RSS Feed for This Post

YAKINDA: Ölüm’ün Evi


photographer Markus Henttonen www.markushenttonen.com 041-52 53854 “…ölülerin içinde yaşıyorum; ve tabi sevilen bir insanı aniden kaybetmekle başlayan duygu fırtınalarının: İsyan, pişmanlıklar, suçluluk duygusu, nefret, umutsuzluk… Ölen yakınlarını görmeye gelenler için bu şok buluşma aynı zamanda benzersiz bir tecrübe: Kâh kesif bir tefekkür anı oluyor kâh yoğun bir ızdırap … Arkadaşlarımın gözünde ölülerin doktoruyum. Ama aynı zamanda yaşayanların da doktoruyum, Ölüm ile ilk kez karşılaşan insanların. ” 

Evet, modern kent yaşamı ölüleri ve ölümleri halledilmesi gereken bir sorunmuş gibi göz önünden uzaklaştırdı. Devlet dairelerinde pasaport, ikâmetgâh gibi sıradanlaşan, prosedürleşen birer “masa” artık doğum  ve ölüm. Sertifikalaşan, seri numaralaşan Ölüm’ü düşünmek ne zor! Ulus-devlet tıpkı kapitalist şirketler gibi herşeye istatistik penceresinden bakıyor. Hani diyorlar ya “insan kaynakları” diye. Hatıralar ve cesetler de acilen derine gömülmesi (=unutulması) gereken nükleer atıklar gibi.

Endüstrileşmek, sıradanlaşmak, anonimleşmek… […]  Ölüm’ü düşünmeyen insanlar topluluğu kendine haz verecek her şeyi hemen istiyor. Açgözlülük ve acelecilik zannediyorum bu yüzden bir ideoloji haline geldi. Totaliter rejimlerde Stalin’i, Atatürk’ü ya da Hitler’i sevmek mecburiyeti vardı. Bugün dünyayı sevmek ve Ölüm’ü unutmak mecburiyeti var, totaliter propaganda öyle istiyor: “Siz özelsiniz, siz daha iyisine layıksınız! Hemen alın sonra ödeyin, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayın, varlığınız armağan olsun Ekonomik varlıklara!”

[…] Fakat Ölüm ile sağlıklı bir ilişki kuramıyorsak bütün suç modernitenin değil tabi. Lisan da buna engel olabiliyor. Konuşurken ve yazarken ölüm sebebi olan olay ile Ölüm’ün yaşanmasını  yani gerçekten ölmeyi birbirine karıştırıyoruz: “Babamın ölümünden sonra çok sıkıntı çektik” diyen birine bakın meselâ. Biyolojik hayatın bitmesine sebep olan trafik kazası ya da kalp krizi gibi anlık, noktasal bir olay ile Ölüm sürecini bir tutuyor. Oysa doğduğumuz andan itibaren başlayan yaşam süresi aynı zamanda ölme sürecimiz değil mi? Her gün batışı kum saatimize düşen ve geri getiremeyeceğimiz kumlara tekabül etmiyor mu? Jack Kerouac’ın dediği gibi:

“… Ruhumu takdis edin, ölüm konuşulmaya değer tek mevzudur. Zira orası vehimin ve hataların bittiği yerdir. Ölüm adına ‘hayat’ dediğimiz madalyonun öteki yüzüdür …” (Visions de Gérard, 1972)

… Bu konuda okumak için…

 

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz. 

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câzMesnevîMakasıt-ül Felasife Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Güncel Haberler (@guncelhaberler) Tarih: Şub 3, 2013 | Reply

    YAKINDA: Ölüm’ün Evi: http://t.co/lD1vAtba

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin