Hanegâh
By Fatma Sancak on Nis 25, 2013 in Gezi, İstanbul
Hanegâh… Hanegâh… Hanegâh… Ne hoş bir söylenişi, ne hoş bir melodisi, âhengi var değil mi? Hanegâh, insanların birbirlerini yetiştirme, bir adım öteye götürme, Ali Şeriati örneğince beşerlikten, insanlığa ulaştırma eyleminin yapıldığı yer, sohbet mekânı anlamına geliyor. Hani bulsak da öyle bir yer oradan hiç çıkmasak dedirten bir havası var.
Arkadaşlarımla, dostlarımla toplandığımızda genellikle evi yahut bir deniz kenarını ve yahut bir ağaç altını, bir tepeyi tercih eden, kapalı ortamlardan ve gürültüden pek hoşlanmayan biri olarak sık sık geldiğim İstanbul’a taşındığımda bir müddet nereye gidilir, nerede ne yenir sıkıntısı yaşamadım değil. İşte o günlerden birinde bir tavsiye olarak Hanegâh’ı duydum. At Pazarında, eski bir ev köşk arası binadan yapılmış bir mekân olduğunu söylediler. At Pazarından değil ama At Pazarıyla ilgili şehir efsanelerinden rahatsızlık duyduğum için ilk başta pek haz etmedim ama neyse gittim.
Bu arada Rize’den, İstanbul’a giderken Samsun’a bizi ziyaret etmek için uğrayan ahbâblarımızın mısır unu, tereyağı, çökelek gibi yiyecekleri stok etmesini görüp buna gülen, “sanki orada yok mu” gibi sözlerle durumu anlamayan biriydim. Çok sürmedi onlardan biri oldum, Karadeniz kültürünü çok yaşamamama rağmen hakiki tereyağının ve çökeleğin kıymetini İstanbul’da öğrendim. Kendime de güldüm. Dahası, İstanbul’da -nedendir bilinmez- bana bir Karadeniz kültürüne yapışma hasleti vakıf oldu ki anlatamam… Babaanneciğimin bakır tavasında bol tereyağlı muhlamarı dışında pek merakım olmayan muhlamaya bile burada hasret kaldım.
Ben evi özlüyordum, eve dair bir şeyleri… İşte öyle bir zamanda gittim Hanegâh’a… Giriş katta bir kuzine vardı, başında oturan orta yaşlı bir bey ve hanım, sohbet ettik biraz, şivelerin hoşluğuyla sohbete daldık. Amca İlahiyaçıymış, eşi ev hanımı, Rizeliler, oğulları açmış Hanegâh’ı, ailece işletiyorlar, tam bir aile ortamı, samimi, temiz ve içten…
Üst kata çıktık, bizim bir toplantımız vardı. Bu tip toplantılar için özel odalar tutulabiliyor, o odalardan birine geçtik, o sırada derinden bir ney sesi geldi, acaba canlı bir dinleti mi dedim, meğer mekânın sahibi kardeşlerden biri ney üflüyormuş, onun sesiymiş. O eski köşk içerisinde tahta merdivenlerden kulağımıza doğru süzülen ney sesi ayrı bir lezzet kattı ortama, gerçekten etkilendim.
İş yemek faslına geldiğinde, ev köftesi, mekânın sahiplerinin annelerinin adını verdiği Elif Böreği ve babaannemin bakır tavada yaptığı muhlamadan geldi önümüze… Çayları bizim oraları aratmayacak lezzetteydi. Yaptığımız toplantıda ülke gündemini konuşadururken, ben arada sırada gittiğim Rize’de bir evde yaşıyormuşum hissiyle kaplanmıştım. Dahası özlediğim şeylere hasret giderme fırsatı da bulmuştum. Bu keyifli ortama sırf o hisleri yaşamak için bile gitmeye değerdi.
O günden sonra yoğun çalışmalarım arasında fırsat buldukça gittim Hanegâh’a… Derin Düşünce’den Mehmet Yılmaz İstanbul’a geldiğinde onları da Hanegâh’a götürdüm. Tüm bu sohbete Mehmet abinin kendi el emeğiyle yaptığı zencefilli kurabiyeler de eklendi…
Diyeceğim o ki: Ben yeme içme mekânları yazacak kalem değilim, gurme ahlâkı sorunlu bir ahlâk, bize gelmez… Buradan kasıt, bu yazıdan maksat da bir yeme içme mekânı övgüsü değil, insanca bir his yaşadığın mekânın sahiplerine bir teşekkür.
Bir gidin görün derim, hele şu ara bahar esintileri arzı tavafa durmuşken Hanegâh’ın avlusunda bir dost sohbeti edin isterim, benden de selam edin…
… E-kitap okumak için…
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
5 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Nis 25, 2013 | Reply
Hanegâh: http://t.co/Ne4ahA1BMa
Yazan:melikebayraktar (@melikebayrktar) Tarih: Nis 25, 2013 | Reply
RT @DDGrubu: Hanegâh: http://t.co/Ne4ahA1BMa
Yazan:@yavuzakengin Tarih: Nis 25, 2013 | Reply
Hanegâh: http://t.co/NaUuo75pLX @aynuryavuzz buraya gitmeli 🙂
Yazan:Ekrem Senai (@EkremSenai) Tarih: Nis 26, 2013 | Reply
@jamilabayraktar gurmeliğe başlamış. Hadi bakalım hayırlısı ! Merak ettim şu #hanegah ı.
http://t.co/uQF3Rwf1FL
Yazan:@HanegahKafe Tarih: Nis 26, 2013 | Reply
RT @jamilabayraktar: Bugün köşemi @HanegahKafe’ye ayırdım… Hanegâh: http://t.co/eRADqAwMfv