Sur l’Eau (Suyun Üstünde) / Guy de Maupassant
By Şivan Taşkıran on Mar 8, 2013 in Boşluk, Kitap Alıntısı, Ölüm, Yokluk, Zaman Nedir?
“…Birden sandalıma bir şey “tak” diye vurdu. Yerimden sıçradım. Soğuk terler döktüm başımdan ayaklarıma kadar. Herhalde bir tahta parçası olmalıydı ama bana yetmişti. Bedenimi garip bir korku kaplamıştı. Çıpayı çekmek istedim, gelmedi. Bitkin bir şekilde yerime çöktüm.
Suyun yüzeyini beyaz, kalın bir sis kaplamıştı. Öyle ki ayağa kalktığımda ne ayaklarımı ne de kayığımı görüyordum. […] Aklıma korkunç şeyler gelmeye başladı. Kayığa birileri çıkabilirdi meselâ. Sislerle örtülü bu nehrin sularında hatta etrafımda yüzen bir sürü garip yaratık olmalıydı. Gerilmiştim. Kalbim beni boğacak gibi atıyordu. […] Suya atlayıp yüzerek uzaklaşmayı düşündüm. Ama aynı anda bu fikir beni korkudan titretti. Kendimi bu siyah suyun içinde kamışlarla, yosunlarla boğuşurken gördüm.[…] Aklımı toplamaya çalışıyordum. Kararlı ve cesur bir “ben” vardı içimde. Neden korkuyordum ki? İçimde biri isteyen öteki direnen bu iki varlığı ilk defa bu kadar net hissediyordum..”.
… Bu konuda okumak için…
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.