredir dağda kalmalarını ve ellerinde otoritenin, silahın sağladığı gücü düşündüğünüzde bu daha iyi anlaşılır… Eylem talimatı vermeleri ve yıllardır yaşanan ideolojik yönlendirmelerin de etkisiyle bu bölünmüşlüğü daha çok yaşamaktalar. Yaşamaktan ziyade diğer yönüyle bu durumu da kabullenmek zorundalar. Düşünün, barış gerçekleşse ve terör örgütü silah bıraksa Bahoz Erdal artık ne yapacak, ne değeri olacak?..
Kısaca bir durum tespiti yaparsak…
Bizim bahsettiğimiz “barış” ile karşı tarafın algıladığı “barış” aynı olmayabilir…
Ve yine bu süreçten canı yanan, zarar görenler kadar nemalanan ve gücü elinde tutanlar da var…
Ve yine muhatap olarak karşımızda olanlar/olacaklar normal bir insan psikolojisine sahip olmama ihtimali yüksek…
Sonuç yerine bir örnekle nokta koyalım…
Bir maratoncu düşünün… Kendisine yarışın bitmesine az bir zaman kala bitiş noktasının bir o kadar daha uzatıldığı söylense ne yapardı?.. Sizce yarışı bitirecek gücü olsa bile devam edebilir mi?.. Yoksa olduğu yere yığılır kalır mı?…
Kürt sorunu konusunda da benzer bir durumu yaşıyoruz… Sorunun bitmesine inandığımız her an tekrar başa dönersek, artık bu sorunun çözümü konusunda da ümidimizi kaybedebiliriz… Bu yüzden yeni başlayan süreç bu sorunun çözümü konusunda önemli ve belki de son bir şans…
Her seferinde sorunun çözüleceği beklentisinin başarısızlıkla sonuçlanması ne yazık ki toplumun her kesiminde artık Kürt sorunun “çözülemez bir sorun” olarak algılanmasına ve umudunu kaybetmesine neden olabilir… Bu yüzden sürecin devlet tarafından kararlılıkla ve profesyonelce yürütülmesi gerek. Aynı şekilde toplumun tüm kesimleri de sorunun çözümü adına kararlılığını sürdürmeli…
… Bu konuda e-kitap…
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)
Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
1 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Oca 28, 2013 | Reply
PKK: Çözüm İçin Bir Adım… Belki De Son Adım…: http://t.co/vFpkYqTL