YAKINDA: Batı insanı mehtabın büyüsünü nasıl kaybetti?
By admin on Tem 5, 2013 in Soyut Sanat (Kaynak), Uygar(?) Batı
“… Purcell’in ve Monteverdi’nin müziğinden Mozart’a, Beethoven’a geçiyordu Avrupa. Viola da gamba, klavsen ve arpın titrek, sisli, pastel renkli notalarının yerini keskin, objektif, adeta bilimsel bir müzik alıyordu. Perküsyonun cüreti, piyano, kemanın virtüozitesi ve bütün bu kibirli sesleri yöneten bir orkestra şefi! Herkes kurallara uyacak, haddini bilecekti. Öyle ya, orduların komutanları, fabrika ve hapishanelerin müdürleri vardı. Demek ki her orkestranın da bir şefi olmalıydı. Avrupalılar endüstriyel harpler ve endüstriyel katliamlardan, faşizmden önce endüstriyel müziği icad ediyorlardı.
Yaşamın tatlı hüznünü kalplere nakşeden, insana manevî kıymetini ve ahireti hatırlatan, ruha hitab eden Ortaçağ Avrupa müziğinin uzun nağmeleri terk ediliyor, yerlerini yüksek volümlü, fırtınalı eserler alıyordu. Bu saatten sonra Mozart’ın ve Fauré’nin ağıtları (lat. Requiem) bile o yitirilen uhrevî kokuya bürünemeyecekti bir daha. Zira ahiretin mânâsından nasibini almamış dünya ehli ölümden bahsetse bile bu Ölüm’ün kendisi değildi; anlatılan beşerî korkulardı ancak: Geride kalanların üzüntüsü, ölüme sebep olan hastalık vs. Tıpkı korku filmlerindeki tabut, mezar taşı ve kafataslarının dünyevî cisimler olması gibi modern ağıtlar da uhrevî değil dünyevî olmaya mecburdu:
“Kafatasım da en az cep telefonum ya da kredi kartım kadar dünyevî bir cisim değil mi? Tabut, mezar taşı, kefen… bunlar da öbür dünyadan gelmiş cisimler değil. Tabut ve taş dünyanın tahtasıyla, dünya mermeriyle imâl ediliyor; kefen ise dünyanın çarşısında alınıp satılan, kesilip biçilen kumaşla. Bu sebeple Ölüm’ü çizmek (Ölüm’ü tatmak) için bir yolunu bulup bu dünyadan çıkmak, ölçülen, sayılan maddî alemi temsilen de olsa aşmak gerek.”( Ölüm’ün –E hâli (1): Heykel)