Ya siz? Ölmeden önce kime küfretmek isterdiniz?
By my on Eyl 12, 2013 in Gezi Parkı terbiye edilebilir mi?, Ölüm
Bazen bize söylenen bir şeye inanırız. Sonra ispat edilir. O zaman kesin olarak biliriz. Ama Ölüm bilgisi yani öleceğimiz bilmek farklıdır bunlardan. Bizden önce doğan herkes ölmüştür. Peygamberler, padişahlar, güzeller ve çirkinler, zenginler ve fakirler…. Bir tane bile istisna yoktur. Biz de biliriz öleceğimizi. Ama inanmayız. Bu sebeple bilgimiz bir işe yamaz, ilim amele yansımaz. Hiç ölmeyecekmiş gibi, hiç hesap vermeyecekmiş gibi günah işlemeye devam ederiz.
Damdan düşerek ölen Ahmet Atakan ölmeden önce ALLAH’a ve Efendimiz Hz. Muhammed S.A.V’e hakaret etmiş. İhtimal son sözleriydi bunlar. Bu görüntülerde ne kadar da gürbüz görünüyor. Sağlıklı, çevik bir vücud. Polisin üzerine yürüyor, elinde bir taş. Arkadaşları zor tutuyor Ahmet’i. İçlerinden biri ileri fırlayıp polislere taş atıyor sonra kaçıp saklanıyor. Ahmet küfür ve tehditleri sıralıyor polislere bakarak. ALLAH’a küfrederek polisleri tahrik etmek istiyor herhalde. Keşke o anda biri kulağına eğilip “oğlum, böyle konuşma, ölüm her an gelebilir, tevbe edecek vaktin olmaz” deseydi. Dinlerdi belki Ahmet. Belki pişman olurdu. Ama artık çok geç:
“… Çöpten bulduğum bu kitap sayesinde bilmek ve inanmak kelimelerinin mânâları üzerine yeniden düşünme fırsatı buldum: Günlük dilde inanmak zayıf bir bilgi. Bir üst derecesi bilmek. “Sana inanıyorum, kontrol etmeme gerek yok… Ne? Benzine zam mı geldi? İnanmıyorum! – Öyleyse gazeteye bak!” . İnanmak insanın aklını birine eMaNet etmesidir, ama bunun için eMiN bir bilgi kaynağı lâzımdır. Emniyet yoksa deney ve gözlemle, ampirik olarak, ispat etmek gerekir: “Su 100°C’de kaynar, inanmıyorsan kaynat suyu, termometre ile ölçüver”. Ama insan kendi ölümüne inanamıyor. (Bkz. Tolstoy’da ölüm düşüncesi) Gerçekten ölecek miyim? Herkes ölmüş. Ya ben?
– İnsanlar ölümlüdür,
– Sokrat insandır.
– Demek ki Sokrat ölümlüdür.
– Ama bu Sokrat için söylenmiş. Sokrat bilir mi annemin sütlaçının tadını? Dibi yanmış tencerenin nasıl koktuğunu? Benim gibi Boğaz’da çay içti mi O? Ya Bebek’te yediğim sarımsaklı köfteleri? Galatasaray’ın şampiyon olduğu sene sokaklarda bağırdı mı benim gibi Sokrat?
Kendi hayat hikâyemizin başrol oyuncusu olan “Ben” figüranların ölmesine şaşırmıyor. İnsanlar ölür. Herkes ölür. Ama “Ben” herkes değil ki! Özel biri o!
Hayattaki hiç bir şey ölüm kadar kesin olmadığı halde inanmak neden bu kadar güç? Herkesin bildiği fakat inanmadığı bir şey ölüm. Normal bilgilerin aksinebenim ölümüm kesin bir bilgiyse bile bu yaşamsal bilgilerden değil. Zannediyorum bizzat tecrübe ettiğimiz “Ruh’un ölümsüzlüğü” dünyevî mânâda bitmez tükenmez bir süreye tekabül etmiyor. Ruh’un ölümsüzlüğü Ruh’un zaman-dışı oluşuna işaret ediyor. Zaman dışı derken… Dünyevî zamanların dışında ama muhtemelen ilâhî bir zaman tarafından iHaTa edilen birMuHiT içinde… (Bkz. Derin Zaman Kitabı) Ölüm’ü akletmek “Zaman dışı” olma halini de tecrübe etme imkânı veriyor. Empirik olmayan, sayılmayan, ölçülmeyen ve bu dünyadan olmayan Ölüm bize hem bu dünya hem de Ahiret üzerine bilgi veren bir kitap gibi. Ne mutlu Ölüm Kitabını okuyabilenlere! … “ (Ölüm‘ün Evi / Dominique Lecompte)
… Bu konuda okumak için…
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:Pausanias Tarih: Eyl 12, 2013 | Reply
Ahmet Atakan is dead. İmza: God.