Yıldız Ramazanoğlu’nun kaleminden Mecid Mecidi
By my on Nis 30, 2013 in Basın günlüğü, İnsan, İran sineması, Sanat, Sinema
Sonpeygamber.info grubu birkaç yıldır son derece verimli ve bereketli siyer atölyeleri düzenliyor. Bugüne kadar popüler siyer çalışmaları, çocuklara yönelik siyer ve edebiyatla siyer ilişkisi gibi konuları ele alan serinin son atölyesi “Siyer ve görsellik” başlığını taşıyordu.
Peygamberlerin ve sahabelerin hayatını yeniden canlandırmada, dine dair olanı betimlemede bir imkân olarak görülen görsel sanatların (resim, heykel, sinema, enstelasyon, video, …) imkânları, sınırları neler olabilir. İki gün boyunca önemli tartışmalar ve tebliğler gerçekleşti ama aramızda ünlü İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin bulunması, çekimlerini bitirmiş olduğu İslam Peygamberi filmini tartışmaların merkezine yerleştirdi.
İslamofobiye karşı koymada milyonlarca insana ulaşan sinemanın önemli bir imkân olduğunu düşünen Mecidi’ye göre hasım film ve karikatürler karşısında enerjimizi öfkeye vermek yerine sayısız eserin gerçekleşmesine sarf edebiliriz. Gerçekten de merhamet ve muhabbet dini olan İslam’ı anlatmak için günümüzün imkânlarından yeterince yararlanabiliyor muyuz sorusu çok önemli. Mesela savaş meselesi diyor Mecidi, ateş, ölüm ve düşman tanımlamalarıyla anılan bu eylem eğer kaçınılmaz biçimde bir toplumun alnına doğduysa, Peygamberimiz’in prensiplerine dönüp bakmamız lazım. Saldıranla mücadele edilirken, ağaçlara zarar verilmemeli, tek bir yaprak bile düşmemeli, nehirlere denizlere kötülük edilmemeli, kirletilmemeli, karşı koyma gücü olmayan kadınlara, yaşlılara, özürlülere, çocuklara, kadınlara asla dokunulmamalı, esirlere eziyet etmek şöyle dursun yediğinden yedirip giydiğinden giydirmeli. Bu latif bakışı hangi kültürde ve inançta bulabilirsiniz? İslam’ı öfke, şiddet ve kabalıkla anmadaki haksızlığa karşı doğru İslam’ı anlatamazsak biz de bu imajların oluşumunda suçluyuz demektir Mecidi’ye göre.
İSLAM’IN GÖRSELLİĞE AKTARILMASINDA REFERANS EKSİKLİĞİ
Görsel dilin gücüne o kadar inanıyor ki Mecidi, Peygamberimiz şimdi yaşasaydı eğer, vahyi iletmede televizyon ve sinemadan muhakkak yararlanırdı diye düşünüyor. Yedi yılını verdiği filmin her aşamasında yola halis niyetle çıkmanın bereketini görmüş, bu çabadaki azmini de bu bereketin bir parçası olarak görüyor. İslam tarihini görsel dile aktarmada büyük bir ihmal olduğunu düşündüğünden böyle filmleri başkalarının da çekebilmesine imkân sağlamak üzere filmin ihtiyacını aşan genişlikte büyük bir İslam filmleri platosu hazırlamışlar. Hollywood ve Bollywood’u gezen, dünya sinemasının bütün imkânlarını bilen biri olarak, neredeyse hepsinden daha güçlü ve profesyonel bir plato oluşturduklarını, dönemin Mekke’sini neredeyse yüzölçümüne kadar bire bir inşa ettiklerini söyledi ki, bu çok önemli. O zamana dair kültür kostüm dil ve mekân üzerine yaptıkları çalışma ve seyahatlerden bir belgesel ve kitap da çıkaracaklar. Böylece bu birikim kemaliyle gelecek kuşaklara aktarılmış olur. Film için yapılan araştırmalar sırasında Peygamberimiz’in sütannesi Halime’nin kabilesinin yaşadığı yerlere yaptıkları ziyarette, bütün hatıraların imha edildiğini görünce çok üzülmüş, hayal kırıklığına uğramışlar. Bu Vahhabi anlayışı şikâyet edecek bir merci bile bulunmaması, İslam dünyasının, hatıraların, belgelerin böylesine sahipsiz olması canını acıtmış. Yine de o zamana dair farklı örnekler, materyaller toplayarak büyük bir hazine oluşturmuşlar. Dünyanın alanında en iyisi olan Yugoslav ve Alman kostümcüleriyle çalışılmış, senaryo için de dünya sinemasının en iyilerini projeye katmayı başarmış.
Türkiye’ye siyer toplantısı için gelmeden önce de Güney Afrika’ya gitmiş Mecidi. Fil Sûresi’nde geçen Ebrehe ordusunun yenildiği savaş sahnesinde kullanılacak filleri temin etmek üzere anlaşma imzalamış. Çünkü film, Peygamberimiz doğmadan önce vuku bulan olaylarla başlıyor. Dönemin halet-i ruhiyesini betimliyor öncelikle. Ömrü olursa Peygamberimiz’in gençlik ve peygamberlik dönemini de çekeceği müjdesini verdi. İslam’ın görselliğe aktarımında yeterince referans olmaması büyük zorluk ve Mecidi’ye göre Çağrı filmi, zamanına göre kıymetli bir işti ama onun kostüm, plato, felsefi altyapı bakımından eksiklikleri vardı. Akkad’ın İslam’ın ve Peygamber’in ruhuna dair bir şeyler anlatmak yerine savaşlara odaklanmasını bir eksiklik olarak görüyor. Fakat bir tek filmin bile olmadığı durumda, ayrıntılara inmek yerine, Akkad’ın genel imanî tabloyu ve katlanılan güçlükleri ve savaşları anlatması kaçınılmazdı aslında. Mecidi’nin filmi de birilerine eksiklik ve tamamlama duygusu verecektir sonunda. Onlarca film çekilirse, sayısız dikkatle, emekle ancak zenginleşecektir bu alan.
Katılımcıların “Peygamber’in mucizelerine yer verdiniz mi?” sorusuna cevabı, büyük yönetmenin filmdeki isabetli yaklaşımını açıklıkla ortaya koyuyor. Mecidi, her şeyden önce onun bütün çağlara aynı dirilikle uzanan ahlakını bir mucize olarak görüyor. O zaten, Peygamber olmadan da emîn idi ve bu doğruluk, adalet ve hakka hukuka sadakat duygusu en büyük kerametiydi. Fakat elbette doğduğunda yıldızların yere inişi, Ebrehe ordusuna ebabil kuşlarının saldırısı gibi olağanüstülükleri betimlemeye çalışmış. “Didaktik bir anlatımınız olmamasına rağmen filmlerinizde Kur’an ayetlerinin tefsirini izliyormuş gibi oluşumuzu neye bağlıyorsunuz?” sorusu soruldu. Hayattaki duruşumuz eserimize kendiliğinden yansır ona göre. Eğer sırat-ı müstakim üzere yaşamaya çalışıyorsanız Allah’ın rengi bir şekilde sızar işlerinize.
Filme başlamadan Medine’yi ziyaret etmiş. Sorumluluğun ağırlığı altında ezilirken orada yaşayan bir dostunun önerisiyle Ravza-i Mutahhara’ya gidip orada içindeki bütün fırtınaları O’na açmış, projeyle ilgili düşüncelerini, çekmek istediği sahnelere varana kadar uzun uzun anlatmış, dua etmiş. Bir peygamber filmi, her zaman filmden daha fazla bir şey onun için. En zoru mükemmel görüntüyü sağlamak ve dünyanın en iyi kameramanı ile çalışabilmek meselesiymiş zihninde. Dünyanın en ünlü görüntü yönetmenlerinden biri olan Vittorio Storaro ile çalışabilmek için de niyazda bulunmuş. Onun, Işıkla Resim Çiziyorum kitabında anlattığı görüntü felsefesi ve yaklaşımı, projesindeki dile çok uygun çünkü. Görüntüleri resim gibi çizebilen birine ihtiyacı vardı besbelli.
Uzun ve zorlu bir çabanın ardından Storaro’nun dolayımsız e-mail adresine ulaşıp projesini detaylarıyla anlattığında kısa zamanda mucize cevap gelmiş. 3 kez Oscar alan, beş kez Oscar’a aday olan, İran terörle anılıyor, böyle bir ülkede İranlı bir yönetmenle asla çalışmaz denilen İtalyan kameramanın, korkulanın aksine “Yüce Rabb’imden gelen bir projede yer almaktan gurur duyarım.” cevabını duygulanarak anlattı Mecidi. Cevaba, “Allahu nuru’s semavati ve’l arz” (Allah göklerin ve yerin nurudur) diye başlamasını. Hemen Roma’da buluşmuşlar ve birbirlerine sinema deneyimlerini anlatıp projeyi olgunlaştırmışlar. Meğer Vittorio uzun zamandır Yeryüzü Peygamberlerinin Işığı adlı bir kitap yazmakta, peygamberleri okumaktaymış, Hz. İbrahim’den başladığı yolculukta Hz. Muhammed’e gelip miraç bahsini okuduğu esnada Mecidi’nin e-mailini almış ve bu projede çalışmak için özel olarak görevlendirilmiş olarak addetmiş kendini.
Çekimler sırasında halkla yaşadıkları da çok önemli. Filmi finanse edenin halkın içinden çıkan sivil örgütler, vakıflar, kurumlar olması daha özgür çalışma imkânı vermiş olmalı. Çekimler sırasında öyle yoğun bir sevgi seliyle karşılaşmışlar ki, bir seferinde çekim otobüsünü omuzlarında havaya kaldırmış sete gelenler. Bir başka sefer de Güney İran kırsalında geniş bir figüranlar sahnesinde yer alan hasta kadına “Evinize gidin, paranızı ödeyeceğiz, burada bulunmasanız da” dediğinde aldığı cevap etkileyici. Tersine bu ortamın bereketiyle şifa bulacağına inandığı için geldiğini söylemiş hasta kadın. Akşam bölge valisiyle sohbet sırasında olayı anlatınca bütün tedavi masraflarını üstlenmiş vali. Böyle nice güzel olaylar, tevafuklar, hayırlar yaşanmış. Gelen yüzlerce mektup, e-mail ve iletiyi de arşivlemişler.
OLAĞANÜSTÜLÜK DEĞİL PEYGAMBERİN AHLAKI
Küçük atölye grubuyla paylaştığı bir sekansı iznini aldığım için gönül rahatlığıyla yazmak istiyorum: Peygamberimiz altı yaşında, dedesi Abdulmuttalip ile birlikte Hira Dağı’na doğru gezintiye çıkıyor. Dede yaşlı, O ise hızla koşturan bir çocuk olunca bir an uzaklaşıp kayboluyor. Biraz aradıktan sonra yoluna devam ederken Mekke’nin kuru ve sert dağlarında taşların arasından bitkiler görünmeye başlıyor. Bir an yeşilliklerin ayağına serilmiş halı görüntüsü. Onları ezmeden ilerlemeye çalışan çocuk. Esen bir rüzgârla kıyafetinin dalgalanması, hareket etmesi, latif bir görsellik. Bu esnada bir bitkiye dolanması. Dikenli bitkiyle karşılaşınca ondan hoyratça kurtulmaya çalışırız. Ama O, bunu yaparken dikene zarar vermemeye çalışan bir incelikte. Çocuğun elbisesinin ipini çeken bitki aşağıya doğru eğiliyor, bu O’nu tanıyan, bilen dikenin eğilip O’nun elbisesinden bir teberrük alması hadisesi. Bu nedenle ipi koparmaya çalışıyor. İp kopunca birden başını kaldırıyor ve titremeye başlıyor. Bitkinin üzerindeki çiçekler özgürleşmeye, uçuşmaya başlıyorlar. O’ndan bir parçanın hepsini harekete geçirmesini bekleyen parçacıkların hali. Ben yoğurtçubaba çiçeğini hatırladım ama Mecidi, karahindiba olabileceğini söyledi. Uçuşan çiçeklerle oynayarak Hira’ya kadar tırmanan küçük Muhammed görüyor ki, mağaranın önünde toplanan çiçekler yerle gök arasında bir bulut oluşturmuş, gökler yerlere inmiş gibi bir hava yaratmak istemiş Mecidi. Varlık ve doğayla Peygamberimiz arasındaki ilişkiyi şiirsel bir dille anlatmaya çalışmış.
Olağanüstü şeylere değil, Peygamberimiz’in anlaşılır, basit ve ahlakı temellendiren yanlarına vurgu yapmak istediğini söyledi. Yeni bir tecelliyi beklediğine inandığı İslam dünyasına ve bütün insanlığa seslenmiş filminde. Filmin son uygulamaları yapılıyor, bir yıl sonra birçok İslam başkentinde aynı anda galası ve ilk gösterimi yapılacak. Mustafa Akkad’ın Çağrı’sı ilk göz ağrımız elbette. Nice hayırlara vesile oldu. Olmaya devam edecek. Büyük okyanustan bir damlayı ele aldık, inşallah yeni bir başlangıç olur diyen Mecidi’nin filmi de yepyeni yollar, ufuklar açar, takipçilerini başka çalışmalar için yüreklendirir inşallah.
… Sanat ve sinema üzerine okumak için…
E-kütüphanemizden indirilen sanat kitapları arasında en çok ilgi görenlerin sıralaması şöyle:
- Roman nedir? Nasıl Yazılır?
- Derin Göz
- Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?
- İnsan’sız Sinema Olur mu?
- Baudolino / Umberto Eco (Roman incelemesi)
- Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
- Söz yıkar şiir imar eder
- Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar
- Öyküler (Suzan Nur Başarslan)
- Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak
Küreselleşen ekonomi ile birlikte “SinemaSanatı” özellikle son 20 yılda “SinemaEndüstrisi” haline geldi. Ürünleşti. Kârlı film projeleri peşinde koşan firmaların baskısıyla karşı karşıya sanatçılar. Filmlerin bütün dünyada“iş yapması” ; tişört, plastik oyuncak, ünlülerin fotoğrafı ile süslü bardak vb yan ürünlerin satılması için “endüstriyel ve objektif” bir üretim hattı çıktı ortaya.
Naylon çorap, meyveli gazoz imalatçıları gibi dünya pazarlarına hitap ettiğiniz zaman “ürünleriniz” bütün insanlarda (=müşterilerde)ORTAK OLAN vasıflar arz etmeli. Çorap satıyorsanız kolay, herkesin ayakları var. Peki varlığını insanî yönüne, İnsan’a özel oluşuna borçlu olan Sinema Sanatını satıyorsanız ne olacak? Tabi ki bütün insanlarda ortak olanı koyacaksınız filmlerinize yani İnsan nefsini: Korku, şiddet, komplo, para hırsı, cinsellik, tecavüz,… Sanat eserlerinin var olma sebebi olan öznelliği (sübjektif yönü) ortadan kaldırınca da geriye bir “ürün” kalacak. Ülkesi, mesleği, yaşı, inançları, yaşama bakışı ne olursa olsun herkesin ama herkesin KULLANABİLECEĞİ /TÜKETEBİLECEĞİ bir “sinema ürünü”, bir EĞLENCE MALZEMESİ, bir “entertainment”…
İyi ama… Neydi Sanat? Ne olmalıydı? “Sanat Eseri” diyebileceğimiz filmlerin bir gazoz ya da çoraptan farkı ne olmalıydı? “Bach’ın müziği Tanrı’nın Dünya’yı yarattığı anda orada bulunduğumuz hissini veriyor insana” diyordu Friedrich Nietzsche. Övgü perdesini aralayıp sözün aslına yöneldiğimizde işaret edilenin aslında sanatın gücü olduğunu fark etmiyor muyuz? Yeme-içme dışında bir benliğimiz, bir varlığımız olduğunu hatırlatıyor bize Sanat. Bunun için bir yaradılış görüyoruz Sanat’a bakınca. “Ölü” taşlar adeta canlanıyor, cansız boyalar, tuvaller, ahşap müzik aletleri bir “yaratılışın” sahnesi oluveriyor. Mânâ Madde’ye nüfuz ediyor…
Sahne sanatları ise Zaman’a dair olduklarından daha da güçlüler:
“Su içmek için elimi masanın üzerinde duran bardağa uzatıyorum. Bardağı kavrıyorum, ağzıma götürüyorum, suyun soğukluğunu hissediyorum ağzımda, yutkunuyorum. Şimdi dans ettiğimi hayal edin, koreografinin bir yerinde su içiyormuş gibi yapmam gerek. Yukarıda saydığım hareketleri yapıyorum ve seyircilerimin “içinde” su içerek serinleme hissini uyandırıyorum. Ne oldu?Gerçekten su içmek ile SEYİRCİ ÖNÜNDE su içiyormuş gibi yapmak arasında ciddi bir fark var: Sanat’a dahil olan hareket -ki hiç bir hareket Zaman’sız varolamaz- artık fayda amaçlı değil. Hareketin kendisi amaç, maksat, istenen, özlenen şey. Dans ederken de hareketin kendisi MuRaD! Dansta hareketin kendisi YARATI(LI)Ş, Dansta hareketin kendisi Zaman Kâğıdı’na yazılan yazı!” (Derin Zaman Kitabı, Dans ve Ölüm bahsi)
Ya sinema? Sinema 20 fotoğrafı bir saniyede gösteren, ışığı ve kamerasıyla, özel efektiyle diğer sanat dallarına göre çok daha “teknik” bir sanat. Buna rağmen, belki de bu sayede diğer sanat dallarının imkân vermediği kapıları açıyor. Zaman’ı ve Mekân’ı yeniden formatlayıp bize başka bir dünyaların varlığını müjdeliyor adeta.
Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.
Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun…Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Nis 30, 2013 | Reply
Yıldız Ramazanoğlu’nun kaleminden Mecid Mecidi: http://t.co/hLWg33waly
Yazan:Büşra Oruç (@busraorc95) Tarih: May 1, 2013 | Reply
Çok şükür Mecid Mecidi’ye dair Yıldız Ramazanoğlu’da yazmış.Tüyleriniz ürperir okurken. http://t.co/YmIfJbwSe0