RSS Feed for This Post

Soyut görme: Teori ve pratik(4) – Kandinsky

“Sanat bir yalandır, Hakikat’in üzerindeki örtüyü kaldırmamıza imkân verir”  (Pablo Picasso)

Venedik’teki Academia müzesindeyim. Eserleri değil pencereden dışarıyı seyrediyorum, Venedik şehrini. Camın üzerindeki eğrilikler sebebiyle görüntü deforme oluyor. Kanalın üzerinden geçen Ponte dell’Accademia’nın basamakları  eğri büğrü, insanlar yürüdükçe boyları uzalıp kısalıyor, birbirlerinin içine giriyorlar ama kimse düşmüyor. Başımı hafif oynatıyorum, köprü ortadan ikiye bölünüyor bir anda ama yine de yıkılmıyor.

LSD kullananların anlattığı görsel tecrübeleri, alternatif gerçekliği (=halisünasyonları ) hatırlıyorum. Hangisine inanayım? Gözlerime mi yoksa bu deformasyonları “düzelten” aklıma mi? Aklım bu deformasyonu daha önceki tecrübelerine dayanarak normalleştiriyor: Bir köprü böyle duramaz, insanlar uzayıp kısalmaz, demek ki bir aldanış var ortada, bir illüzyon. Algıladığım yalan Venedik aklım tarafından reddediliyor. Dünya ve eşya hakkındaki bilgiyi kullanan aklım olması gereken Venedik tasavvurunu görünen Venedik’in yerine koyuyor.

Picasso şöyle diyordu bu konuda: “Gördüklerimi değil düşündüklerimi çiziyorum”. Ya ben? Benim işim daha zor:  Gördüklerimi reddediyorum, aklettiklerimi gerçekten görülmüş gibi kabul ediyorum! Oysa bu şehre ilk defa gelmiştim. İstanbul ya da Paris’te geçerli olan fizik kanunlarının bu şehirde de geçerli olacağını kim garanti etti bana? Geçmişte hep öyle olmuş olması mıdır sebep? [1] Fizik kanunlarının (sözümona) evrenselliği bir alışkanlıktan mı ibarettir?

Göz penceresinden seyretti(m) dünyayı…

islam_soyut_sanat_2Evet, pencereler bize farklı bir görme gücümüzün, soyut görmenin kapılarını açıyor. Algılanan / beş duyuyla hissedilen dış dünya ile imizdeki yansımaların arasına bir mesafe koyma imkânı doğuyor pencerelerin sayesinde. Görünen şeyler ile bilinen şeyler birbirlerinden uzaklaşıyor / ayrışıyor. Gördüklerimizin anlamı o anlama işaret eden somut dünyadan soyutlanıyor. Bu soyutlanma pencere örneği ile bir fikir olmaktan çıkıp elle tutulur, gözle görülür hale geliyor. Soyutlama hissini kendimizde bulmak için bir sanatçıya başvuralım şimdi. Batı kökenli soyut sanatın teorisini borçlu olduğumuz bir kaç ressamdan birine. Wassily Kandinsky Düzlemde Nokta ve Çizgi  adlı kitabında şöyle diyor:

“… Bir pencereden dışarı baktığımızda sokağın gürültüsü daha yumuşak gelir, hareket ve telaş hayalet gibidir. Saydam ama sert ve soğuk olan cam yüzünden sokak bize soyutlanmış, izole edilmiş görünür, bu bir tür “öbür dünya” gibidir. Oysa kapıyı açıp sokağa çıkarsak soyutlanma biter, hayata dahil oluruz, sokağın bir aktörü olarak nabız atışlarını beş duyumuzla hissederiz. Seslerin ritmi bizi kucaklayıp sarmalar, bir girdap, bir hortum gibi dönerek hızlanır ve o gürültü birdenbire işitilmez sağır bir uğultuya dönüşür.Sadece hareketler ve sesler değil;  hareket yüzünden eğilip bükülen yatay ve düşey çizgi demetleri, hızla birleşip ayrılan renk hüzmeleri içimizde kâh tiz, kâh boğuk yankılar yapar.

Sanat eseri de cam gibi olan bilincimizin dış sathına yansır. Görüntüler “öbür dünyadan” gelmektedir ve uyarılma bittiğinde hiç bir iz bırakmadan silinip gider. Sanat eserinde de bir tür cam vardır, sert, şeffaf, mahrem ve dolaysız dokunuşları engelleyen bir cam. Ama istersek sokağa inerken yaptığımız gibi esere nüfuz edebiliriz, aktif ve etkin bir bakış ile sanat eserinin nabzını hissedebiliriz …”

soyut_sanat_islam_3Kandinsky’nin isabetle tespit ettiği gibi soyut görüş sayesinde dış ile iç, görünen (zahir) ile gizli olan (batın) arasındaki münasebetlere isim verebiliyoruz. Bu yolla kalpte hissedilenler kısmen de olsa kelime libaslarına bürünebilir, akla ve mantığa hammadde olabilir. Soyut görme sayesinde objektif, fizikî olan dış dünya ile indî, sübjektif olan dünya arasındaki eklemlenme bir sır olmaktan çıkabilir. İşte tam da bu sebeple soyut görme kabiliyetimizin farkında olmak, onu kullanmak, geliştirmek gerekli. Hem Batı sanatını hem de İslâm sanatını anlamak için gerekli bu.

Sanatçı kendi benliğini sanat eserinde eritince

Göz penceresinden dünyayı seyreden bir insanı bekleyen ilk tuzak “ben! görüyorum, gören benim” diyerek benlik iddiasında bulunması, kendi benliğini mutlak bir mihenk noktası zannetmesi. Bu sadece Sanat’ı seyreden gözler (=akıllar) için değil sanatçılar için de bir aldanış. Zira sanatçı kendi benliğini yaratıcı zannedebilir yani keşif yoluyla topladığı mahsulün kaynağı zannedebilir. Kralın odasına giren bir hizmetçinin kendini kral zannetmesi gibidir bu zan. Bu zan, bu vehimdir ki onun sanatını dünyevileştirir. Olması gerekenin tam tersi olur. Sanat sayesinde cismanî dünyadan kurtulup zamansız ve mekânsız Hakikat’e yaklaşmak yerine sanatçı kendi dertlerine, geçici benliğine dört elle sarılır. Bu Sanat’ın felaketidir. Zira sanatçının kendi sübjektif / indî labirentlerinde yolunu kaybetmesi eninde sonunda benlik bataklığında boğulmasıyla son bulacaktır. Ünlü sinema yönetmeni Andrei Tarkovsky bu benlik tuzağını en güzel anlatan ustalardan biri, kulaklarımızı (=aklımızın kapılarını) açalım onun sözlerine:

“… İşte bu tam anlamıyla benmerkezcilik. Yani ‘bana ait başka ne var?’ diyen bir görüşün hudutları içinde düşünmek. Rezil bir riyakârlık, kendisini evrenin merkezi görme ihtiyacı. Bunun tersi diğer alem. Şark olarak, doğu alemi olarak tasavvur ettiğim şiirin dünyası. Wagner’in müziğini alın meselâ  veya Beethoven. Kendi benliği hakkında bitmez tükenmez bir monolog:  ‘Bakın ne kadar fakirim, sefilim, neyim ben, ne kadar mutsuzum, hiç kimsenin görmediği kadar ızdırap çekiyorum, Prometheus gibi acılar içindeyim, bakın nasıl seviyorum…’  vs. Bir süre önce M.Ö. altıncı yüzyıla ait müzikler dinledim. Çin’in klâsik dinî müzikleri. Bireyin tamamen hiçlikte, tabiatta ve evrende mutlak erimesinden bahsediyordu. İşte bu alternatif hakikî hayatın yüzüdür. Sanatçı kendi benliğini sanat eserinde eritirse, hiç bir iz bırakmadan ortadan kaybolursa inanılmaz bir şiir çıkar ortaya …” (Sculpting in Time: Reflections on the Cinema)

soyut-sanat-islam-4Tarkovsky için sanat çok lezzetli bir içki, sanatçı da o içkiyi sunan bir barmen gibi. Sanat eseri ise kadeh rolü görüyor. Bir kadehten beklenen nedir? Renksiz ve kokusuz olması değil mi? Mümkün olduğu kadar ince ve temiz olmalı ki içkinin rengini farklı göstermesin. Kadehin içi de temiz olsun ki içerken orijinal lezzeti, güzel kokuyu bozmasın. Yani mükemmel kadeh kendini hissettirmeyen kadehtir, kâmil sanat eseri ise varlık değil yokluk iddiasındadır. Benlik iddiasındaki sanatçı ise lekeli bir kadehe benzer. Hem içkiyi göremezsiniz hem de içerken orijinal, asıl lezzete karışan tatlar alırsınız. Ne ilginçtir ki Tarkovsky Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’sini okumuş gibi konuşuyor. (Bkz. Mesnevî sohbetleri ve Yeni Başlayanlar için Mesnevî isimli makale)

Sen hiç Ben’i gördün mü?

Konuşurken adına “ben” dediğiniz şeyi hiç gördünüz mü? Aynaya bakınca Ben’i görmeyiz, göz, burun, kulak vs görürüz. Saç beyazlar, cilt kırışır, yanakta çıban çıkar, göz kulak bir kazaya kurban gidebilir. Aynadaki yüz değişip durur. Ama konuşurken “ben” demekten vazgeçmeyiz. “Ben şurada doğdum, ben bu okulda okum, ben filanca ile evlendim…” Değişen vücudun içinde zamana rağmen eskimeyen, değişmeden kalan bir “ben” varmış gibi konuşuruz. Peki bu “ben” nerededir? Ne renktir? Kaç cm ya da kaç kilodur? Bir iddia, bir varsayım mıdır yoksa herkes için gerçek midir?

Tarkovsky ideal sanat tasavvurunda “eriyip gitmesi, ortadan kalkması gereken benlik” derken elbette vücudunu, cismanî varlığını kasdetmiyordu; fizik ötesi, meta-fizik bir benlikten bahsediyordu. Tabi bu metafizik benliğe itiraz edebilir kimi insanlar. Özellikle pozitivistler varlığı bilimsel olarak ispat edilemeyen “ben” kavramının boş bir inanç ya da sanatsal bir varsayım olduğu iddia edilebilirler.[2]

Fakat bilimsel argümanlarla Ben’i reddetmek o kadar kolay değil. Laik bir devlet bile adalet sistemini işletirken vatandaşların “içinde” değişmeyen bir benlik olduğunu peşinen kabul eder, hatta bu Ben’in varlığına seküler biçimde iman eder! Aksi takdirde saçı uzayan, kolu, bacağı kesilen ya da yaşlanan her insanın eskiden işlediği suçları ya da kazandığı hakları sıfırlamak gerekirdi. Benlik, kimlik, zaman içinde aynı kalma konularını Derin İnsan ve Derin Zaman kitaplarında işlediğimiz için burada ayrıntıya girmiyorum. Meraklı okurlarımız ayrıca Hume, Freud, Lacan, Kierkegaard ve İbn Sina’nın kitaplarına başvurabilirler. Ancak soyut görme perspektifinde kalarak Ludwig Wittgenstein’ın bazı sözlerini paylaşmak isterim. Tractatus Logico-Philosophicus adlı kitabının 5.633 numaralı önermesinde Ben’i ararken şu sorgulamayı yapıyor filozof :

“… Metafizik bir özne, irade sahibi Ben dünyanın neresindedir? Bu mesele tıpkı göz ve görüş sahası arasındaki ilişki gibi. Etrafınıza bakarken gözünüzü görmezsiniz.[3]  Görüş sahanızdaki hiç bir şey bu görüntünün bir göz tarafından görüldüğü neticesine de vardırmaz sizi …”

Yani Wittgenstein’a göre benlik, adına “yaşam” denilen tecrübenin bir parçası değil. Tıpkı gözün gördüklerimizin dışında kalması gibi metafizik benlik de yaşadıklarımızın dışında kalıyor. Elbette görme tecrübesi için göze ihtiyaç olduğu gibi yaşama tecrübesi için de bir benliğe ihtiyaç var. Benlik yaşananlardan etkilense bile yaşamın konusu, cismi, nesnesi değil. Ben yaşaNan bir şey değil, yaşaYan bir şey. Benzeri şekilde görüNen değil bizzat gören özneyi yani gözü görmeyiz ama varlığından şüphe etmek aklımıza bile gelmez. Göremeyiz dedik ama gözü aklen algılayabiliriz, onu akledebiliriz. Bunun için görme sahasına değil gözün NASIL gördüğüne odaklanmak, üzerine tefekkür etmek gerekir. Benlik de bu yolla akledilebilir.

Sonuç

Tarkovsky “Sculpting in Time: Reflections on the Cinema” adlı kitapta sadece sinema değil genel olarak Sanat konusunda çok sarsıcı açıklamalar yapıyor. Bunlardan biri Sanat’ın amacı üzerine:

 “Sanat’ın amacı sanıldığının aksine fikirleri kesiştirmek, düşünceleri yaymak vs değildir. Sanat’ın amacı kişiyi Ölüm’e hazırlamaktır. Sanat insanları toprak gibi işler ve fıtratlarındaki iyiliğin ortaya çıkmasını sağlar”

Evet, benlik iddiasından geçmeyi öğrenmenin bir yolu, belki en güzel yollardan biri Sanat, akıl sahipleri için ilâhî bir hediye. Siyasî, teknik ve ekonomik serbestlikler dışında, bunlardan daha üstün bir hissi insana tattırıyor ki o da özgürlük yani insanlık. Zira serbestlik ve özgürlük aynı şey değil. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür)

Dipnotlar

Şu halde “deli” diye dışladığımız hatta gözden uzak bir yere tıktığımız insanların tek suçu çoğunluktan farklı alışkanlıklara sahip olmak mıdır? Katolik Fransa’da Protestanların, Sovyet Rusya’da anti-komünistlerin tımarhaneye atıldıklarını hatırlarsak; deli olmakla farklı olmak arasında bir fark var mıdır? Ya Kemalist Türkiye’nin ikna odalarında “tedavi edilen / normalleştirilen” tesettürlü genç kızlar? Evet, ulus-devletlerin makbul vatandaş kavramı yeniden sorgulanmalı. Endüstri, ticaret ve ulusal savunma gibi “faydalı” işlere katkısı olmak dışında insanların, belki önce tasavvur olarak İnsan’ın değeri olmalı devlet nezdinde. İnsanlıktan kaynaklanan hümanist bir değer ya da onu Yaratan’dan kaynaklanan, insanları yaratılmış olmaktan ötürü “hak sahibi” yapan, borsada alınıp satılmayan, menkul değerlerden daha üstün bir değer. (Bkz.Kaliteli Ateizm kitabi)

İslâm kaynaklarındaki “nefs” kavramını hatırlatması sebebiyle Tarkovsky’nin benlik algısı mü’minler için sorun teşkil etmemesi lâzım:

  • Nefsini ilâh edineni gördün mü?
  • Nefisini bilen rabbini bilir.
  • Bütün nefisler ölümü tadacak.
  • Ölmeden önce ölünüz. (=? Nefsinizi terbiye ediniz)

Göz – Akıl rumuzu üzerine MUTLAKA okunması gereken bir metin vardır ki Gazalî Hazretleri’nin yazdığı  Mişkatü’l Envar adlı risalesidir. Meselâ şu satırlar:

  • Göz kendini göremez, akıl ise kendinden başkasını da, kendine ait özellikleri de idrak eder. […] ayrıca kendisinin bilgi sahibi olduğunu idrak ettiği gibi kendinin bilgi sahibi olduğunu bildiğini, kendisinin bilgi sahibi olduğunu bilişini bildiğini… sonsuza dek idrak eder. Bu özellik cisimler vasıtasıyla idrak eden göz için tasavvur edilemez.
  • Göz kendisine uzak ve çok yakın olan nesneleri göremez. Halbuki akıl için uzak ve yakın eşittir. Uzaklıkta semaların en yücesine çıkar, bir anda yeryüzünün en derin taraflarına iniverir. […] aklın cisimler arası yakınlık-uzaklık anlamlarından münezzeh olduğu ortaya çıkar.
  • Göz perde arkasındaki nesneleri göremez. […] Doğrusu hiç bir Hakikat akıldan gizlenemez. Göz nasıl kapaklarını kapatarak kendine bir perde oluşturursa akıl da bazı nitelikleri sebebiyle kendine bir perde oluşturur. […]
  • Göz nesnelerin dış tarafını, en üstte bulunan yönünü görür, Hakikat’inden ziyade kalıplarını ve suretini idrak eder. Akıl ise nesnelerin derinliklerine, sırlarına nüfuz eder. […] Akıl bunların sebebini, gayesini, hikmetini ortaya çıkarır
  • Göz varlıkların bir kısmını görür, akılla idrak edilenlerin tamamını, hislerle idrak edilenlerin de bir kısmını idrakten acizdir. Sesleri, kokuları, tatları […] idrak edici kuvvetleri yani işitme, görme, koklama […] kuvvelerini idrak edemediği gibi ferahlık, sevinç, gam, hüzün, […] gibi nefsanî sıfatları da idrak edemez. […] Renkler ve şekiller alemini aşamaz. […] göz aklın casuslarından biridir.
  • Göz sonsuz olanı göremez. Cisimlerin sıfatlarını görebilir. O cisimler ise sonlu olmaktan başka türlü tasavvur edilemez. Akıl bilinenleri idrak eder. […] Akıl sayıları idrak eder. Bunun bir sonu yoktur.
  • Göz büyüğü, küçüğü görür.[…] Akıl ise yıldızların ve güneşin yeryüzünden defalarca büyük olduğunu anlar. Göz yıldızları, önünde duran çocuğu hareketsiz görür. Akıl ise çocuğun büyüdüğünü, yıldızların her an büyük mesafeler katettiğini idrak eder.  

 

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa…

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

“… Önce hiç bir şey görünmüyor. Kümelenmiş şeyler, daha doğrusu herkes gibi görüyorsunuz. Yapılması gereken elde kalem, tefekkürle seyretmek. Bir zaman sonra şeyler başka bir hakikate sahip oluyor. Gerçeklik daha gerçek görünmeye başlıyor. Zaman istiyor bu …” (Fransız ressam Edouard Pignon’un “Hakikat’i Ararken” adlı kitabından)

Bireylerin birer gözden ibaret olduğu, herkesin herşeyi gördüğü bir toplum hayal edin. Özel hayat, gelenekler, aramak, öğrenmek, ön-arka, küskünlük, gaflet, tehdit, fırsat gibi bir çok kavramı akletme imkânı ortadan kalkmaz mıydı?

Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde algılıyoruz kavramları. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. İnanmak zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Haz 5, 2013 | Reply

    Soyut görme: teori ve pratik(4) – Kandinsky: http://t.co/xKg4HV9nxt

  1. 5 Trackback(s)

  2. Haz 21, 2013: Güzel eşya ve güzel ahlâk
  3. Tem 25, 2013: İslâm Sanatı (Sidi İbrahim/Titus Burckhardt)
  4. Ağu 12, 2013: Tersten perspektif / Pavel Florenski
  5. Eki 8, 2013: İslâm’da resim yasağı yoktur ama…
  6. Kas 2, 2013: Okumak

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin