Alper Gürkan’ın romanı Mütercim
By admin on Eyl 19, 2013 in Duyuru, edebiyat, roman
DUYURU: Modernleşme, sanat kuramı, edebiyat, sinema yazılarından ve çok önemli kitap tanıtım yazılarından tanıdığınız Alper Gürkan’ın romanı Mütercim okurlarıyla buluştu.
Kitaba şu adresten indirimli olarak ulaşabilirisiniz.
Arka kapak:
Mütercim, hocasının ölümüyle yarım kalan bir tercümeyi tamamlamak için 1924’te, İstanbul’dan Ankara’ya gelen bir çevirmenin değişen dünyasının hikâyesini anlatıyor…
Tercüme sorunlarıyla birlikte mütercimini, iktidarı ve Takrir-i Sükûn kanunu yüzünden zor günler geçiren muhalifleri önce birbirine bağlayan, sonra ayrıştırıp birbirine düşman eden bir kitabın, yeni kurulmuş cumhuriyetin sancılarını ifşa edişi…
Mütercim; bir çevirmenin yüzyıla yakın zaman dilimine yayılan hikâyesi değil sadece: Dağılan imparatorluğun külleri üzerine inşa edilen cumhuriyetin, iktidar sahiplerini çekinerek izleyen toplumun ve çeşitli korkular nedeniyle gerçeklikten sapan bir metnin dönüşümünün de hikâyesi…
Parça:
Mebus ona, hakkında oluşan olumsuz yaklaşımlardan bahsederken bir yandan da bu baloya ne derece önem verdiklerini açıklıyordu ve böylece Zekeriya Bey’in haklılığını düşündürtüyordu. Bu nedenle, “Bana dair menfi teveccühten kastınız nedir efendim?” diye sormuştu, biraz da çekinerek. Mebus, masasında kurulmuş ve Mütercim’in geçen hafta kendisine verdiği son çevirilere gözlerini dikmişken başını hafifçe kaldırarak;
“Yaptığınız tercümeler ve şu tuhaf herifle olan münasebetiniz, Bolşeviklere ya da daha doğrusu iştirakiye fikrine ve komünizme yakın olduğunuz intibaı yaratıyor Halid Bey…” demişti.
Bunun üstüne Mütercim, ne diyeceğini şaşırmış, sanki kendisinden ve Zekeriya Bey’den bahsedildiğinden bîhabermiş gibi boş gözlerle bakakalmıştı. Mebus ise yüzü adeta mum gibi eriyerek yok olmuşçasına bir süre Mütercim’e dik dik baktıktan sonra gözlerini kaçırıp okuduğu dosyaya çevirmişti.
İçi kaygı ve öfkeyle dolan Mütercim, onu duman gibi sarıp yutan ve suskunluğa gark eden bu adama karşı ne kendini savunmak ne de fazladan bir şey söylemek istiyordu artık. Söyleyeceği hiçbir sözün, onun kıvrak zihninde bir canlılık yaratmayacağını ve kendisine bir katkı sağlamayacağını biliyordu. Suskunluğunun sıkıntısıyla bir an evvel bitmesini umduğu bu görüşmeden yakasını kurtarmak düşüncesiyle gitmek için bir işaret bekleyerek parmaklarıyla oynamaya başlamıştı ki Mebus konuşmaya devam etti:
“Bakın Halid Bey, mesela şu cümleniz… Lütfen bana bunun sarih olan manası hakkında bir malumat verir misiniz?”
“Hangi cümle efendim?”
“Buyurun okuyun…”
Sayfayı aldı ve Mebus’un önceden altını kırmızı kalemle çizdiği cümleyi mırıldanır gibi okumaya başladı:
“…cemiyetlerin mevcut bedenleri, onların aslî mahiyetlerinin çekirdeği olan ruhanî vücutlarının bir tezahürüdür. Ruhun en büyük ilham ve gıda membaı olan kalbin bulunması gibi, cemiyetlerin de kendisine tesir eden akıl haricinde bir kalpleri mevcuttur ve bu kalp, şüphesiz ki din hissiyatıyla kendini belli eden maneviyattır. Bir cemiyet, maddî vücuduna itina gösterip maneviyatını yok etmeye teşebbüs ederse bu kalbin yerini aklın almasına sebebiyet verir…”
Mütercim burada sustu ve “Fakat…” deyip bir lahza bekledikten sonra, “size daha evvel de arz etmiştim; bu eser Bolşevik İhtilali’nden önce kaleme alınmıştır ve dikkat buyurursanız özellikle bu cümle Rusların maneviyat düşmanlığına muhaliftir…”
O anda Mebus’un ürkütücü olmasına rağmen sessiz ve sakin duran yapısından ne kadar da çabuk uzaklaşabileceğine ve daha önce başkalarından onun hiddeti hakkında duyduklarına ilk defa şahit oldu. Adam, gözlerinden alevler saçarak bağırmaya başlamıştı:
“Bakın Mütercim Efendi! Bu mevzuları gayet iyi bilen şahıslarla ben zaten fikir teatisinde bulunuyorum. İştirakiye felsefesinin ne olduğunu sizden öğrenecek değilim! Ve fakat burada kullanılan sembollerin mürtecilerin elinde ne gibi anlamlar taşıyabileceğini göremeyecek kadar da kör değilim! Şimdi gebermiş olan Enver’in Moskof’ta maneviyatla Bolşevik düşünceyi harmanlayıp nevzuhûr bir fesatla Rejim’imize taarruz etme hazırlıklarının mirasından sizin haberiniz yok tabii…”
Bir an susmuş ve öfkesini kontrol ederek ama sonlandırmadan devam etmişti:
“Neyse! Bu size son ikazımdır Sayın Mütercim Halid Hamdi Bey!”
Ne tuhaftı ki bu adam bir hafta sonra baloda kendisini görünce muhabbetle selamlayacak -ve sanki aralarında Mütercim’in iç dengesini bozan o konuşma geçmemiş gibi- birden koluna girerek onu Paşa’ya takdim edecekti. Bu esnada da,
“Paşam, bu kişi de Tercüme Encümeni’nde vazifeli Mütercim Halid Bey’dir. Kendisi Rus ve Fransız sefirlerinden gelen evrakın çevirisini bize arz etmenin yanı sıra Mütercim Arif’in tamamlayamadığı eseri de tercümeye talip olmuştur…” diye ekleyecekti.
Böylesi bir takdimi o gece hiçbir şekilde beklemeyen Mütercim ise evvela çekingenlikle Paşa’nın solgun ve sevimli yüzüne bakıp sonra başını onun da muhabbetle gözlerini diktiği Mebus’a şaşkınlıkla çevirecekti. Doğrusu o an için söyleyebileceği bir şey de bulamayacaktı. Bunun sebebi, şaşkınlığı ya da heyecanı değil, daha bir hafta önce onu boğan bu adamın söylediği sözler nedeniyle şaşkınlığa düşmesiydi…