Ölümün İçinden Geçmek
By Ali Hasar on May 15, 2013 in Hayat, İnsan, Ölüm
Ölümün içinden geçiyorsak harflerin yağmurlar altında bir tevili olabilir. Boş gururlarımızın altında yatan gerçek şeyi düşündüm, düşen damlalar kadar bir tüneli vardı kalbimizde. Gölgeler ve suretler böyle havalarda çıkmıyor, istersen sana bunu gösterebilirim ama şimdi bir manası olmayacağını anladım ve bildim. Beni tam anlamıyla bilmiyorsun, ya da zihnin ve kalbinden geçenleri gözlerin yalanlıyor olabilir, tebessümlerin de. İyi olmak, iyi görünmek hatta kalabalıklar içinde sen öyle olmasan da seni iyi bilmek istiyorlar. Kötü bir şey yok. Kötü ve çirkin ya da ahmakça şeyler üzerine düşler kurabilirim, bu beni ilgilendiren bir şey. Cahil olmanın bedeli paha biçilemez. Akıllı mı gözükmeliydim? Hakikatli? Bu benim mühürleyeceğim bir mısra değil. Benden bir şey istiyorsun ama ne istediğini bilmiyorsun, sadece haz duyduğun için varsın. Hazların senin kalbinin önünde ata biniyor. Düşlerin kırılmış. Senden bir şey istemiştim, gizlice, buna inandığım için böyleydi. Yazarken daha sarsıcı olduğumu düşünüyorsan yanılıyorsun, susmak da büyülüdür. Konuşmuyorsam, sen daha güzel tebessüm ettiğin içindir. Ne olduğuma ya da duaların kuvvetini böyle anlarda ortaya çıktığını anladığımda damlaları izlemeyi yeğledim, sürekli. Onları izlemeyi seviyor musun bilmiyorum ama sabit bir şey, bunu evvelde de biliyordun, aklına düşmedi. Özgürlüklerimi de düşündüm, özgür değildim. Seni bilmiyorum, belki sen de kendi kafesini taşıyorsundur. Ortak noktamız bu değil. Ölüyorsan benimlesin, ölüyorsam seninleyim. Hangimizin önce öleceğini düşündün mü? Bir an. Fark etmiyor, öldüğünde bile bekler insan, eşitlenir. Mukaddes düzenin sırlarında bizim söylediklerimiz bir hiçtir.
Özgür olmadığımızı söylemiştim, istersen yer değiştirebiliriz ama buna razı geleceğini pek sanmıyorum. Hoyratça bir rüzgârla savrulabiliriz, çok iyi esen yerler biliyorum. Orada durabilir, ayaklarımızı sallayabiliriz. Sonra kainata bakarız. İyi olma çabası değil bu yazdıklarım, düşüncelerini harflerle bulandırmak istemiyorum, ben genelde duruşumu düzeltirim. Belki de senin istediğin daha farklı bir şeydir. İnsan insanı görür ve masum aynı zamanda mazur olur. Ama birlikte gideceğimiz yol değil bu. Yollar çetin.
Hudutlar geçilemiyor, çünkü buna müsaade etmiyorlar. Basit, oldukça sıradan bir yaşantı sürüyoruz, ama zulüm güvenli dünyalarımızı parçalayabiliyor. Senin için üzülmemi ister misin? Sonra bana minnet duymak zorunda kalırsın. Senin beşeri değil, ilahi merhamete ihtiyacın var. Bu seni rahatlatır, emin ol. Aramızdaki yoksunlukları kapatmaya çalıştık. Beni zalim buldun, buna rağmen hislerini aynı tuttun. Buna ihtiyacın vardı, çünkü zavallı durumunu kabullenemiyordun. Sen kendine bir hataydın, başkasınaysa bir doğru. İmanının seni kurtarabileceğini akledip de insanları gizlice hor gördüğün vakitlerde ölümü düşündüm. Ölmemem için hiçbir sebep yoktu, ümitsiz değildim, ama bir dayanak olmalıydı. En azından bir diğerine bir faydam dokunabilirdi. Neler olup bittiğini görmeyi reddettim, eşyayı ve insanları. Kendimi bir şeye adamalı ve onun cefasını çekmeliydim, sefa ne da olsa O’ndan gelirdi. Bunu ne kadar becerebiliyorum, bilmiyorum. Belki hepsi bir hatadır. Istırap izah isteyen bir şey değil, korku ve yalnızlık da. Aslında bana kalırsa bütün bunların hepsi bir netliğe kavuşmalı. Bunun cevabı ilahi bir varlığa inanıp inanmamada yatıyor.
İstediğin gibi bakabilirsin, bunu kaldırabilirim.
… Bu konuda okumak için…
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
4 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: May 15, 2013 | Reply
Ölümün İçinden Geçmek: http://t.co/1Pvl41XADU
Yazan:el kurtubi (@jsolpartre) Tarih: May 16, 2013 | Reply
RT @DDGrubu: Ölümün İçinden Geçmek: http://t.co/1Pvl41XADU
Yazan:Şevket Kadıoğlu Tarih: May 24, 2013 | Reply
Çok beğendim. Tebrik eder başarılar dilerim. Bundan sonra bu yazıyı yazan öğrencimizi izlemeye çelışacağım.
Yazan:ilksen bahşi Tarih: Eki 15, 2013 | Reply
Yaşam ve yaşanmışlık ve en sonunda ölüm üzerine izlediğim iki filmden anladığım izlenimleri paylaşmak istedim. Hadi hayırlısı…
İlki:HAYAT GÜZELDİR: Hayat gerçekten güzeldir. Roberto Beningi’nin oynadığı ve yönettiği filmin adı. Bu filmle Oskar ödülü kazanmıştır. Ayrıca bu fimi kendi gibi oyuncu olan eşiyle oynamıştır. Yalın, duru bir anlatımla hayatın zorluklarına direnmenin insana neler kazandırabileceğini anlatıyor. Roberto Beningi bu filmde gerçeği oynar gibi oynuyor. Aslında filmin konusunu anlatmam gerekir. İnadına anlatmayacağım. O zaman kimse bu filmi izlemeyip, kendine ait bir düşüncesi olmayabilir. Hayat sadece iyilikten ibaret değildir; kötülükte zaman zaman kendisini gösterir. Ya hayatımız hep kötülüğün etkisinde kalmış olsaydı tepkimiz ne olurdu? Neleri korumak isterdik? Bunu korurken canımızı ortaya koyabilirmiydik? Aslında bana sorarsanız bu film çok felsefik; bir o kadar da traji-komik….Hayatın da bir oyun olduğunu, neyi yaşamak istersek; nasıl yaşayabileceğimizi de bilmemiz gerektiğini öğretiyor…Bu anlamda güzel bir film; vurdulu- kırdılı sahneler bile yumuşak anlatılıyor; yani geçiştiriliyor.İzlenmesi gereken bir film….
İkincisi: 2008 yılı yapımı; adı da: Çizgili Pijamalı Çocuk. Çok değişik konusu olan bir o kadar da göndermek istediği taraflara sıkı gönderiyor. Filmde herşey çok açık, keskin anlatılıyor. İkilem gibi olaylara çok az rastlanılıyor. Konu II. Dünya Savaşında Almanya’ da geçiyor. Aslında bu filmde bence zalimliği çocuk gözüyle betimliyor. Sonra filmin sonun da fonda ebeveynlerin haykırışlarını, veryanslarını duyuyoruz. Küçük bir çocuğun babasının işi dolayısıyla Almanya’nın kırsalına taşınıyorlar. Orda çalışma kampının silüetini, odasındaki pencereden görüyor. Tüten bacalardan gelen kokuyu, evlerinden hissederek, çok büyük merakla çevreyi araştırmaya koyuluyor. Bir de ne görsün evlerinden birkaç kilometre ötede, çitlerle çevrili, yetmeyip, babasının asker arkadaşlarının nöbet tuttuğu bir arazi. Biraz daha yaklaşınca, küçük bir çocuk görüyor. Kendisi gibi top oynamadığını görüyor, giyinmediğini görüyor. Çizgili bir pijama, oyuncak olarak, el arabası taş taşıyor. Halen oyun sanıyor. Ta ki filmin sonuna gelindiğinde oyun değilde; dışlanmışlığın, pijama rengi gibi bir duvar ördüğünü anlıyor. En sonunda, arkadaşının babasını aramak için, tel duvardan geçip, arkadaşının kendisine verdiği üniformayı gizli bir köşede giyinerek, kampta gezintiye çıkıyorlar. Buraya kadar anlatılan olaylardan hiçbirinden ailesinin haberi yok. Arama esnasında, temiz olmadığını söyleyen bir grup eli silahlı askerler, çalışma kampındaki insanları tıkış- mıkış toplu olarak çıplak halde banyoya sokuyorlar. Üsteki kapak açılıp, gaz verilince, hepsi eşitleniyor. En son anda aile panikliyor. Çocuklarının izlerini sürerek kampa geliyorlar, elbiselerini buluyorlar. Niye paniklediğini anlamadım. Aslında, kampta kötü birşey yapılmıyor ki(!) Sadece insanların rızasını almadan ağır işlerde çalıştırılıp, temizlik için topluca banyoya sokuluyor. Sonra da ölüleri fırınlarda yakıyorlar. Neden fırın, belki burda ki insanlar gömülmek istiyorlar. İşte insanların rızası alınmadan gerçekleşen bir başka olay. İçerdeki olayların , kendi çocuklarının başına gelen ailenin bireyleri, üzüntülerini anlatmak için sesli şarkı söylüyorlar. Pardon biz buna kısaca veryansın diyoruz. Niye ki zalimliği başkasına uygularken hiçbir problem olmuyor da, ucu sana dokununca mı problem oluyor ? Fena mı işte bütün taraflar eşitlenmiş oluyor…