Eleştiri Kuramlarına Bir Bakış
By Abdulkadir Hacıaraboğlu on Mar 26, 2013 in Düşünce, edebiyat, Kitap Sohbeti
Dilde yapılan değişikliklerin görünüşteki kadar masum olmadıkları bir gerçek. Ki bu değişiklikler salt uluslaşma süreci içerisinde bir nokta olarak okunursa gerçek mahiyetlerinden bağımsız olarak değerlendirilecek ve öze ilişkin bir kavrayışın önüne geçeceklerdir. Çünkü değişen sadece harfler, sözcükler ya da ifade kalıpları değildir; değişen, bir toplumun düşünce sistematiği olarak dil ve hayatı bütün olarak kavrama biçimidir. Düşüncenin dil ile olması, düşünülenin dil ile ortaya konulması değil sadece, yaşanılan hayata ve onda kayıt altına alınan her şeye anlamın yüklenmesi de dilin insan için varoluşsal kıymetini göstermektedir. Nitekim dil olmasa insan bir zihniyet geliştiremeyecek ve tabiatı olduğu gibi, salt nesnellik ile görüp kendisi, diğer insanlar ve tüm canlı cansız varlıklarla kâinatı mesaj içermeyen boş bir levha gibi görecekti.
Dilin bir işlevi, zihnî yapının oluşumu olduğu gibi bunun yansımasını da sunmasıdır. Sadece ferdî değil, toplumsal olarak da hayatın anlamlandırılmasına dair izler barındırır. Bu yönden Osmanlıca içerisindeki kelime ve terimlerin cumhuriyet döneminde karşılığı olsun diye türetilenlerle arasında Arapça-Farsça ile Türkçenin bir karşıtlığı olmasından ziyade toplumsal organizasyonlar arası bir çatışma vardır. En basit örneklerle ifade edersek “millet” kavramına yüklenen anlamın kaymasında açıkça görülen bu karşıtlık, geleneksel toplum biçiminin kalıntıları üzerine inşâ edilen modern yapıların açık bir paradigma değişikliğinden hareket ettiklerini görebilmemizi sağlar. Sadece devlet idaresi ya da toplumsal yapılanma değişimi değil, değer üretici dinden dış kaynaklı değerleri aşılama yolunun tercihine, üretim rejiminden sosyal hayatın düzenlenmesine kadar dünyaya ve içindekilere atfedilen değerlerin tamamında köklü bir değişim öngörülmüştür. Elbette ki bu radikalizmden her şey kadar düşünce ve sanat da etkilenmiş ve kültür hayatı da dile yansıyan zihniyet değişimine maruz kalarak yeniden biçimlenmiştir.
Batı’da sanatın anlamına ilişkin bir diyalektik arayış ile ortaya çıkan eleştiri kurumu da kültür hayatımız içinde bu değişimin bir gereği olarak yer bulmuştur denilebilir. Özet bir biçimde “Yapıt ve yazarları incelemek, onları aydınlatmak, açıklamak, değerlendirmek” (Carloni ve Filloux,1984:IX) olarak tanımlanabilecek olan eleştiri, Avrupa’dan yazımıza aktarılan diğer türler gibi tam olarak bir karşılık bulamamıştır. Bu dâhil olma meselesi doğal olarak sadece bir türün aktarımı değil, aynı zamanda ona ait kuramların, yöntemlerin ve biçimlerin de aktarılmasını içermiştir.
Devellioğlu’nun Lûgat’inden öğrendiğimize göre tenkid, nakd (para) kökünden gelmektedir. Doğru kullanımı olan intikad “kalp parayı gerçeğinden ayırma” işidir ki Fransızcadan dilimize giren kritik (critique), bu ayırma işi ile tanımlanır. Eleştiri, yukarıdaki tanımlamadan da anlaşılacağı üzere bir eser ya da düşüncenin belirli kriterlere, esaslara göre incelenmesi ve değerlendirilmesidir. Eleştirmenin yöntemine ve eleştiriye yüklediği anlama göre de eserin edebî biçimi, yazınsal tür içindeki yeri, sosyolojik ya da tarihsel durumu gibi esere ait bir takım değerleri öne çıkarır, tartışır ve kıymetlendirir.
Edebî bir tür mü yoksa edebiyata dışarıdan ve mesafeli bakan bir inceleme tarzı mı olduğuna dair farklı görüşler bulunsa da sağlam ve tutarlı bir eleştirinin bakış açısını ve yöntemini belirleyen bir kurama dayanması gerektiği muhakkaktır. Sanatın, özeldeyse edebiyatın ne olduğuna dair bir fikrî taban olmaksızın bir eserin eleştirisi yapılamaz. Bu yapılmadığı takdirde eleştiri yüzeysel bir tahlil veya deneme olmaktan ileri gidemeyecek ve esere herhangi bir değer katmayacaktır. Bu sebeple eleştiricinin yöntemi, bir edebiyat kuramına bağlı olarak ortaya çıkacaktır. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri kitabında bu çerçevede eski Yunan’dan başlayarak sanat ve edebiyatın ne olduğu üstüne geliştirilmiş Batılı teorilerle, bu teorilerin bakış açısına göre eserin kritik edilmesi olarak eleştiri yöntemlerini incelerken temel olarak dört kısma ayırır konuyu: Yansıtma kuramları ve ona bağlı dış dünyaya dönük eleştiri, anlatımcılık ve sanatçıya dönük eleştiri, biçimci, yapısalcı kuramlar ve esere dönük eleştiri, okur merkezli kuramlar ve okura dönük eleştiri.
1. Yansıtma Kuramları ve Eleştiri
Bir sanat eserinin ait olduğu gerçeklik düzlemini yansıttığından hareket eden yansıtma kuramları Platon’un hocası Sokrat’tan öğrendikleriyle ortaya çıkmıştır. Platon sanatı kendi felsefesinin içinde anlamlandırır ve ona bilgi ve ahlak yönlerinden bakar. Sanatın bilgiyle ilişkisi yönünden Batı felsefesi üzerinde aşikâr bir tesiri vardır Platon’un. Onun gerçek bilgiyi ideaların bilgisi olarak görmesi ve bu dünyaya ait her şey gibi bilgiyi de sadece ideaların yansıması olarak kabul edişi, sanatın verdiği bilgiyi önemsememesine sebep olur. Platon için sanat, ideaların kopyasını ihtiva eden bu dünyanın yansıtılmasıdır ki bu da onu kopyanın kopyası olarak nitelemeye yeter. Sanatçı da bir tür bilgi aktarıcısıdır. Ne ki bu bilgi, felsefe gibi yüksek bir bilgi değildir. Kaynağı hakikat olsa da düşüktür. Filozoflar gerçek bilgi olan ideaların bilgisine sahipken zanaatkârlar da bu dünyanın bilgisine sahiptir. Sanatçı, zanaatkârdan ayrı olarak gerçek bir bilgiye de sahip değildir. Çünkü sanatçı ya tanrının yarattığı kopyaları ya da diğer insanların ve zanaatkârların ürettiği kopyaları kopyalamaktan öteye gidemez. Sahip olduğu bilgi duydukları ve gördükleridir ki bu da sanatçıyı hakikate ilişkin olarak yetkisiz kılmaktadır. Yani bilmediği konularda ahkâm kesen birisidir. Bununla birlikte Platon, idealist felsefesi dâhilinde inşâ ettiği ideal devlet anlayışında sanatçıyı bu yüzden denetim altına almak, gerçeğe dair öğretici olmayan bilgisini yaymasını yasaklamak düşüncesindedir. Toplum için yanıltıcı olacak olan bilgi ahlak için de zararlı olacaktır.
Buradan hareketle Platon’un kavrayışında sanatın, bilgiyi aktaran ve toplum ahlakı üzerinde etki eden bir müessese şeklinde işlevselleştirildiği söylenebilecektir. Sanatsal üretimi belirli bir işlev içinde ve değere bağlı olarak ele alan bu bakışın eleştirisi de bu yöndedir. Yansıtmacı kuram içerisinde eser, işlevsel ve değerlerle ilişkili olarak ele alınmaktadır. Modern zamanlarda tam aksi istikamette bir felsefenin mahsulü olan Marksist eleştirinin materyalist yapılanışında aynı sav yeniden inşâ edilir. Ne var ki Marksist eleştirinin temellendiği gerçekçilik anlayışı, Platoncu yorumun idealize edilmiş gerçekliği yerine, içinde yanlışlıkları, çirkinlikleri de barındıran alelade gerçekliği öne alır. Sanat bu yorumda da hala bir aynadır: Gözlem sahibi olan sanatçı, dış dünyayı her yönüyle yansıtma gayretindedir. Marksist estetik, bunu biraz incelterek gerçekliğin toplumcu bir biçimde işlenmesi üstünde durmaktadır.
Yansıtmacı kurama bağlı olarak gelişen farklı eleştiri yöntemlerinin hepsi, edebî/sanatsal eserin mevcudiyeti aktardığı yahut gerçekliğe bağlı bir düzlemde ortaya çıktığı esasına dayanırlar. Buna göre de sanattan edinilecek olan bilginin ve sanat ile tahakkuk edecek olan ahlakın türü ve etkisi eleştiride önemli bir kıstas meydana getirmektedir. Bu yönden yansıtmacı eleştirel bakış; bilginin mahiyeti ve gerçekliğin nedenselliğine dair öğeleriyle meşguldür. Genel anlamıyla sanat eserinde sunulan gerçeğin tutarlı olup olmadığı, bir fayda tesis edip etmediği gibi konuları ele alır. Yansıtmacı bir eleştirel yaklaşım güzelliği biçimsel bir değer olarak ele almakla birlikte eserin bütünü açısından işlevsellik temelinde tenkide başvurarak, eseri sosyal ve tarihsel geçerliliğine göre anlamlandırmaktadır.
Bu noktada tarihsel eleştirinin de burada zikredilmesinde fayda var: Bir eserin estetik değerinin belirlenmesinde, eserin oluşturulduğu tarihsel koşullar içinde ele alınmasından hareket eden tarihsel eleştiri, sanatın zaman karşısında bağımsız olarak irdelenebilme imkânını sorgular. Bunun yöntemiyse öncelikle eserin kendi tarihsel durumuna ait analizin gerçekleştirilmesi, müteakiben kendi çağına ait bu eserin, o çağdaki estetik değerini halen daha sürdürüp sürdürmediğinin tespit edilmesidir. Tarihsel eleştirinin bu yönden tarihsel bilgi birikimi yanı sıra, dönemsel olarak belirebilen zihniyet taramasına ve dünya görüşlerine hâkim olmayı gerektirdiği açıktır.
Yansımacı eleştiri için bir diğer yöntem de sosyolojik eleştiridir. Bu eleştirinin güç kazanması, sosyolojinin bir disiplin olarak ortaya çıktığı XIX. asra tekabül etmektedir. Yöntemi ilk olarak geliştirip kullanan Taine, toplumsal olayların da biyolojik ve fiziksel olaylar gibi doğa yasalarına benzer bir takım yasalara bağlı olduğu fikrinden hareket eden Comte düşüncesine paralel bir gerekirci açıklamaya başvurdu.
Tarihsel felsefe ile beraber sosyolojik olanı da materyalist bir perspektifle inceleyen Marksist ideolojiden ilhamla da Marksist eleştiri kurulmuştur. İlhamla diyoruz çünkü Marx ya da Engels edebiyat eleştirisi yazmışlarsa da doğrudan bir eleştiri kuramı inşâ etmemişlerdir. Marksist felsefenin temelini oluşturan diyalektik materyalizme bağlı kalarak Marksist eleştiri, tarihsel ve sosyal sorunu normatif olarak incelediği gibi estetiği de yine aynı perspektif içinde çatışma kuramı dolayımından ele alır: Sanatın ve tüm nitelikleriyle sanat ürünlerinin, iktisadî altyapı ve sınıf çatışmalarıyla ilişkilerini tespit ederek bunların nedenlerini merkezine alır.
2. Anlatımcı Kuramlar ve Sanatçıya Dönük Eleştiri
Yansıtmacı kuramın, sanatı dünyayı yansıtan bir ayna saymasının aksine romantizm, izlenimcilik gibi akımların toplanabileceği anlatımcılıkta sanat, sanatkârın duygularının ifadesi olmaktan ibarettir.
Anlatımcı sanatın ihtiyaç duyduğu bireyci perspektifin dışavurumuna imkân sağlayan modern felsefe ve Rönesans’ın etkisiyle liberal değerlerin yükselmesi, sanatı birey odaklı/bireyden hareket ederek anlamlandırmanın yolunu açmıştır. İlk olarak romantizmle ortaya çıkışı anlatımcılığın, bireyleşmeyi duygusal yapı ile tanımlamasının, yani hakikat ya da bilgi gibi zihnin düşünsel arayışları dışına çıkılması demekti. Anlatımcı sanat, gerçeklik diyebileceğimiz dış dünyaya uzanabilirse de bunu yaparken eseri alılmayanlara verdiği gerçekliğin özü ya da teferruatı değil, sanatçının üzerinde yarattığı tesirden arta kalanlardır. Böyle bir yöntem de doğal olarak sanatçıyı, sanatın önüne geçirmekte ve onun özne duyumsayışı eseri anlamlı kılmaktadır. Bu anlamın konumu, yani sanatçının sunduğu değerin kim tarafından anlamlandırılacağı meselesi, anlatımcılığın iki farklı türünü var eder: Romantik akım, anlamı sanatçıya mahsus bir öğe olarak ele alırken anlatımcılığın bir aktarım olduğu görüşü, anlamı da alılmayan kişiye bırakır.
Anlatımcı eleştiri de doğal olarak sanatçı odaklıdır: Sanatın özü yaratma eylemidir ve yaratma da duyguların anlatımı (ifadesi)dir. (s.104) Burada anlatım ile adlandırma farklılığı üstünde duran romantikler anlatımı, duygunun adını verip betimlemekten farklı olarak bireyselleştirilerek somutlaştırılması olarak tanımlarlar. Sanatçı kendi duygusunu dile getirdiği, samimi olduğu ölçüde başarılı sayılacaktır. Çünkü anlatımcı eleştiri, sanatçının kişiliği ve psikolojik durumuyla alâkalı bir takım sonuçlara ulaşarak eseri kıymetlendirmekten yanadır.
Anlatımcılığı aktarım olarak ele alan Tolstoy ise, sanatı sanatçının öznelliğinden uzaklaştırarak ona ulaşanları da dâhil ettiği bir nesnelliği amaçlar. Romantikler gibi sanatın duygunun ifadesi olduğunu düşünen Tolstoy, duygunun aktarılabilmesi ve alımlayanda da aynı duyguların uyandırılması kıstasına başvurur. Bu, aynı zamanda sanatın duygular yoluyla ahlaki bir vasıtaya indirgenmesi anlamına da gelmektedir. Ancak bu basitleştirme anlamına gelmemiş olduğundandır ki Tolstoy sert bir eleştirmen olarak belirir: Kendine ait eserlerin çoğu olmak üzere birçok meşhur ismi kötü sanat yapmakla itham eder. Michelangelo, Monet, Renoir, Dante, Shakespeare, Goethe, Puşkin sadece bunlardan bir kaçıdır. İyi sanatçı olaraksa dinsel duygularını beğendiği Hugo, Dickens, Dostoyevsky ile birkaç isimden ibarettir. Tolstoy’un eleştiri metodunda bir diğer kıstas, temsil edilen değerlerin karşılık bulacağı kitlenin seçimidir. Bu yönden zenginlerin sanatını sadece eğlence amaçlı olması yönünden kötülerken halk tarafından anlaşılacak olan ve halkın talep ettiği sanatı yüceltmeyi seçer. Bu noktada Moran, sanatın yığınlara seslenebilme şartını bugünkü kitlenin talepleri üzerinden değerlendirirken; Tolstoy’un çağdaşı üst tabakanın arzuladıkları ile bunlar arasında bir benzerliği göz önüne serer. Bugün kitlelerin talebi, zevke kucak açan, cinsel duygulardan şiddet gösterilerinden başka bir şey değildir. (s.127)
Sanatçıdan hareket eden bir diğer eleştiri yöntemiyse Freud’un uygulamalarından çıkarılan Psikanalitik yöntemdir. Freud’un sanatçıyı nevrozlu/hasta olarak görmesi sadece bir tespit taşımaktadır, ancak eserin niteliği ve kalitesi hakkında bir çözümleme yapmamaktadır.
3. Biçimci Kuramlar ve Esere Dönük Eleştiri
Eserde yansıtılan gerçekliğin ve sanatçının duygu dünyasının dışında eleştiride bir diğer kuram da sanatı biçimsel düzeyde ele alan ve eseri sanat eseri olmaklığıyla kritik eden genel bir biçimcilik anlayışıdır bu.
Biçimci olan Yeni Eleştiri kuramı, sanat eserinin diğer yapıtlardan farkını, “dış dünya ile, sanatçı ile ya da okurla olan ilişkisinde değil eserin kendi düzeninde bulur.” (s.159) Yeni eleştiri için eser; tüm koşullardan bağımsız, kapalı, dilsel bir düzenden ibarettir. Burada kullanılan düzen sözcüğü tesadüfî değildir: Eserin tüm öğelerinin (ses, cümle, anlam, konu) her biri bir bağıntı içinde birbirleriyle kaynaşır ve yekpare bir bütün teşkil eder. Bu yönüyle eser organik bir varlık gibi; öğelerin işlevsel bir değer taşıması ve bütüne hizmet etmesi ile tanımlanır. Eserde bu öğeleri bütünleyen düzense biçimdir: Sanatçı, belirlediği konuyu işleyerek bir içerik haline getirirken ortaya koyduğu yapıdır biçim. Yeni Eleştiri, sanat için sanat görüşü ya da sembolistlerin biçimle içerik arasındaki mesafeyi açarak yaptıkları gibi sanatı saf biçim olarak ele almalarını eleştirerek; sanatı, içeriğin biçimle düzene sokulması olarak değerlendirir. Bu sayede biçim-içerik karşıtlığını çözmek gibi bir amaç vardır. Yeni Eleştiriciler için sanat, estetik bir yaşantı üretmesi itibariyle işlevsel bir araçtır. Bunu başarabilmesi de yetkin bir içeriğin güzel bir biçimle sunulabilmesidir.
Eserden hareket etmek noktasında Rus Biçimcilerse Yeni Eleştiricilerle aynı çizide olmakla birlikte dil olgusunu öne almalarıyla onlardan ayrılırlar. Edebiyatın malzemesi olarak dil, Yeni Eleştiriciler için bir üretim vasıtasıyken Rus Biçimciler, dilin metin içindeki düzenlenişiyle meşguldürler. Bu yönden Yapısalcı eleştirinin de habercisi olan bu anlayış, şiiri kendi kendine gönderme yapan dilin düzenlenişi, romanı da kurgu ve kronoloji arasındaki karşıtlığın düzenlenişi olarak ele almışlardır. Bu ayrıma bağlı olarak eser içindeki kurguyu; yaşamın tekdüze, alelade ve kanıksanmış gerçekliğini yeniden düzenlemesi olarak incelemişlerdir.
Rus Biçimcilerin eleştiri yöntemleri ile Saussure’ün dil üstüne çalışmalarından yola çıkan Yapısalcılar da eseri her şeyden bağımsız olarak kendi bağlamında ele alan bir eleştiri yöntemi geliştirmişlerdir. Yapısalcı Eleştiri, sözün dil içinde özel, somut bir halde bulunmasından hareketle edebî eseri de gerçek hayat gibi genel bir yapının içinde işlevsel bir özellik olarak görür. Edebiyat da bir iletişim aracı olarak kendine has bir sisteme sahiptir; içindeki öğeler arasında bağıntıları düzenleyen kurallar, yasalar vardır. Bunları tespit edebilmek için eleştirmenin ne yazara, ne tarihe, ne de toplumsal gerçekliğe ihtiyacı yoktur. Metin, kendi kendine yetecektir. Eserin yüzeyde görünmeyen, derindeki yapısını araştıran eleştirici; insan ilişkileri, duygular ya da olayları değil anlatı öğelerinin düzenleniş kurallarını belirleyen sistemi açıklamakla yükümlüdür.
4. Okur Merkezli Kuramlar ve Okura Dönük Eleştiri
Sanatı, sanat olarak yaptığı etki bağlamında ele alan okur merkezli eleştiriler, sanatın kendine özgü kullanımı ve işlevi üstünde dururlar. Bu etkilerin en önemlisi zevk vermedir: Sanat eseri, alılmayana verdiği zevk kadarıyla başarılı sayılmaktadır. Yine de hoşlanma yeterli şart değilse de gerekli şarttır. Bu yönden okur merkezliliğin bir özelliği de faydayı hesaba katmamasıdır. Bir sanat eseri, sadece zevk için değil de başka bir hesapla okunduğu takdirde ortaya estetik çıkmayacaktır. Başka amaçlar, estetik tutumla çatışacaktır.
Nesnel sanat olmadığı gibi nesnel eleştiri de olmayacaktır okur merkezli kuramlar için. Eleştirmen, bir eseri incelediğinde eser hakkında değil bir okur olarak kendisi hakkında görüşler sunacaktır ve bunun kaynağı da eser ya da sanatçı değil, kendi sanat anlayış ve değeridir. Bu yönden okur merkezlilik eleştiri yazısını da bir sanat eseri olarak kabul eder ve onu, otobiyografi veya denemeye yakın bir değerde görür.
Değerlendirme
Sahteyle gerçeğin ayrıştırılması anlamında tenkid kavramı, İslam sanatına ait teklik sunumu çerçevesinde kıstasını modern kritik olarak eleştiriden çok farklı bir noktada tesis etmiştir. Bu nokta, aynı şekilde sanatın teorik anlamıyla paralel olarak hakikatin temsilinde ortaya çıkan bir bakışa sahiptir. Sonsuz bir zenginliğe sahip olan bu bakış, eleştiriyi salt bir değer çözümlemesi olarak görecektir.
Batı yazın ve düşün alanlarındaysa diyalektik bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan eleştiri de nihayetinde belirli kuramlara yaslanmak ve metinleri de buna bağlı olarak tahlil etmek ihtiyacından hâsıl olmuştur. Bu yönden eleştirinin ana işlevi olan açıklama ve yorumlama vasıtasıyla metinsel zenginlik oluşturma ve perspektif sunumuyla göreceli bir değerlendirme yaptığı açıktır. Ne var ki bu durum, sonradan ortaya çıkmışlığına rağmen Batı sanatına mahsus bir yazın geleneği olmasını makul bir sebebe bağlar: Sanatın kavranışında Batı’lı sanatkâr ve düşünürlerin Platon’dan postmodernist kurama dek eriştiği genişlik, bir çokluk perspektifiyle sınırlandırılmıştır. Bu yönden eleştiri kuramları da metinlerin bu çokluk değerleri içinde anlam aramış ve eleştiri sayesinde metnin açıklanması haricinde yazınsal mükemmelliğe ulaşılması da ümit edilmiştir.
Referanslar
Carloni,J.C. ve Filloux,J.C. (1984), Eleştiri Kuramları, Terc.: T.Yücel, Kuzey Yay., İst.
Devellioğlu, Ferit (1997) Osmanlıca-Türkçe Lügat, Aydın Kitabevi Yay.,Ank.
Moran, Berna (1999), Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay.,İst.
… E-Kitap okumak için…
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
3 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Mar 26, 2013 | Reply
Eleştiri Kuramlarına Bir Bakış: http://t.co/VcQ4tpl0sm
Yazan:A.kadir Hacıaraboğlu (@Hacaraboglu) Tarih: Mar 26, 2013 | Reply
tenkid,nakd (para) kökünden gelmektedir. Doğru kullanımı olan intikad “kalp parayı gerçeğinden ayırma” işidir: http://t.co/WPKyXstvam
Yazan:ali (@jsolpartre) Tarih: Mar 28, 2013 | Reply
eleştiri kuramlarına bir bakış: http://t.co/ftmILQzspB