Soyut görme: Teori ve Pratik(1) – Picasso
By my on May 20, 2013 in Görmek, Göz, Picasso, Resim Sanatı, Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Bu ejderha resmi Picasso’dan değil, Zübdet-üt Tevarih isimli bir eserden [1], 16cı asırda, Osmanlı topraklarında çizilmiş. İslâm sanatına aşina olan gözlerin sahipleri “İslâm’daki resim yasağının” bir dizi yanlış anlamadan ibaret olduğunu iyi bilirler. Her asırda, İslâm coğrafyasının hemen her yerinde resim yapılmaktaydı. Tarih kitapları, şiir derlemeleri, halılar, perdeler, tıp kitapları, medrese duvarları, ev eşyaları vs figüratif resimlerle dolu. Ancak Müslüman sanatçının gözünde (aklında) figüratif resim biraz kıymetsiz, bir şema ya da yol tabelası gibi, illâ lazımsa kullanılan görsel bir eleman. İlk iki bölümde (1, 2) aktardığımız gibi doğayı taklid etmeye çalışmak Müslümanca bir bakışta gereksiz. Ressamın renkleri ve şekilleri sadece taklid için kullanması bir kaynak israfı. Koskoca bir senfoni orkestrasının ilkbaharı anlatmak için flütle kuş sesini taklid etmesine benziyor bu. Fazla somut. Takdir edersiniz ki cik cik öten bir flüt grubuna kıyasla Vivaldi’nin 4 Mevsim’i ilkbaharı çok daha güzel anlatır. İşte taklitçi sanat Müslüman’ın gözünde bu “cik cik” gibi. Biraz sıradan, biraz acemice. Belki bugün aramızda olsalar “bu sanat bile değil ki” diyecekler. (bkz. Figüratif resim sanat mıdır?)
Figüratif resim yerine stilize şekilleri tercih ediyor Müslüman ressam. Bütün vücudu, 4 ayağı vs çizmeye ne lüzum var? Bir pençe, ağzın bir tarafına toplanmış sivri dişler, denizin köpükleri gibi kıvrım kıvrım sonsuza uzayan bir yele… Uzakdoğu’daki bazı ejderha resimlerine kıyasla çok daha dehşet verici bir etkisi olabilir bu ejderhanın. Ressam çizdikleriyle değil çizmedikleriyle anlatıyor ejderhayı. Adeta “korkunç bir hayvan ki yani bu kadar olur…” deyip uzun bir sessizlik koyuyor araya. Beklenmedik anda gelen bir “pat!” sesi ve izleyen sessizlik gibi. Müslümanca görsellikte bu var: Biraz sözel, biraz “naratif”. Herşeyi açıkça gösterip seyirciyi esere mahkûm etmiyor. Bunun yerine bazı şeylere işaret etme, bazı hisleri tetikleme arzusu var. Eskiler “dinleyen anlatandan arif olsa gerek” derlermiş, irfanı sadece alimin sözünde değil talebenin nasibinde de görürlermiş. Müslüman ressam için de böyle bu: Güzellik sadece kağıtta ya da tuvalde değil, bakanların, seyircilerin gözünde…
Soyut sanat denildiğinde yamuk yumuk çizgiler, anlaşılmaz kareler ve üçgenler geliyor hatıra. Bir müzeden çıkan insanlar suçlu gibi utana sıkıla “ben sanattan anlamıyorum galiba” diye kesip atıyorlar bazen. Aslında anlamamak değil, gözlerimizin farklı bir kullanıma aşina olup olmamasıdır söz konusu olan. Gözlerimiz süpermarket raflarında en ucuz fiatları aramaktan barkod okuyucu haline gelmiş, mesele daha çok bundan kaynaklanıyor. Alış-veriş yapmıyorsak üretim ile meşgulüz. Bilgisayar ekranları karşısında hesap yapıyoruz. En ucuz, en hızlı, en küçük fiyat, en büyük kâr…[2]
Mesleği sayısal olmayan insanlar bile giderek göstergelerin ve kotaların kıskacına giriyor: Doktor günde kaç hasta (=müşteri) tedavi edecek? Öğretmenler kaç öğrenci sokacak üniversiteye? Öğrenci kaç puan alacak?… Kaç para? Kaç metre kare? Kaç kişi?… Sürekli KAÇ’ı görmekten NASIL’ı görmeyi unuttu gözlerimiz (=aklımız). Nasıl bir insansın? Nasıl bir şehirde yaşamak isterdin? Nasıl müzik dinlersin? Bunlar uzaydan gelmiş sorular gibi.
NASIL’ı görmeyi öğrenebilir miyiz?
Pablo Picasso diyor ki: “İnsanlara bir şey ögretmek istiyorsanız bildikleri şeylerle bilmedikleri şeyleri birleştirin”. Aslında bir çok soyut eser bu taktiği uyguluyor: Bilinen, figüratif resim ile bilinmeyen soyut anlamları birleştirerek sunuyor seyirciye.
Üstelik bizim işimiz biraz daha kolay, hariçten gelen bir şeyi öğrenmek değil unutulmuş olan bir yeteneği hatırlamak söz konusu. Soyut görme kapasitesi kanaatimce insan fıtratına dair bir şey yani herkeste var. Dışarıdan verilecek bir şey yok ama sanat ile meşgul olmak bu kapasiteyi uyandırabilir, potansiyel, bilkuvve bir halden aktif, bilfiil hale geçirebilir. Bu yönüyle NASIL’ı görme kapasitesi güzel ahlâk ile bir benzerlik arz ediyor. Meselâ yardımseverlik duygusunu ders vererek öğretemezsiniz. Ama yardımsever insanların içinde yaşıyorsanız bu duygu bir tohum gibi uyanır, sürgün verir, çiçek açar…
Bu kadar teorik bilgiden sonra pratiğe geçelim derim. İlerdeki bölümlerde sadece resim sanatı değil doğadaki soyut görüntüler üzerine de örnekler vereceğim. Fakat Picasso’nun iyi bir giriş noktası olduğunu tahmin ediyorum. Meselâ teması boğa olan şu eskizlerin:
Sizce hangi boğalar daha güzel? Hangi çizimler boğanın temsil ettiği şeyleri tetikliyor zihninizde? Güç, liderlik, boğa güreşi ve İspanya ya da köy hayatı… Sizce ideal bir boğa nasıl resmedilmeli? Siyah mı yoksa kahverengi mi? Şişman ya da zayıf? Doğada yalnız başına ya da bir çiftlikte? Belki de bir boğa güreşi esnasında, bir matador karşısında?
Bu çizimler bize iki tercih sunuyor aslında:
- Tabiatın taklidi olarak, adeta fotoğraf makinesiyle rekabet ederek boğa resmi yapmak,
- Her bir seyircinin kendine has olan boğayı, “boğa” kelimesinin size özel olan anlamını tetiklemek.
Takdir edersiniz ki fotoğraf gibi boğa resmi çizen ressamlar eninde sonunda birbirlerine benzeyen eserler vereceklerdir. Bu yolla tektipleşen eserler ise orta kalite bir fotoğraf makinesi tarafından mağlup edilecektir, bu kaçınılmaz. Soyut boğa resimleri ise hem ressama hem de seyirciye kendisi olarak kalma hakkı tanıyor. Boynuz, kuyruk, başın gövdeye oranı… Ressam için önemli olan ögeler diğerlerinden soyutlanmış, abartılmış ve öne çıkarılmış. Stilize boğa resimleri çizildiğinde hem ressamın tercihleri görüntüye yansıyor hem de biz seyirciler hayallerimizdeki boğayı “görme” imkânı buluyoruz; şu veya bu çiftlikteki boğayı değil. Daha doğrusu bana özel olan, iç dünyamdaki boğa Picasso’nun tuvaline yansıyor. Hani biraz daha stilize etmiş olsa ressam tuvale sadece “B – O – Ğ – A” yazacak, seyirciye düşen ise o tuvali okumaktan ibaret olacak. Picasso’nun net biçimde ifade ettiği gibi:
“… Bir tablo sadece ona bakan seyircinin gözlerinde hayat bulur […] Eğer tek bir gerçeklik olsaydı aynı konuda yüz tane resim yapmak mümkün olmazdı …”
Evet, stilize etmek yoluyla soyutlanmış bir boğa, ressam ile seyirci arasında böyle sübjektif, indî bir iletişime kapı açıyor işte. Ancak gözleri modern resme aşina olan okurlarımız haklı olarak şu suali sorabilirler:
“Eğer soyut resim bir harfleşme ise, seyirciden beklenen bakmak değil okumak ise bu duruş sanatı tektipleştirmez mi? Neticede harfler, kelimeler de objektif referanslardır. Fotoğraflaşan resim gibi harfleşen, logo haline gelen resim de sanatı öldürmez mi?”
Bu sual elbette meşru bir sual ve Matisse’in, Klee’nin hatta Kandinsky’nin bir çok tablosu için sorulabilir. Keza kübizm ve konstrüktivizm akımı etkisinde verilen eserler de bu çerçevede sorgulanabilir, hatta sorgulanmalıdır kanaatimce. Ancak Fransızların tabiriyle “müzikten hızlı dans etmek” doğru değil. Bu sebeple evvelâ soyut görme kavramı üzerinde biraz pratik yaparak bitirelim makalemizi …
Dipnotlar
1° Turkish Motifs, Cahide Keskiner, İngilizce 4cü baskı, sayfa 55
2° Akşam eve gelinceTV açıyoruz, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın almamızı emreden sesli ve görüntülü propagandaya katlanmak zorundayız. Parası olmayanların kredi alması da mecburi. Henüz kazanılmamış bir para ile lüzumsuz şeyleri almak gerekiyor. Bu malları üretmek için doğmamış çocukların henüz solumadıkları havayı, içmedikleri suyu kirletmek gerekiyor.
UYGULAMALAR
Aşağıda soyut sanat, göz-akıl ilişkisini daha iyi sezmek için 3 görsel uygulama öneriyorum, gösteren ve/veya hissettiren görseller bunlar. Sorular var ama tek bir doğru cevap yok.
UYGULAMA 1: Hiroşima’ya atılan atom bombasıyla ilgili iki fotoğraf. Birincisi patlama anında oluşan “mantar” (=bir varlık) , ikincisi patlamadan sonra şehirden geriye kalan (=yokluk).
Soru: Hangi fotoğraf daha etkileyici? Hiroşima üzerine 5 dakikalık bir konuşma yapacak olsanız hangi fotoğrafa bakarak daha kolay konuşurdunuz? Hangisinde insanların çektiği acıları daha iyi hissedebiliyorsunuz? Hangi fotoğraf daha akılda kalıcı?
UYGULAMA 2: Savaşı anlatan iki tablo, birincisi Eugène Delacroix’dan, konusu 1242’de fransız ve ingilizler arasında yapılan Taillebourg savaşı (Büyük boy görmek için), ikincisi Picasso’dan, Guernica. Konusu İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937’de İspanya’daki Guernica şehrini bombalaması (Büyük boy görmek için).
Soru: (Her iki resmi büyük boy gördükten sonra) Hangi resmin savaşın dehşetini daha güzel anlatıyor? Hangi resimde renklere ve şekillere esir oldunuz? Aklınızı ve hayal gücünüzü pasif bırakan hangi tablo? Hangisine bakarken neticeye katkı yaptığınız hissi uyanıyor sizde? Neden?
UYGULAMA 3: Aşağıdaki boğa resimlerini nazarlarınıza sunuyorum. Dikkatle bakarak her bir resmin sizde yaptığı yankıyı dinleyin.
Soru: Resim size kendi renklerini ve şekillerini mi dayatıyor yoksa siz hür bir şekilde “anlatılanları” okuyabiliyor musunuz? Picasso’nun çizdiği boğalar ile diğerleri arasında nasıl farklar var? Stilizasyon yoluyla logo / amblem olan boğaları nasıl algılıyorsunuz?
3 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: May 20, 2013 | Reply
Picasso / Soyut görme: Teori ve Pratik(1) : http://t.co/7xjTXCX4EX
Yazan:Zehra başak Tarih: Nis 21, 2019 | Reply
Merhaba.
Yazı çok eski farkındayım ama Picasso’nun yazıda geçen bu cümlesini nereden bulabilirim? “İnsanlara bir şey ögretmek istiyorsanız bildikleri şeylerle bilmedikleri şeyleri birleştirin”.
Yardımcı olursanız çok sevinirim. Teşekkürler.
Yazan:Eda Atlas Tarih: May 21, 2019 | Reply
Çok güzel kıyaslamalar yazmışsınız. Keşke daha uzun bir metin olsaydı..