Soyut görme: Teori ve Pratik(2) – Cézanne
By my on May 26, 2013 in Görmek, Göz, Resim Sanatı, Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Paris’te yağmurlu bir gün, Montmartre mahallesinde yerler ıslak. Sacré-Cœur Bazilikası’nın kubbeleri ve çan kulesi yerdeki su birikintisinde yansıyor. Yağmur bulutlarının arasından sızan ışıklar parke yolu aydınlatmış ama kilisenin suya yansıyan görüntüsü gölgede. Aynalaşmış olmasına rağmen suyun parlak yüzü yer yer alttaki taşları saklamakta zorlanıyor. Yine de yüzyıl önce yapılmış koskoca bir kilisenin bir avuç suya sığması şaşırtıcı değil mi? Friedrich Schelling’in Sanat hakkındaki şu sözlerini hatırlıyorum:
“…Sanat, sonsuzun sonlu dünyada ifade bulmasıdır; cismanî olmayanın eşyaya nüfuz etmiş ifadesidir… Sanat’ın soyut dünyası ile cisimlerin somut, gerçek dünyası aynı varoluşun farklı görünüşleridir. …”(System des transzendentalen Idealismus, 1800)
Schelling’e katılıyorum ama su birikintisindeki bu görüntüyü mümkün kılan koşullar aslında hiç de sanatsal değil. Kilisenin suya uzaklığı, ışığın geliş açısı, suyun berraklığı… Bu veriler nesnel, bilimsel, objektif olarak ölçülebilirler. Ama “nesnel” olmayan bir şey var bu fotoğrafta. İnsanı düşünceye sevk eden bir şey. Kilisenin kendisine baktığımda göremediğim ama sudaki yansımada görünen bir şey. Nedir?
Simetrik ama aynı değil!
Hafiften esen rüzgâr suyun yüzeyinde küçük dalgalar oluşturuyor, kilise bayrak gibi dalgalanmakta, kilisenin solu ve sağı yer değiştirmiş, sağımda kalan yansımada görüntü 90° dönmüş… Kilisenin sudaki görüntüsü kendi başına varolamaz. Varlığını daha “gerçek”, daha esas bir kiliseye borçlu. Bütün bu yanılgılar “somut – gerçek” dediğimiz görüntülerin hatta “gerçek” dünyanın bir yansıma (= Yanılgı?) olabileceği fikrini uyandırıyor. Başka bir deyişle “görünen her şey vardır, görünmüyorsa yoktur” şeklindekuralın yanlış olduğu fark ediliyor yansıma sayesinde. Görünen dış dünya ile (=şeyler, eşya) ile bizim gördüğümüz içimizdeki dünya, eşya imajlarının içimizde tetiklediği mânâlar arasında esnek bir bağ var. Yani herkes aynı şeylere bakıyor ama aynı şeyi görmüyor.
Bir cisim nasıl farklı aynalarda farklı biçimlerde yansıyor ise dış dünyadaki eşya sûretleri de insanların iç dünyalarındaki “aynalarda” değişik yansımalara gebe. Bu bir sorun değil elbette, tam tersine bir zenginlik. Bizi robot ya da hayvan olmaktan koruyan bir zenginlik. (Bkz. Maymun, Fazıl Say ve Robot) Yine aynı zenginlik ki Sanat’a önem veren toplumları totaliter ideolojilerden, ırkçılıktan ve baskıcı rejimlerden de muhafaza eder. (Bkz. Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!)
Zira görme eylemi bizim zihnen inşa ettiğimiz ve isim verdiğimiz bir süreç, görme eylemi somut dünyadan değil. (Bkz. Derin Göz kitabı) Görme fiili kendi başına o kadar soyut bir kavram ki … Henri Bergson 1888’de yazdığı doktora tezinde “bir gözü ne kadar küçük parçalara bölerseniz bölün ‘görme’ denen şeyi bulamazsınız” diyordu. Parçalayıcı zekânın, analitik düşüncenin elinden kaçıp kurtulan bu tür kavramlar aslında aklın erişimine kapalı değil ama yöntem değiştirmek lazım. Jonah Lehrer’den dinleyelim:
“… Gerçeklik, biz şahid olalım diye orada öylece beklemiyor: gerçeklik zihin tarafından oluşturulan bir şeydir. Cezanne’in sanatı görme olayının nasıl olduğunu ortaya koyar. Tabloları gereksiz derecede soyut olmakla eleştirilmiş hatta alay konusu edilmiş olsa bile bize dünyayı beynimize ilk gözüktüğü şekilde gösterir. Bir Cezanne tablosunun sınırları yahut bir şeyi başka bir şeyden ayıran kalın siyah çizgileri yoktur. Onda yalnızca fırça darbeleri ve tuvalde bir rengin yüzeye sürüldüğünde başka bir renge değiştiği yerler vardır. Görmenin başlangıcı budur: Gerçeklik beyin tarafından çözülmeden önce buna benzer. Işık henüz biçim haline gelmemiştir. […] Tablonun doğduğu yer boya yahut ışık değil, zihnimizin içinde bir yerlerdir …” (Proust Bir Sinirbilimciydi)
Tablo: Paul Cézanne, Suda Yansımalar
Lehrer’in bu satırları bakılan ile görünen arasına bir mesafe koyması açısından önemli. Bilimsel olarak düşünülürse “göz” denen organın içinde ışığa hassas hücreler var. Bu hücreler ışığın şu veya bu dalga boyuna tepki veriyor, sinir hücreleri beyine sinyal gönderiyor vs. Fakat bir de sanatsal bir görme var. Bu daha hür bir süreç. Gördüklerimizi anlamlandırma aşamasında daha hür hissediyoruz kendimizi. Çünkü birey olarak hislerimizin, geçmişimizin, bize özel tecrübelerin, umut ve korkularımızın ifade bulduğu bir zemin Sanat. Bu bağlamda sanat bir eğlence değil, bilgiye erişmenin, bilmenin, ya da kendimizde saklı hazineleri bulmanın bir yolu. Bilim’e alternatif değil, onu tamamlayan bir düşünme yöntemi. Ayrıca Sanat sayesinde kültürel, tarihî, dinî referanslarımız da ifade zemini buluyor. Oysa bilim, ekonomi ya da spor gibi ölçülebilir, objektif faaliyetlerde herkes için aynı olan sayısal değerlere hapsoluyor zihnimiz ve bu bizi de aynılaştırıyor: Kaç gol attın? Kaç para kazandın? Kaç km? Kaç gün?… Bilim’in, sportif ve ekonomik faaliyetlerin objektif bakışı hatalı değil ama eksik. Bakmak iyi tabi ama bir de görmek lâzım. Ya da ünlü ressam Cézanne’ın tabiriyle okumak:
“… Tabiat’ı okuyalım. […] Tabiat’a bakarak resim yapmak demek onu taklit etmek değil hissettiklerini gerçekleştirmektir. Resimde iki şey vardır: Göz ve beyin, ikisi birbirine yardım etmelidir. Her ikisi üzerine de çalışmak gerekir: Göz Tabiat’ı gözleyerek gerçekleştirir bu gelişmeyi. Beyin için ise hislerdeki mantık, o hislerin lisandaki tekabüliyeti ve o mantığın ifadesi, [lisan / nutuk olarak] dışa vurumu vardır. Tabiat’ı okumak demek bir ahenk kanununca birbirini izleyen renklerle boyanmış o yorum perdesinin ardından bakmak demektir. […] Resim yapmak renkli hisleri kaydetmekten ibarettir …” (L’Occident dergisinin Temmuz 1904 sayısında yayınlandı, aktaran: Ressam ve eleştirmen Émile Bernard)
Sonuç
Yansımanın teorik kısmı bu. Farklı kültürel valizlere sahip olsalar da şairler, ressamlar, filozoflar yansıyan görüntülerdeki vehimlerin rumuzunda “gerçek” denilen dünyayı okumaya çalıştılar. Görünen ile okunan arasındaki bu fikrî köprü hem Batı’da soyut sanatı etkiledi hem de İslâm Sanatı’na yön veren fıtrî bir bileşen oldu. Yansıma’nın İslâm Coğrafyası’ndaki yansımalarını gelecek bölüme bırakırken gözlerimizi (=aklımızı) bazı fotoğraflarla hazırlayalım derim.
1 Yorum
Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: May 26, 2013 | Reply
Soyut görme: Teori ve Pratik(2) – Cézanne: http://t.co/MYNY6TgVXz