RSS Feed for This Post

Çirkin Resim Yapan Toplumlar Adil Olamazlar…

sinek… çünkü sanatsal tercihleri o toplumun varlık tasavvuruna işaret eder

Ressam ve sanat tarihçisi Giorgio Vasari’nin anlattığına göre[1a] doğayı taklit etme konusunda Giotto di Bondone kadar yetenekli bir ressam daha yoktu. Birgün ustası Cimabue’nin başladığı bir tablonun üzerine o kadar gerçekçi bir sinek çizdi ki Cimabue geri geldiğinde resme devam etmeden önce bir müddet uğraştı sineği kovmak için. Ortaçağ’daki Hristiyan ikonlarına gerçekçi yüz ifadeleri ekleyen Cimabue ve aynı teşbih yolundan giden talebesi Giotto di Bondone taklitçi resim sanatının öncülerinden kabul ediliyor.

“…Giotto di Bondone öyle büyük bir dehaydı ki, herşeyi yaratan Doğa Ana onun fırça ya da kalemle taklit edemeyeceği hiç bir şeyi yaratamazdı. Taklit öyle kusursuzdu ki o artık bir kopya değil modelin aslıydı. Eserleri bakanların gözlerini yanıltır, insanlar resimleri gerçek zannederdi …” (Boccaccio, 1353, Decameron, 6cı gün, 5ci hikâye)

İhdas etmeyi yaratmak zanneden beşerî kibir! Taklitçi sanatı ile Rönesans’a öncülük eden ressamlardan Giotto di Bondone’yi övmek için yazılmış bu satırlar. Kim yazdı peki? Rönesans hümanizminin gurusu Giovanni Boccaccio! adeta Hristiyanlıktaki 7 günahı hayat düsturu yapmış bir hümanist! Floransalı bir tefecinin gayrı meşru çocuğu, kendisi de evlilik dışı iki çocuğun babası, aşırı şişmanlıktan kalp krizi geçirerek ölmüş ve cesedi yakılmış bir zavallı.

Sanat Güzel Olmadan Ahlâk Güzel Olmaz

Güzel Sanat ile Güzel Ahlâk arasındaki bağı koparan toplumların “iyi – kötü” yargısı “fayda-zarar” hesabıyla yer değiştirir. “Nasıl?” sorusu yerine “Kaç Para?” geçer. Ekonomik açıdan “faydası” olan herşey parasını ödendiği müddetçe hukukî meşruiyet kazanır. Zengin olmak ile haklı olmak eş anlamlıdır artık. Fakir de her zaman haksızdır çünkü parasızdır. Adaletin yerine bir racon / iç tüzük konmuştur. Ekonomiyi aksatmayan eylemler yasaldır. Para putlaşır, para için herşey yapılır. Buna da “iyi” denir. Örnek?

organ_ticaretiİsrail’deki bazı “iş” adamlarının merkezî rol oynadığı bir piyasa var: Arnavutluk, Bangladeş ve Moldavya gibi ülkelerde geçim sıkıntısı çeken insanların organlarını alıp zenginlere satıyorlar. “Sadece” böbreğini satmak için gelen fakir insan ülkesine döndüğünde fark ediyor ki başka organları çalınmış. Organlarını satan fakirler çok kısa bir süre sonra ölüyorlar zira kötü koşullarda ameliyat ediliyorlar ve bilmeden hayatî organlarını çaldırıyorlar. Dünyanın en zengin 500 milyon insanı ile en fakir 500 milyon insanı arasında öyle büyük bir uçurum açıldı ki fakirlerin ömründen 30 yıl çalıp zenginlere eklemek ekonomik bir faaliyet haline gelmiş; “iyi” kazanç getiriyor. [1b]

Serbest piyasa kanalıyla İnsan’ı yedek parça derekesine düşüren liberal ekonomi artık Stalin zulmü ile aynı noktada. (Bkz. Bir et parçası olarak komünist İnsan) Komünist Rusya’da olduğu gibi birbirimizin etini yemeye başlamadan önce sorgulasak “iyi” olacak; Nasıl geldik buraya? Nasıl kurtulabiliriz? 

Söze başlarken “iyi – kötü” yargısı “fayda-zarar” hesabıyla yer değiştirdiğinden bahsetmiştik. “Nasıl?” yerine “Kaç Para?” sorusunun geçmesi Adalet’in nesnelleşmesidir. Bu nesnel / objektif adalet ise  ancak nesnel bir sanat ile mümkündür. Sanatlarını bilimselleştiren toplumlar adil olamazlar. (Bkz. Bilimin Işığı Sanatı Kör Edince) Zira pozitif bilimlerin nesnel / objektif perspektifinde insanın eylemleri doğru/yanlış olamaz; olsa olsa faydalı/zararlı olur.  Böyle merkezîleştirilmiş bir perspektifte insan mutlu olamaz, ancak tatmin olabilir. Rus din adamı ve filozof Pavel Florenski’nin tabiriyle: 

“… Dünyanın merkezî perspektifle yapılmış resmi tiyatro sahnesi gibi. Gerçeklik duygusu ve sorumluluk bilincini yitirmiş bir dünya görüşünün kaynağı da bu. Bu türden bir dünya görüşü açısından yaşam artık amel değil sadece bir gösteriden ibaret …” (Tersten Perspektif)

Evet, toplumların bilgiye, mekâna, kendi varlıklarına, Hayat’a ve Ölüm’e verdikleri mânâlar ister istemez mekân tasavvurlarına, mekânı düşünme ve resmetme şekillerine yansır. (Bkz. İslâm’da Mimar ve Şehir) Arka plan gibi, film dekoru gibi objektif, filmin aktörlerinden ve senaryosundan bağımsız. Merkezî perspektif tek doğru cevabı olan bir matematik sorusu gibi. Sanatçının indî, öznel dünyasından eser yok. Kim çizerse çizsin perspektif kurallarına uyulacak ve netice aynı olacak. Dikkat ederseniz Rönesans deönemide yapılmış şehir manzaraları kişiliksiz, karaktersizdir. Mimarî amaçla yapılmış teknik resimlere benzer. Manzara güneşli, bol ışıklıdır, nettir ve hangi ressamın yaptığını kestiremezsiniz. Haliyle merkezî perspektif insandan insana değişen güzellik yargısını da devre dışı bırakan bir tasvir yöntemi. Peki estetik hürriyetini kaybeden ressamın (ve toplumun) ahlâkî hürriyetini muhafaza etmesi mümkün mü?

Tanrısal perspektif ve beşerî perspektif

Farklı perspektiflerden çizilmiş iki sahne. Sağdaki tablo İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra, 1490 senesinde Andrea Mantegna tarafından yapılmış. Ressam seyircisini Hz İsa’nın (a.s.) ayak ucundan baktırıyor, acziyet şuuruna davet ediyor bizi sanki? Nasırsız, bebek ayağı gibi resmedilmiş ayak tabanları ve yüzdeki bitkinlik ifadesi de hemen dikkati çekiyor. Kilise resimlerinde görmeye alışık olmadığımız kadar beşerî bir tasvir. Kısa bir süre önce oğlunu kaybeden ressam Mantegna’nın yüreğini yakan evlât acısı fırçasına, boyasına sinmiş. Soldaki resim ise asırlar sonra, 1951’de yapılmış bir tablo; Salvador Dali’nin fırçasından Aziz Yohanna’nın çarmıha gerilmesi. Rönesans, Aydınlanma(!), Endüstri devrimi ve iki dünya savaşı geçmiş aradan. Dali’nin perspektifi zenginleşen Avrupa’nın yükselen değerlerini yansıtıyor: Benlik, bencillik, kibir! Tanrı eğer BEN olsaydım Aziz Yohanna’yı işte böyle görürdüm! Dali Mantegna’nın tam tersi, tanrısal bir perspektif seçmiş, tepeden bakıyor ve bizi de oradan baktırıyor. Tabi bu tanrı Hristiyanların inandığı “Tanrı” değil Dali’nin icad ettiği, göklerde gezen ama insan gibi gören bir tanrı. Mekândan münezzeh değil ve tıpkı bizim gibi katı cisimlerin arkasını göremiyor… Perspektifin böyle bir özelliği var işte. Alttan, üsten, önden ya da arkadan… Seçilen bakış açısı teknik bilgiyi değil ressamın yaşadığı dönemin zihniyetini ve maneviyatını yansıtıyor.
Neyse. Dali’yi 20ci asırda bırakıp Rönesans’a geri dönelim. Rönesans sanatı o devirde yükselmeye başlayan burjuva sınıfının değerlerini yansıtmakla kalmıyor. Hristiyanlığa alternatif olarak öne sürülen hümanist dünya görüşü adına tebliğ yapıyor. Rönesans’ın hümanist tablolarını Hristiyan resimlerle karşılaştırdığımızda daha iyi anlıyoruz ki iktidar soyluların ve kilisenin elinden kayıp giderken sanat da dönüşmekte. Sanat hem sonuç hem de sebeb rolünde. Yani:

  • Ekonomik, politik, teknik, içtimaî değişimler sanata yön veriyor,
  • Sanat insanların varlık algısını, topluma, aileye, hayata ve ölüme verdikleri anlamı etkiliyor.Resim sanatı gözleri (=akılları) eğitiyor.

Neden böyle bir “yer kayması” yaşandı batı Avrupa’da ve neden 1400 veya 1500’lerde? Bunun sebeplerini araştırmak için elbette ayrı bir kitap yazılması gerekir. Ancak tefekküre vesile olması duasıyla bir kaç ihtimalden bahsedebiliriz:

  1. Vatikan’ın dünyevî hırsları insanları dinden soğutmuştu. İnsanlar, özellikle de sanatçılar, filozoflar ve eğitimli insanlar hümanist fikirlerde yeni bir maneviyat umudu gördüler. Zira papaların krallara müdahelesi, vergilerle halkı sömürmesi ve her türlü ahlâksız faaliyetin, fuhuşun, tefeciliğin ve daha başka kötülüklerin Vatikan’ın kalbine kadar işlemesi insanları yıldırmıştı.
  2. Vatikan uhrevî kavramlar ile dünyevî kavramlar arasında net bir ayrım yapmıyordu. Tanrı’ya dua eden, kiliseye vergi ödeyenlerin dünyada MUTLAKA huzur bulacağı türünden yalanlarla para topluyordu. Buna inanan halk veba salgınları ya da İstanbul’un fethi gibi olaylar karşısında ne düşüneceğini bilemiyordu.
  3. Avrupalı tüccarların yeni ticaret yolları keşfetmesi ve teknik keşifler esnafın zenginleşmesine, güçlü bir burjuva sınıfı doğmasına sebep oldu. Eski düzen bu yeni sınıfı öngörmüyordu. Eski aktörler yani Tanrı’nın gölgesi krallar, toprak sahibi ve toprak için savaşan soylular, bu düzenin “manevî” garantörü Vatikan iktidar pastasını paylaşmışlardı. Figüran rolündeki köylüler ise zaten hadlerini bilirlerdi.
  4. Ne soyluluk ya da dindarlik gibi bir meşruiyet zemini olmayan burjuvanın bir tek parası vardı. Rönesans’a kadar sadece alış-veriş aracı olan para bu devirden itibaren bambaşka roller üstlenecekti.
  5. Eski düzenin devirilmesi yani burjuvanın iktidar olması için Hristiyanlığın terk edilmesi, hümanizmin hakim olması gerekiyordu.
  6. Bütün bir topluma yayılmasa bile zenginleşme toplumsal bir gerçekti. Zenginleşen gruplar daha iyi yemeyen giyinmeye, daha büyük evlerde oturmaya başladılar. Ortalama ömrün uzaması ölüm fikrinden uzaklaşma anlamına da geliyordu. Ölüm artık mukadderat değil halledilmesi gereken bir problemdi. Çare bulana kadar hiç olmazsa unutulması gerekiyordu. Bu fikrî zeminde seküler sanatın öne geçmesi de kaçınılmazdı.

Yeni bir görme biçimi yeni bir ahlâk demektir

Avrupa sanatı elbette toplumdan kopuk bir biçimde, müzelerde, akademilerde gelişmedi. Tersine Siyasî ve iktisadî değişimlerin ışığında / gölgesinde oldu her zaman. Resim sanatında ışık-gölge, gerçekçi renkler ve merkezî perspektifin kullanılması bir rastlantı değildi. Taklitçi sanat öne geçti, tenzih mağlub oldu, teşbih ise muzaffer. Bu estetik tercih aslında ahlâkî tercihlerin cisme bürünmesiydi. Teşbih yoluyla dünya kontrol altında tutulan, alınıp satılabilen bir şey oluyordu.Yaratılmış ve sorumlu insan yerine ölümü unutmak isteyen, sürekli zenginleşen tüccar geçmişti artık. Teşbih ile, aşırı gerçekçi tarzda resmedilen dünya da karşıdan bakılabilir bir mekân idi: Kartezyen dünya tasavvuru doğrultusunda objektif / nesnel bir varoluş inancı resim sanatı kanalıyla bütün topluma hakim olacaktı: Cisimler ve insan vücutları objektif olarak önde veya arkada, yakında veya uzakta idi. Dünya Cennet’i kazanmak için imtihan yeri değil, bir hammade deposu veya süpermarket olabilirdi. Ortaçağ’a kadar hakim olan tercih yani görünmeyeni tenzih yoluyla anlatan görsellik terk edilmişti. Bu kopuşun ahlâkî ve siyasî neticeleri asırlarca sürecek ve bütün dünyaya yayılacaktı:

 “… Merkezî perspektif yanlısı bir sanatçıda edilgenliğe mahkûm bir düşünce tarzı cisimleşmiştir. Adeta bir şimşek hızıyla, bir hırsız gibi izlemektedir dünyayı. […] Bir tek hareketi bile yakalayacak durumda değildir. Kendi bakış açısının tanrısal mutlaklığını ilân etmek için tüm gücüyle çabalar. Dünyaya kendinden hiç bir şey katmayan bu gözlemci onunla canlı bir ilişki kuramadığı, onun içinde yaşamadığı ve kişisel gerçekliğini kabul etmediği içindir ki yalıtılmış duygularını bir araya getirecek durumda değildir. Kendi kibirli yanlızlığını bir tür son merci zanneder ve nesnellik bahanesiyle tüm dünyayı kendi anlık tecrübesine sıkıştırabileceğini sanır. Da Vinci’nin, Decartes’ın ve Kant’ın dünya görüşleri de Rönesans’ın bu temelleri üzerine yükselir. […] Merkezî perspektif dünyanın merkezini gözlemcinin Ben’inde konumlandırır …” (Florenski, Tersten Perspektif)

Dipnotlar

1a° Le Vite dei più eccellenti pittori, scultori e architettori, 1550, Cilt II (tr. En mükemmel ressam, heykeltraş ve mimarların hayatı)

1b° Bilimin ilerlemesi zulüme engel olmadı, tam tersi. Bilimsel zulüm örnekleri çok: Kız olma “suçundan” kürtaja kurban giden bebekler meselâ. (Bkz. Kadınsız bir dünyaya doğru)

 

sehir

 

 

… Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 
  9. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır
  10. Mona Lisa Yalan Söylüyor!
  11. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  12. Kemalist mimarî neden güzel değil?
  13. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler
  14. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(2): Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?
  15. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  16. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak… 
  17. Modern camiler neden çirkin? 

 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği
  5. Hat
  6. Taş

Kaynak Metinler için bu kategori

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin